İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri sevilmek ve kabul görebilmektir. Daha çocukken, bir bakışla ya da bir gülümsemeyle gelen onay, bireyin kişilik algısını şekillendiren ilk işaretlerdendir. Aileden birinin onayı veya bir öğretmenin övgüsü, bireyin kendini değerli hissetmesinde görünmez ama etkili bir rol oynar. Çünkü onay, yalnızca dışarıdan gelen bir ödül değil, aynı zamanda ben de varım deme biçimidir. Ne var ki zamanla bu doğal onay ihtiyacı, bir tür değer ölçütüne dönüşür. Bu noktada sevilmek bir ihtiyaçtan çok bir kanıt haline gelir. Ve tam da burada kaçınılmaz bir soru akla takılır: Başkalarının gözünde sevilmek uğruna, kendimizi sevmeyi ne kadar unuttuk?
Sevilme İhtiyacının Psikolojik Kökeni: Aidiyet, Onay ve Benlik Arayışı

İnsanın sevilme ve onaylanma arzusu yalnızca duygusal bir eğilim değil, aynı zamanda psikolojinin en temel kavramlarından biri olan aidiyet ihtiyacının bir yansımasıdır. Abraham Maslow tarafından 1943’te geliştirilen İhtiyaçlar Hiyerarşisi teorisine göre fizyolojik ve güvenlik gereksinimlerinin hemen ardından gelen üçüncü basamak, aidiyet ve sevgi ihtiyacı olarak belirtilmektedir. Bu aşama, bireyin duygusal denge kurabilmesi için vazgeçilmezdir.
Onaylanma arzusunun kökeninde ise sosyal onay teorisi ve özdeğer algısı yatar. Sosyal psikolog Mark Leary, insanların sosyometre adı verilen içsel bir mekanizmaya sahip olduklarını öne sürer. Bu sosyometre, bireyin çevresinden aldığı onay ya da reddedilmeye göre benlik saygısını ayarlar. Yani birey, sosyal çevresinde kabul gördükçe özdeğeri artar, reddedildikçe ise azalır. Dolayısıyla onay kompleksi yalnızca sosyal değil, biyolojik olarak da içselleşmiş bir mekanizmadır.
Ancak sevilme ihtiyacı zamanla bir bağımlılığa dönüşebilir. Özellikle erken çocukluk döneminde koşullu sevgiye maruz kalan bireyler, ilerleyen yaşlarda sevgiyi bir “ödül” olarak algılamaya başlar. Psikoterapist Carl Rogers, koşulsuz kabul edilmenin önemini vurgulayarak, bireyin ancak karşılıksız sevildiğinde gerçek benliğini keşfedebileceğini savunur. Bu nedenle kendini sevmeyi öğrenemeyen birey, dışsal onaya bağımlı hale gelir.
Sosyal Kimlik ve Onay Arasındaki Bağ

İnsanın kim olduğunu anlaması, yalnızca içsel bir süreç değil, aynı zamanda toplumsal bir aynada kendini görmesine benzer. Henri Tajfel ve John Turner’ın 1970’lerde geliştirdiği Sosyal Kimlik Teorisi, bireyin benlik saygısının önemli bir kısmının grup üyeliğiyle belirlendiğini ortaya koymuştur. Sosyal kimlik teorisine göre bireyler, ait oldukları gruplar aracılığıyla kendilerini tanımlar ve bu gruplar, aileden arkadaş çevresine, meslekten ideolojik aidiyetlere kadar geniş bir alanı kapsar. Bir insan yalnızca “ben” olarak değil, “biz” olarak da kimliğini kurar. Ancak bu “biz” duygusunun temelinde, çoğu zaman farkında olmadığımız onaylanma ihtiyacı yatmaktadır. İnsan, kendisini ait hissettiği grubun değerleriyle uyumlu olduğunda kabul edildiğini düşünür. Bu da bireye güvenlik, anlam ve aidiyet hissi sağlar.
