Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı 1977 Yılı Selvi Boylum Al Yazmalım, 2015 yılında halk oylamasıyla “100 Yılın En İyi Türk Filmi” seçilmilştir. Türkan Şoray ve Kadir İnanır ile taçlandırılan, bugün bile ilgiyle izlenen bu klasik, gerçekte Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un “Kırmızı Eşarp” adlı kitabından senaryolaştırılmıştır.
“Sevgi emek ister” sözünü irdeleyen bu kitap, Kamyon şöförü İlyas’ın bir tren yolculuğu sırasında, daha önce karşılaşıp kamyonuna almadığı gazeteciye, o zaman neden istediği yere götüremeyeceğinin gerekçesini anlatırken, hayatındaki büyük aşkını ve hissettiği pişmanlığı gözler önüne serer. O anlatırken, tıpkı filmlerde olduğu gibi, okuyucu da romanın içine girer ve aşkın güzelliği ile, inatçı bir kişilikle yoğrulmuş bir hata sonucu başka yerlere yol alan hayat hikayeleri ile karşılaşır.
Film çekimi sırasında Türkan Şoray filmin sonunu değiştirmek isteyip İlyas ile Asya’yı birleştirmek istese de kitaba sadık kalınmış sonunda aşkın değil emek verenin kazandığı adaletli bir dünya yaratılmıştır.
Hala bu filmi izlemediyseniz, önce Cengiz Aytmatov’un kitabını okumalısınız; çünkü alıntılarda göreceğiniz gibi; aşkın bu kadar doğal ve yumuşak anlatımını, içten duygu dolu itirafları, ne bir filmde ne de başka yerde görebilirsiniz.
“…Başından geçenleri anlatırken olayları yeniden yaşayan, arada bir susup düşüncelere dalan biri için araya girmemek daha iyiydi”(sf 12).
“Çizmeler kıpırdandı, gitmek niyetiyle yana doğru döndü. O zaman ben de arabanın altından çıktım. Bir baktım, incecik bir kız durmuyor mu karşımda? Kaşları öfkeyle çatılmış, al yazmalı, babasının olduğu anlaşılan, üstüne bol gelen bir ceket giymiş dal gibi bir kız” (sf 16).
“Kütüphaneden geliyordum. Arabanın izini görünce tanıdım dedi. Bu karşılık benim için ‘seni seviyorum’ demek kadar değerliydi. Demek düşünüyordu beni, teker izlerini arayacak kadar aklındaydım” (sf 35).
“Köpüklü mavi dalgalar, el ele tutuşmuş gibi, birbiri ardından sarı kumlara doğru koşuşuyordu. Dağların arkasından geçen güneşten dolayı uzaktaki sular pembeleşti. Gölün karşı yakasında tepeleri karlı mor dağlar yükseliyordu. Kül rengi bulutlar toplanmıştı çevrelerine” (sf 36)
“Bir kimseye karşı bu denli içimin kaynayacağını, birini korumanın, yakınlık göstermenin bu denli hoşuma gideeğini hiç bilmezdim. Kulağına eğilerek, ‘kimsenin seni üzmesine göz yummayacağım; selvi boylum, al yazmalım benim’, diye fısıldadım” (sf 38).
“…Dostluk yalnız kara günde değil, iyi günlerde de belli olurmuş” (sf 40).
“Asel’in yüzünün zayıflığı o anda çarptı gözüme: Hastalanan ben miydim yoksa o mu?Gözlerini mor halkalar çevirmiş, zayıflayıp çökmüştü. Hani rüzgar puf dese uçuverecek. Üstelik çocuk da kucağında? Hemen kararımı verdim: ‘oğlum yan gelip yatmanın sırası değil, karını düşün biraz!’” (sf 51).
“Acıyan bakışlarını yüzüme çevirdi Kadiça. Bana bağıracak, ağlayacak diye ödüm patladı. ‘Ne olur bırak. Sonra, başka yerde yaparsın.’ dercesine baktım. Ne dediğimi anladı, hiç ses etmedi” (sf 70).
“… Oysa fazla zorlamayacaksın kendini, yaşamdan alabildiğin kadarına razı olacaksın. Yazgısıyla fazla oynamamalı insan” (sf73).
“… Elimin altında kalp atışlarını duydum. Sanki çoktandır beklediği bir şeyin hemen olmasını ister gibi çrpıyordu kalbi” (sf 74).
“… Bakışlarımın ok gibi öldürücü olmasını istedim o anda. İkimiz de bir an donup kalmıştık” (sf75).
“Dizlerimin bağı çözüldü, oraya yığılıvereceğim sandım. İçime öyle bir karamsarlık çöktü ki o anda ölmeyi seve seve göze alabilirdim” (sf 77).
“Soyunmama yardım etmek için yaklaşınca ittim onu. Utancımı kabalıkla gizlemeye çalışıyordum” (sf 80).
“Ah Asel, sevgili Asel! Ruhunun temizliğiyle, bana bağlılığıyla beni evden ve kendinden uzaklaştırdığını biliyor muydu acaba?” (sf 83).
“Oğlumu kaptığım gibi kucağıma aldım. Süt kokan körpe vücudunu bağrıma bastım. Onun bebek kokusu, Asel gibi değerliydi benim için” (sf 84).
“Yakılmadan bırakılan kapkara sobadan insanın yüzüne soğuk, ürpertici bir hava çarpıyordu sanki. ‘Asel!’ diye fısıldadım korkuyla, ‘Asel!’ diye karşılık verdi duvarlar…” (sf 86).
“… Ama saymak başka şeydi, sevmek gene başka şey. Hele eşlerden biri sever, ötekinde böyle bir duygu olmazsa, bence o yaşam yaşanmaya değmez” (sf 90).
“Gerçek aşkın, sevmenin ve sevilmenin ne demek olduğunu bilmesem belki de onunla kalırdım. Bu sevgi konusu kolay anlaşılacak şey değildir” (sf 92).
“Düşteymiş gibi yapıyordum herşeyi. Görünmez bir el yüreğimi sıkıyordu sanki” (sf 103).
“Vakit gelir ben de evlenirim, herkes gibi benim de evim barkım, çoluk çocuğum olur. Yeni dostlar, arkadaşlar edinirim. Yalnız hiçbir zaman ele ir şey var, o da ebediyen yitirdiğim aşkımdır” (sf 141).