Savaş; tarihin her döneminde var olmuş ve egemenlik kurmak, işgal etmek, haklarını korumak gibi pek çok sebeple ortaya çıkmıştır. Tarihte her zaman bir toplum diğerlerinden daha üstündür, bir insan diğerlerinden daha çok tanınır. İnsanlar her zaman savaşır ve bunun sonucunda ya evlerine zaferle döner ya da kayıplarını canlarıyla öderler. İnsanlık var oldukça savaş fikri de var olacaktır. Ancak savaşın geleneksel anlayışı, okumuş ve araştırmış insanların artmasıyla birlikte zamanla değişikliğe uğrar. İnsanlar yazdıkça ve bunu diğer nesillere aktardıkça savaş haklı ya da gururlu bir sebepten çok, vahşi ve anlamsız bir çatışmadan ibaret hale gelir. İnsanlar yazarlar ve yazdıkça savaşın gerçek yüzü aydınlanır. Bunun sonucunda savaşın etkileri kaçınılmaz olarak romanlara konu olur ve karakterlere yansır.
Mrs. Dalloway – Virginia Woolf

I. Dünya Savaşı, tarihin tanıklık ettiği en büyük ve en yıkıcı savaşlardan biri olarak mazideki yerini alır. Bu savaşın büyüklüğü, pek çok kitaba konu olmuş ve yazarların eserlerine ilham vermiştir. Mrs. Dalloway romanı da, I. Dünya Savaşı’nın insanlar üzerindeki travmatik etkilerini anlatmak için belirli karakterlerin bir gününden bahseder. Bütün karakterler, savaştan payını almıştır ve bütün eylemlerinin arka planında bunun etkisini yaşarlar. Savaşta pek çok insan ölmüştür. Ancak bu acıyı ve çaresizliği yaşamak için yalnızca fiziksel bir acı yaşamak gerekmez. Bazı insanlar, bedeni sapasağlam olsa da geri döndürülemez bir parçalarını kaybederler. Bazı insanların ruhu ölür, paramparça olur ve mutluluk denen şey, onlar için yalnızca geçmişe dair bir anı olarak kalır.
Clarissa modern dönemin yüksek sınıfından standart bir kadın gibi görünür. Evinde parti düzenler, politikadan zengin bir eşe sahiptir. Mrs. Dalloway ünvanı ile saygın bir rütbeyi taşır. Ancak Virginia Woolf‘un her karakteri gibi Clarissa da yalnızca bu etiketler ile sınırlandırılamaz. Aslında Mrs. Dalloway, Clarissa’nın geçmişinin üstüne yayılmış bir zehirdir ve günden güne onu yok eder. Geçmişteki Clarissa mutludur, gerçekten yaşamanın ne demek olduğunun farkındadır. Hoşlandığı insanlar, yanında eğlendiği arkadaşlar, en önemlisi ise özgür olduğunu bildiği bir ruhu vardır. Ancak savaş onun elinden her şeyini alır. Savaş onun mutluluğunu alır, ideallerini alır, özgürlüğünü alır, ruhunu alır ve tıpkı yok ettiği canlar gibi bunları da paramparça eder. Clarissa’nın elinde, geriye kalan tek şey bedeni olur. Adını bile kaybeder. Artık Clarissa değildir, yalnızca Mrs. Dalloway ünvanı ile yaşayan bir ölü haline gelir. Çünkü yaşamak için gerekli olan bir şeyi modern zamana teslim eder, ruhunu savaş ile birlikte kaybeder.
Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley

Cesur Yeni Dünya, II. Dünya Savaşı ve o dönemde yaşanan Büyük Buhran gibi toplu bunalım olaylarından etkilenir. Kitap doğrudan savaş hakkında yazmaz ancak savaşın etkileri her zaman arka plandadır. I. Dünya Savaşı ile teknolojiye ve geleceğe dair tüm inançlar yok olmuş ve yerini gelişime karşı bir korkuya bırakmıştır. Teknoloji artık alternatif bir çözüm değildir, milyonlarca insanın katledilmesine sebep olan bir aracıdır. Modern silah ve bombaların üretilmesine sebep olan, tarihin bir dönemini ortadan kaldıran şeydir. Bütün bu düşünceler, Aldous Huxley‘in distopyası “Cesur Yeni Dünya“yı ortaya çıkarmıştır. Cesur Yeni Dünya, teknolojinin ve bilimin insanı nasıl kontrol ettiğinden ve onun bireysel özgürlüğünü nasıl ele geçirdiğinden bahseder. Mutlu olduğunu düşünen tüm karakterler, aslında birileri tarafından kontrol edilmekte ve yönetilmektedir. Kendi kararları yoktur, irade ve düşünceleri yoktur. Geçmişte yaşanan savaş ve böyle bir dünyaya geri dönüş olasılığı onları korkuttuğu için teknoloji tarafından kontrol edilmeyi haklı bulur ve sorgulamazlar. Kitap, bu durumu sorgulayan ana karakterin yaşamını ve etrafındaki kabullenmiş insanlarla ilişkisini konu edinir.
Dönüşüm – Franz Kafka

