“İnsan zekâsı yirminci asırda en alçak derecededir. İnsan kendi kendine kıyan, kendi başını kendi yiyen insan… Paraya tapan, paraya canını veren, Azrail’i utandıracak merhametsizlikler yapan insan budalalığı, menfaatlerini çiğneyen şuursuzluğu içinde ne müthiş bir mâhluk!” diyerek her şeyi özetlemiş aslında Suat Derviş.
Fosforlu Cevriye’nin Suat Derviş’i…
Türkiye’nin Wirginia Woolf’u…
Peki kimdir bu denli unutturulmaya çalışılan ama birilerinin eşleri, kızları olarak değil sadece kendi benlikleriyle var olmanın savaşını verenler sayesinde yani bizler sayesinde unutulmayacak olan Suat Derviş?
1903 yılında dünyaya gelen Suat Derviş dönemin en üretken, en göze çarpan kadın yazarlarından olmayı başarmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gazeteciliğe başlayan Suat Hanım, Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazetecidir. Aynı zamanda Devrimci Kadınlar Birliği’nin kurucusudur. Dönemin şartları düşünüldüğünde günümüzde bile oldukça gurur vericidir. Kendisinden yüz yıl sonra yaşayan kadınlar için bile bir devrimdir Suat Hanım.
Çocukluğundan itibaren yazmaya ve öğrenmeye ilgi duyan yazar, daha çocukluk çağında Fransızca ve Almanca öğrenir. Hayatının her gününü kendini geliştirmeye adayan Suat Hanım, Hezeyan adlı şiirini Nâzım Hikmet aracılığıyla Alemdar gazetesinin edebiyat ekine göndererek yayınlatmıştır. Henüz çocuk yaşta olmasına rağmen Mehmet Rauf’a göre “hassas bir ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi” idi. Hatta Mehmet Rauf Bey sayesinde tüm edebiyat dünyası Suat Hanım’ı böyle tanımıştır.
1927’de konservatuar eğitimi için Almanya’ya gönderilen yazar, Sternisches Konservatuarı’nda piyano dersleri almıştır. Ancak Almanya’da olduğu süre boyunca da yazmayı hiç bırakmamıştır. Öğrenciliği sırasında faşizme yakından tanık olan Suat Hanım bu duruma sessiz kalmamıştır. Suat Derviş için yazmak bir haykırış, baş kaldırıdır. Eğer tanıklık ettiği, karşı olduğu bu durumu yazmasaydı, kelimelere dökmeseydi susmuş olacaktı. Suat Hanım için susmanın, sessiz kalmanın ölmekten beter bir durum olduğu tahmin edilebilir. İşte bu yüzden yazıları edebiyat ve sanat dergilerinden siyasi gazetelere varana dek pek çok yerde yayımlanmıştır. Konservatuarı bitirmek üzereyken babası İsmail Derviş Bey’in ölümü üzerine Türkiye’ye dönmüştür.
Döndükten sonra da Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına girmeyi başarmış, pek çok gazetede yazıları yayımlanmıştır. Dönemin ses getiren ve önemli kadınlarından olsa da politik görüşü ve yaşamı yüzünden birçok sıkıntı çekmiştir. TKP(Türkiye Komünist Partisi) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik ile politik görüşü de pekişmiştir. Reşat Bey ile birlikte çıkarttıkları Yeni Edebiyat Dergisi yirmi altı sayı yayımlanmış, bu dergide hem öykü ve eleştiriler yazmış hem de genç yazarların tanınmasına vesile olmuştur. Aynı yıllarda Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi, Biz Üç Kardeşiz romanları yayımlanmıştır. Yine aynı yıllarda gurur duyduğu yazıları yüzünden TKP Soruşturmaları adı altında eşi Reşat Bey ile birlikte tutuklanmıştır. Hapisten çıktıktan sonra çok zor günler geçirse de eğitimi ve tecrübeleri sayesinde pek çok dilde çevirmenlik ve editörlük yapmıştır.
Ne kadar zor günler geçirirse geçirsin hiç boyun eğer miydi Suat Hanım? Eğmezdi. Nâzım Hikmet’in “ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; bir kere eğemedim bu kadının başını” dediği o kadın değil miydi? Sadece Nâzım Hikmet’e değil; faşizme, ayrımcılığa, eşitsizliğe, haksızlığa da başını eğmemiştir.
