Semih Kaplanoğlu Kimdir?
Semih Kaplanoğlu 1963 yılında İzmir Karşıyaka’da doğdu. Eski bir Rum evinde büyüdü ve orası onun için çok özeldi. Kaplanoğlu, büyüdüğü evden “Anlatmayı, dinlemeyi ve kaydetmeyi seven bir evdi bizimki” diye bahseder. Mahallesinde gayri Müslimler yaşıyordu. Bu sayede kozmopolit ve renkli bir hayatı oldu. Babasının doğduğu yer yönetmen için önemlidir. Kaplanoğlu toprak ve doğayla ilişkisinde Tire‘nin etkili olduğunu söylemiştir.
Sinemadaki Yeni Dalga’nın ilk dönemlerinde Paris’te yaşayan babasının filmlere olan merakı, Kaplanoğlu’nun çocukluğunu sinema dolu bir evde geçirmesini sağladı. Ailesiyle film izleyerek büyüdü ve bu sayede sinema kültürünün içinde yetişti. Babasıyla İzmir’deki Fransız Kültür Derneği‘ne sık sık giden yönetmen, böylece dünya sinemasıyla erken yaşta tanışma fırsatı buldu. Kaplanoğlu’nun sinemaya ilgisi sadece izlemek üzerine değildi, aynı zamanda babasıyla beraber 8mm kamerayla filmler yapmaya da çalışmıştı. Sanatını beslemek için resim, heykel ve yazıyla da ilgilenmiş, sergilere gitmişti.
Üniversite seçimini çocukluk hobisi üzerinden yapan Kaplanoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümünü okudu. Mezuniyet tezini, TRT kameramanı bir tanıdığından temin ettiği parça filmlerle çektiği “Meşru Olmayan Bir Aşkın Parçalanmış Portreleri” ile verdi. Sonrasında Saatchi&Saatchi ve Young&Rubicam reklam şirketlerinde reklam yazarı olarak kariyerine başladı.
Kaplanoğlu sinemaya adım atmadan önce belgesellerde kamera asistanı olarak çalıştı. Televizyon kanalları için dizi senaryoları yazıp yönetti ve gazetede köşe yazarlığı yaptı. Dergilerde şiirleri ve makaleleri yayımlandı. İlk uzun metraj filmini çekmeden önce bütün bu işlerini bir anda bıraktı ve “Herkes Kendi Evinde” adlı filmini çekerek sinemaya girdi. Kendisini tamamen bu alana adayan yönetmen, ilk filmiyle birçok ödülün yanı sıra yurt içi ve yurt dışında festivallere katıldı. Filmleri, ulusal ödüller de dahil olmak üzere birçok ödülle taçlandırılan yönetmen, Bal filmiyle 60. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı En İyi Film ödülünü kazandı.
Semih Kaplanoğlu’nun Sineması
“Sadece gerçekçiliğe ya da sadece metafiziğe yaslanmak hakikati tam olarak çevrelemeyebilir. Biri katı bir natüralizme, diğeri gerçeklikten kopuk fanteziye kayabilir. Bu iki ucu birleştiren şey, gerçekliğin içindeki maneviyatı ve maneviyatın içindeki gerçekliği içermeli. Bunu içerdiğinde izleyici filmle kendi hayatı arasında bir bağlantı kurabilir. Biz sadece gerçekle yaşamıyoruz; mananın, görünenin arkasını da arıyoruz. Ben o dengeyi arıyorum. Tıpkı bize yaşamamız önerilen hayat gibi.”
Kaplanoğlu kendi sanatını bir “Durum Sineması” olarak nitelendirir. Durum kelimesini, belli bir zaman kesiti içinde, bir şeyi belirleyen koşulların tümü olarak kısaca açıklayabiliriz. Yönetmenin filmlerine baktığımızda ise bir insanın odağa alınıp onun hayatını oluşturan koşulların neler olduğunu ve etkilerini gözlemleriz. Durağan bir şekilde ilerleyen filmlerinde birçok metaforun, alegorinin ve simgelerin yer aldığını fark ederiz. Dini-metafizik düşünceden ilham alarak, görünenin ötesindeki anlamları minimalist bir yapıyla sinema perdesine yansıtmıştır. Kaplanoğlu’nun sineması sadeleştikçe derinleşir ve böylece tinsel alana daha fazla ulaşır.