Modern toplumda ise bu onay süreci giderek görünür bir hale gelmiştir. Sosyal medya, bireyin sosyal kimliğini hem sergilediği hem de sürekli yeniden ürettiği bir sahneye dönüşmüştür. Beğeniler, yorumlar, takipçi sayıları artık sadece dijital göstergeler değil aynı zamanda kişinin sosyal değerinin sembolleri haline gelmiştir. İnsanlar, kendilerini ifade ettikleri her paylaşımda aslında bir tür toplumsal kimlik performansı sergilerler. Bu performansın amacı yalnızca iletişim kurmak değil, aynı zamanda görünür olmak ve kabul görmektir. Bu noktada onaylanma yalnızca duygusal bir ihtiyaç değil, benlik algısının sürekliliği için bir zorunluluk haline gelir. Çünkü toplumsal onay çoğu zaman koşulludur. Bu durum, bireyi sürekli olarak dışsal bir onay arayışına iter ve zamanla içsel değer yargılarını zayıflatır.
Sonuç olarak, sosyal kimlik ve onay arasındaki bağ hem bireyin psikolojik dengesini hem de toplumsal ilişkileri derinden etkiler. İnsan, bir yandan ait olmak isterken diğer yandan bu aidiyetin bedelini kendi özgürlüğünden vererek öder. Böylece sevilme ve onaylanma arzusu, görünmez bir kalıp gibi bireyin kimliğini şekillendirir.
Onayın Gölgesinde Büyümek

Onay kompleksi sessiz başlar. Belki bir çocukluk anısında, bir bakışın eksikliğinde ya da bir aferinin söylenmediği anda. Çocuk, küçük kalbiyle dünyanın nabzını ebeveynlerinin gözlerinde ölçer. Bir gülümseme gördüğünde içi ısınır, bir bağırış duyduğunda ise gözleri dolar. Bu durumda sevilmek, bir duygu olmaktan çıkar, bir hak ediş haline gelir. Kimi çocuk, sevildiğini bilmenin güveniyle büyür. Hata yaptığında bile değerinin eksilmediğini hisseder. Kimileri ise sevgiyi kazanmak zorunda olduğunu, kusursuz olmayı ve herkesin hoşuna gitmesi gerektiğini düşünür.
Sevilmeyen ya da yeterince sevilmediğini düşünen birey, hayatı boyunca bir eksikliğin peşine düşer. Onay da o eksikliğin geçici ilacı hâline gelir. Bir beğeni, bir teşekkür, bir övgü… Her biri kısa süreli bir rahatlama yaratır ama boşluğu tamamen dolduramaz. Çünkü o boşluk, kelimelerden çok sessizlikle açılmıştır. Sevilmeye aç olan bir ruh, zarar görmeye de bir o kadar müsaittir. Çünkü kim olduğuna göre değil, kim olması gerektiğine göre yaşar.
Onay kompleksinin kötü yanı, insanı kendi sesinden uzaklaştırmasıdır. Herkesin sevdiği biri olma çabası, sonunda kendini unutturan bir maskeye dönüşür. İnsan, bir başkasının alkışını kaybetmemek için kendi sessizliğini bastırır. Ancak bazen bu kompleks, dönüşebilirse, iyi bir olguya da evrilebilir. Çünkü fark eden kişi, yani onaylanma ihtiyacının farkına varan birey, artık kendi iç sesini duymaya başlayabilir. Sevilmenin dışarıdan değil, içeriden başlaması gerektiğini anlar. Böyle bir durumda onay, zincir olmaktan çıkar ve bir aynaya dönüşür. Ve insan, ilk kez gerçekten kendini görür.