Yaşamına sıcak dostluklar, kardeşlikler ve aşklar sığdıran Suat Hanım hiçbir zaman birisinin eşi ya da kızı olarak anılmak istememiştir. Sadece kendisi olarak sesinin çıkmasını ve o sesin insanlara ulaşmasını istemiştir. “Ben buradayım, sadece ben Suat Derviş’im” diyecek kadar güçlü bir kadın olduğu için unutturulmak istenmiş ancak bugün bile hatırlanmayı başarmıştır.
“Ben yazar Suat Derviş’im. Kimsenin karısı olarak yâd edilemem.”
Edilemez, edilmedi de zaten. O yalnızca Suat Derviş olarak hatırlandı.
Tek amacı mutlu bir yuva kurup çocuk sahibi olmak olmayan Suat Hanım, toplumsal normlara uymadığı için “kötü” ilan edilmiştir. Eşlerine duyduğu sevgi bitince evli kalmak onun için bütün ayıplardan daha ayıp olduğu için üç -başarısız!- evlilik yapmıştır. Kendine saygısını yitirmeden bir hayat süren Suat Hanım için başarının evlilikle ölçülemeyeceğini çok net anlayabiliyoruz.
Eserlerinden söz edecek olursak,
-Kara Kitap
-Ne Bir Ses Ne Bir Nefes
-Hiçbiri
-Ahmed Ferdi
-Behire’nin Talibleri
-Fatma’nın Günahı
-Ben mi
-Buhran Gecesi
-Gönül Gibi
-Emine
-Hiç
-Çılgın Gibi
-Yalının Gölgesi
-Fosforlu Cevriye
-Ankara Mahpusu
-Aksaray’dan Bir Perihan
-Kendine Tapan Kadın
-İki Kadın İki Aşk
-Bir Haremağasının Hatıraları
23 Temmuz 1972 yılında hayata gözlerini yuman Suat Derviş Hanım’ın en bilindik ve en önemli eseri Fosforlu Cevriye‘dir. Fosforlu Cevriye denilince ne kadar akıllara Türkan Şoray gelse de özü Suat Hanım’dır. Yazarın, ölümünden bunca yıl sonra bile adından yalnızca Suat Derviş olarak söz ediliyor olması; tam da onun istediği gibi, kimsenin eşi ya da kızı olarak değil sadece kendisi ve eserleriyle anılması okurları ve sevenleri için bile çok gurur verici. Feminizmin savunucusu, haksızlığın karşıtı sesi hep gür çıkan gururlu kadın Suat Derviş… İsminden ne kadar övgüyle bahsetsek hep eksik kalacak. Bu yüzden yazımızı yazarın en sevilen sözleriyle bitiriyoruz.
“Dünyada hiçbir şey üzülmeye değmez.”
“Hayat ummaktı. Hayat her şeydi.”
“Beni hayal değil, hayat alakadar ediyor. Çünkü hayat ve hakikat en güzel rüyadan, en parlak hayalden çok daha zengin, çok daha cazip…”
“Halbuki kocaların içinde ne sakiller, ne gebeşler, ne huysuzlar, ne andavallılar vardır”, diye düşünüyor, “zavallı nikahlı karılar!” diye içinden onlara acıyordu…”
“Cevriye ölümü imkanların en sonuna kadar mubah görmüyordu. Hiçbir şeyin kalmadığının zannedildiği zamanda bile ümit vardı. Çünkü hayat sayısız ihtimal ve imkanlar demekti.”
“Istırabını başkalarına söyleyen ve ıstırap çektikçe başkalarına da ıstırap vermesini seven kadınlardan değildi. Azap ve ıstırabı bir suç gibi gizleyen kuvvetli ve mütekebbir kadınların cinsindendi.”
“Ben zararsız kadınım; sen aşktan kork!”
“Kendisini içine atmak istediği bu ateşten nasıl kurtulacaktı?”
“Niçin saklanıyorsunuz? Niçin hissettiklerinizi hissetmekten utanıyorsunuz? Siz daima kendinden emin olan, kendinden mağrur olan siz… Kalbiniz o kadar gülünç mü? Niçin bu dakikada kalbinize gören gözlerle bakmıyorsunuz?”
“Ben düşündüğüm, his ve zannettiğim şeyleri olduğu gibi söylemek cesaretini ve hakkını kendinde bulan bir insanım. Bunun için herhalde beni ayıplamazsınız.”
Hasretle ve saygıyla..
Kaynakça:
- Suat Derviş, Türkiyeli Kadın Yazarlar Veritabanı
- “Atacan Atakan, “Unutulmuş Bir Portre: Suat Derviş”, Agos Gazetesi
- Suat Derviş, Fosforlu Cevriye
- Suat Derviş, Çılgın Gibi