Maneviyata ve doğaya önem veren yönetmen, gelenekselliği kullanarak hikâye kurgusu oluşturmayı tercih etmiştir. Yalnızlık, ölüm, geçmiş, ev, anneyle bağ, babanın kaybı, aidiyet gibi evrensel kavramlar üzerinden taşra hayatındaki bireyin iç dünyasıyla, içinde bulunduğu koşulların çatışmasını aktarır. Bireyin huzuru bulabilmesi için kaderine sahip çıkması gerekir. Kaplanoğlu’nun sinemasında bireyin köklerinin bulunduğu yere sahip çıkması, olmaması gerekenin düzeltilmesi için harekete geçmesi ve değiştirilemeyecek olanınsa kabul edilmesi huzur ile ilişkilendirilir.
Herkes Kendi Evinde (2001)
Sinemasının merkezine insanı yerleştiren Kaplanoğlu, bu filminde Selim, Nasuhi ve Olga karakterleri üzerinden bir hikâye anlatır. Anne ve babasını kaybetmiş olan Selim’in Amerika’ya gitmek gibi bir hayali vardır. Bunun için yeşil kart çekilişini kazanmıştır; fakat yıllar önce Rusya’ya kaçan ve bir daha kendisinden haber alınamayan amcası Nasuhi, Selim’e Türkiye’ye döneceğini söyleyen bir mektup gönderir. Selim, amcasını karşılar ve onu evine getirir. Bir gün Nasuhi ile Olga’nın yolları kesişir. Olga, babasını aramak için Rusya’dan İstanbul’a gelmiştir. Evinden uzaklaşmak isteyen Selim, yıllarca evinden uzak kaldıktan sonra geri dönen Nasuhi ve evinden uzakta olan Olga üzerinden “İnsanın evi neresidir?” sorusu sorulur. İnsanın bir eve sahip olması gerektiği ve duyduğu özlem çerçevesinde ev, aidiyet, kimlik ve gurbet kavramları sorgulanır. Fakat filmin sonunda kimse aradığını bulamamıştır. Selim Amerika’ya gider, Nasuhi kendisini ait hissettiği taş evi terk etmek zorunda kalır, Olga ise nereye ait olduğunu çözememiştir.
Meleğin Düşüşü (2005)
Meleğin Düşüşü filminde, Zeynep ve onun hayatında dönüm noktasını sağlayan Selçuk’un hikâyesi anlatılır. Şehrin varoşlarında yaşayan ve bir otelde temizlik görevlisi olan Zeynep, eve sarhoş gelen babasının tacizlerine maruz kalır. Kaderine boyun eğmiş olsa da bir kurtuluş yolu aramaktadır ve bunun için yatırlara, camilere giderek dua eder. Burjuva hayatı süren Selçuk ise eşinin ölümüyle baş etmekte zorlanır ve onun kıyafetlerini başkasına vermek ister. Bunlar bir tanıdık vasıtasıyla Zeynep’e verilir. Bavulun içindeki kıyafetlerin etkisiyle Zeynep kadınlığını fark eder. Farklı bir kişiliğe bürünen Zeynep, yine sarhoş gelen babasıyla yaşadığı tartışmada bastırdığı bütün nefreti açığa çıkarır. Babasını öldürür ve cesedini bir bavulun içine koyarak denize atar. Artık özgürdür. Suç ve cezanın sorgulandığı bu filmde, cennetten kovulan melekler ve meleğin düşüşü gibi kutsal hikâyelere göndermeler vardır.
Yumurta (2007)
Yumurta, adını Hz. Yusuf’tan alan karakterin hikâyesini anlatan üçlemenin ilk filmidir. Arayış ve yolculuk temalarını işleyen bu üçlemede, karakterin hayatının parçalarını geriye doğru izleriz. Olgunluk dönemini anlatan bu filmde, İstanbul’da sahaf dükkanı işleten Yusuf annesinin ölüm haberini alınca Tire’ye yani kasabasına geri döner. Köklerinin olduğu yer, Yusuf’u içsel bir yolculuğa sokar. Hapsolduğu kuyudan çıkabilmesi için kendisini bulması gerekmektedir. Bir an önce İstanbul’a dönme çabaları ise sonuçsuz kalır ve sonunda dönüşümünü gerçekleştirerek, ait olduğu yerde huzuru bulur.