Franz Kafka tarafından yazılan Dönüşüm kitabı, Dünya Savaşları’nın etkilerinin görüldüğü bir başka romandır. Dünya Savaşı’nın insan üzerindeki etkisini ele alır. Bu dönemde, o kadar çok insan birbirini öldürmüş ve o kadar travmatik etkiler yaşanmıştır ki artık insanın bu dünyada değerli bir yeri kalmamıştır. İnsanın böylesine değersiz hale gelişi, Dönüşüm romanının ana konusudur ve bir sabah uyandığında ansızın böceğe dönüşen Gregor Samsa‘nın yaşamına odaklanır. İnsanın modern dünyadaki yeri ve toplumsal insandan ziyade bireysel insana doğru bir dönüşüm, kitapta etkisini gösterir. Samsa’nın böceğe dönüşmesine rağmen aklına ilk olarak işe gitmek zorunda olduğunun gelmesi, insanın nasıl makineleştiğinin bir göstergesidir. Dünya Savaşları, insanın tüm geçmiş değerlerini ortadan kaldırmış ve onu modern toplumun basit bir metası haline getirmiştir. Artık insanın hiçbir değeri yoktur, insanın yaşaması ya da inanması için hiçbir sebep yoktur. Artık insan, bu dünyada bir böcek kadar absürt ve önemsizdir.
İki Şehrin Hikayesi – Charles Dickens

Charles Dickens tarafından yazılan İki Şehrin Hikayesi, büyük idealler ile başlayıp kanlı bir savaş olarak biten Fransız Devrimi’nden bahseder. Kökeni aristokrat olan ana karakter Charles, bu kökeninden kaçar ve ondan nefret eder. Ancak yine de devrimcilerin öfkesinden kaçamaz ve hapse mahkum edilir.
Fransız Devrimi, köylülerin haklarını savunmak için yaptığı bir devrim olarak başlamış ancak aristokratlara yapılan vahşi muameleler ile devam etmiştir. Bu durum, romanın da temel konusunu oluşturur ve Avukat Carton‘un trajik sonuna sebep olur. Carton, ana karakter Charles’i idamdan kurtarmak için onun yerine geçer ve giyotinle öldürülür. Fransız Devrimi’nin etkileri, karakterler üzerinden anlatılır ve yalnızca köylülerin değil, aristokratların da bu süreçte ne kadar acı çektiği gösterilir. Şiddet ve kan ile ilerleyen bir süreç, ne olursa olsun mutlu sonla bitemez.
Çanlar Kimin İçin Çalıyor – Ernest Hemingway

Ernest Hemingway‘in bu eseri, savaş edebiyatının başarılı örneklerinden biridir. Savaşın anlamsızlığını, yazarın da direkt olarak tecrübe ettiği bir savaş üzerinden anlatır. Bu eser, İspanya İç Savaşı’nın sosyal ve siyasal problemlerine başarılı bir şekilde değinir. Tarafsız bir bakış açısıyla kendini haklı çıkarmak isteyen herkesin, düşman ile aynı noktada olduğundan bahseder. Savaşta haklı çıkarılacak bir durum yoktur. İki taraf da aynı noktada durur yalnızca biri diğerinden farklı bir fikri savunur. Ana karakter Robert da, bunun bilincine vararak kendini savaşın dışında tutma fikrine odaklar. Ancak bundan kaçış olmayacağının da bilincindedir. Çünkü görevi, faşistler için fazlasıyla önemli bir yer kaplayan bir köprüyü havaya uçurmaktır. Böylesine merkez bir roldeyken, kurduğu hayaller anlamsız hale gelir. Bacağı kırılan Robert, geride kalarak bütün hayallerine ve sevgilisine veda eder. Birinin esiri olmak istemediği için kendini öldürmek zorunda kalır. Kitap başından sonuna kadar savaşın anlamsızlığına, sebepsiz ölümlere, idealleri uğruna her şeyi yapmaya gönüllü olan insanlara odaklanır. Yalnızca İspanya İç Savaşı değil genel anlamda savaş fikrinin insanlara getirdikleri yansıtılır. Savaş bazıları için sıkı bir şekilde tutunduğu seçimler ve bunların sonuçları iken bazıları içinse masumların kurban edildiği anlamsız bir oyundan ibarettir.