Kendi Işığınla Var Olmak

Kendin olabilmek, insan yaşamının en zor ama en anlamlı yolculuklarından biridir. Çocuklukta başlayan ve yetişkinliğe uzanan bu yol; çoğu zaman başkalarının beklentileri, onayı ve yanlış yapılandırılmış ilişkilerle doludur. İnsan başkalarının gözüyle kendini tanımaya başlar, övgü ve takdirle şekillenen bir benlik inşa eder. Fakat gerçek kimliğe ulaşmak, dış dünyanın onayından bağımsız bir içsel sessizlikte saklıdır. Kendi ışığını bulmak, dış dünyanın gösterdiği yalancı parıltıya ayak uydurmaya çalışmadan kendi kendine parlamayı öğrenebilmektir. Bu yol ise cesaret, sabır ve kararlılık gerektirir.
Sevilmeden de Sevebilmek
Sevgisizlik, kalpte uzun süreli bir boşluk bırakır. Çocuklukta karşılıksız şekilde görülmeyen sevgi, duyulmayan bir “aferin”, görülmeyen bir başarı bireyin iç dünyasında derin bir eksiklik yaratır. Sevgisiz büyümek; güven eksikliği, yakın ilişkilerde kırılganlık, sürekli onay arayışı ve içsel huzursuzluk gibi türlü sonuçları beraberinde getirebilir. Bunların sonucunda oluşan boşluk öyle derinde gizlenir ki bireyin kendisi bile başlarda bunun farkına varamayabilir. Ancak birey sevgiye ihtiyacı duyduğunu fark ettiğinde, işte o an eksiklik kendini hatırlatır.
Sevebilmek öğrenilen bir dil gibidir, insan sevmeyi öğrenebilir. Sevilmeden de sevebilmek, eksik kalan parçaları fark etmekle başlar. Bu farkındalık, kişinin içsel dönüşümüne bir kapı aralar. Bir dostun samimi ilgisi, bir partnerin anlayışı veya sadece bireyin kendi içsel merhameti, kalpteki eksikliği kalıcı şekilde doldurabilir. Bu süreçte sevgi, artık bir ihtiyaç değil bir seçim haline gelir. Bir başkasına sunulan sevgi, kendi içindeki boşluğu kapatma fırsatı verir. Kişi sevilmese bile sevebildiğinde, kalbinde gerçek bir özgürlük bulur.
Onaysız da Var Olmak
Onay arayışı, bireyin çocukluğu gibi oldukça erken bir dönemden de gelebilen alışkanlıklardan biridir. Küçük bir çocuk, ebeveynlerinin bakışıyla kendini ölçerken, yetişkin bir birey de sosyal çevresinin alkışlarıyla kendi değerini biçer. Bu durumda onaysız da var olabilmek bu döngüyü kırmaya cesaret etmekle başlar. Kendi kararlarının sorumluluğunu almak, kendi doğrularına göre yaşamak ve başkalarının teyidini beklememek, onaysız da var olabilmenin ilk adımlarıdır.
Onaysız yaşamak, her adımda özgürlüğü deneyimlemektir. Bir düşünceyi ifade ettiğinde veya bir hayali gerçekleştirdiğinde, başkalarının alkışına ihtiyaç duymadan hareket edebilmek gerçek güçtür. İnsan, reddedilme korkusunu aştığında artık içsel güveniyle hareket eder. Başkalarının onayı, elleri bağlayan bir zincir değil bir seçenek haline gelir.
Cherry, Kendra. Maslow’s Hierarchy of Needs. Simply Psychology, 6 Jan. 2020, Web. Erişim tarihi: 18 Ekim 2025.
Cherry, Kendra. Social Identity Theory. Simply Psychology, 6 Jan. 2020, Web. Erişim tarihi: 18 Ekim 2025.
Ellemers, Naomi. Sosyal Kimlik Teorisi. Encyclopedia Britannica, 11 Ekim 2025, Web. Erişim tarihi: 18 Ekim 2025.
Leary, Mark. Mark Leary. Social Psychology Network, 6 Eki. 2023, Web. Erişim tarihi: 18 Ekim 2025.
McLeod, Saul. Unconditional Positive Regard. Simply Psychology, 19 Apr. 2023, Web. Erişim tarihi: 18 Ekim 2025.
Öne çıkan görsel OpenAI tarafından oluşturulmuştur.