Süt (2008)
Gençlik dönemini anlatan Süt filminde, Yusuf büyük bir tutkuyla şiir yazıp, yazdıklarını edebiyat dergilerine gönderir. Bir yandan da süt satarak, pazarcılık yaparak annesine yardım eder. Yusuf askerlik muayenesi için İzmir’e gittiğinde, epilepsi nedeniyle çürük raporu alır. Eve geri döndüğünde de annesinin, istasyon şefiyle olan ilişkisini öğrenir ve adamı öldürmeye karar verir. Bunu gerçekleştiremez ama annesinden ve evinden uzaklaşır.
Bal (2010)
Çocukluk dönemini anlatan Bal filminde Yusuf ilkokula gider. Doğu Karadeniz’in bir köyünde ailesiyle birlikte yaşayan Yusuf’un diğer filmlerde görülmeyen babasını görürüz. Babası Yakup ormanda bal üretir. Dünya ve hayat ile ilişki kurma çağında olan Yusuf da bazen babasıyla ormana gider. Bir gün Yakup gittiği ormanda kaybolur ve eve geri dönmez. Yusuf rüyasında hep babasını görür. Okumayı söküp eve koşarak döndüğü gün, babasını kaybettiğini öğrenir ve ormana kaçarak, bir ağacın altında uykuya dalar.
Buğday (2017)
Buğday filmi distopik bir gelecekte geçer. İklim değişikliği nedeniyle yaşam yok oluşa doğru gider. Tohumların genetiğiyle oynanmıştır ve yaşamın en önemli besini olan buğday bile tükenmek üzeredir. Filmde buğday ve nefes metaforları kullanılır. Buğday dünyevi olanı temsil ederken, nefes ebedi olanı temsil eder. Cemil ve Erol’un zor koşullar altındaki yolculuğu, Musa ve Hızır Peygamber’in yolculuk hikâyesine çok benzer. Bilime inanan Erol zamanla, Cemil’in insan ve doğa ilişkisi, insan egosunun nasıl bir yıkıma sebep olduğunu savunan görüşleri doğrultusunda değişir. Filmde “Buğday mı, nefes mi?” sorusunun cevabı nefes olması gerektiği savunulur çünkü ebedi olana ulaşmak için ego ve bilimi bırakıp, kalple ulaşılmalıdır.
Bağlılık Aslı (2019)
Modern anne eleştirisinin yapıldığı Bağlılık Aslı filmi, doğum yapan bir kadının doğumdan 6 ay sonraki sürecini kapsar. Aslı, bir an evvel bankadaki işine geri dönebilmek için bebeğini sütten kesmek ister. Aynı zamanda da bir bakıcı arar. Aslı’yı huysuz, depresif ve bebeğiyle bağlılık kuramayan bir anne olarak izleriz. Bebeğine ve çevresindekilere karşı kayıtsız davranan Aslı’nın yaşadığı problem geçmişine dayanır. Küçük yaşta annesi tarafından terk edilmiştir ve bunun acısını atlatamadığı için ilişki kurmakta zorlanır. Aslı, bakıcı olarak hayatına giren Gülnihal’in etkisiyle kaçtığı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır.
Bağlılık Hasan (2021)
Kasabada yaşayan modern müslüman eleştirisinin yapıldığı Bağlılık Hasan filmi, babasından kalma tarlalarda çiftçilik yapan Hasan’ın hikâyesini anlatır. Hasan, ekip biçtiği tarlasına yüksek gerilim hattı direğinin ve trafonun dikileceğini öğrenir. Ürünlerin zarar görmesini engellemek ister. Bu yüzden kararın değiştirilmesin için belli kişilerle görüşmeye başlar. Bu sırada karısıyla birlikte, üç yıldır bekledikleri Hac sırasının geldiğini öğrenir. Mekke‘ye gitmeden önce borçlarını kapatması ve hatalı davrandığı insanlarla helalleşmesi gerekir. Bu süreç Hasan’ın içsel bir yolculuğa girmesini sağlar.
Kaynak:
Gergerlioğlu, Hasan Serdar. “Semih Kaplanoğlu Sineması Üzerine Sosyolojik Bir Deneme”. Yüksek Lisans Tezi, 2013
Özçınar, Meral. “Semih Kaplanoğlu Sinemasında Hakikat Arayışının Buğday Filmi Üzerinden
Okunması”. Dergipark, 2019











