Lev Nikolayeviç Tolstoy’un, 1869 yılında yayımlanan ”Savaş ve Barış” romanı, Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir. Yazılmış en uzun romanlar arasında bulunan bu yapıt, başlığı ile bir bağlam oluşturarak Rusya’nın savaştaki durumunu ve karakterlerin hikayelerini anlatmaktadır. Tolstoy’un en bilinen sözlerinden biri olan ”Yiyordu, içiyordu, uyuyordu, uyanıyordu ama yaşamıyordu.’’ bu kitapta yer almaktadır. Savaş, aşk, dostluk, aile gibi kavramlar üzerine kurulan bu romandan sizler için alıntılar derledik. Keyifli okumalar.
1. ”- Her şeyden önce sevgili dostum, sağlığınız nasıl? İçimi rahatlatın. +Sağlığım nasıl olabilir… duygusal olarak bu kadar acı çekerken? Bu devirde duyguları olan birinin iyi olabilmesi mümkün mü?” (1.cilt s.16)
2. ”-Herkes savaşa girme kararını kendi verseydi, hiç savaş olmazdı.
+ Bu çok iyi olurdu.
-Büyük ihtimalle çok iyi olurdu ama hiçbir zaman olmayacak…’’ (1.cilt s.48)
3. ”Asla, ama asla evlenme dostum; sana tavsiyem olsun, kendine yapabileceğin her şeyi yaptığını söylemedikçe, seçtiğin kadını sevmekten vazgeçmedikçe, onu iyice görüp tanımadıkça evlenme, yoksa çok kötü ve geri döndürülemez bir hata yapmış olursun.” (1.cilt s.52)
4. ”Sen bunu hiçbir zaman anlayamayacaksın,” dedi, ”çünkü sen hiçbir zaman hiç kimseyi
sevmedin; senin kalbin yok, sen Madame de Genlis’ten başka bir şey değilsin ve senin en büyük zevkin başkalarını mutsuz etmek.” (1.cilt s.77)
5. ”O kadar saf ve şair ruhlu ki onunla yaptığım konuşmalar, kısa süreli olmalarına rağmen
şimdiye kadar büyük acılar çeken zavallı yüreğimin en tatlı mutluluklarından biri oldu. Nasıl
vedalaştığımızı ve ayrılırken neler söylediğimizi bir gün size anlatırım. Anıları hala çok taze.
Ah! Sevgili dostum, bu zevkleri ve bu yürek parçalayıcı acıları bilmediğiniz için mutlu
olmalısınız. Mutlu olmalısınız çünkü en son yaşanılanlar genellikle en şiddetlisi oluyor!’’ (1.cilt s.144)
6. ”O zaman, o kadar kötülediğiniz ayrılık, sizin üzerinizde yaratması beklenen etkiyi
yaratmamış. Ayrılıktan şikayet ediyorsanız – ya sevdiklerinizden ayrı kalmış bendeniz şikayet etmeye kalksaydım neler demeliydim?” (1.cilt s.148)
7. ”Herkesin durumunu anlamak gerek. Her şeyi anlamak, her şeyi affetmektir.” (1.cilt s.163)
8. ”Görüyor musun dostum,” dedi, ”sevmediğimiz zaman uykuda gibiyiz. Külden yaratılmışız çocuklarız… ama sevdiğimiz zaman, Tanrı’nın yarattığı ilk günkü kadar temiziz…” (1.cilt s.200)
9. Düşman ateşi kesmiş, iki orduyu birbirinden ayıran sıkı, korkutucu, erişilmez, soyut çizgi daha açık bir biçimde hissedilir hale gelmişti. ”Canlıları ölülerden ayıran çizgiyi hatırlatan bu çizginin bir adım ötesi bilinmezlik, acı ve ölümdür. Orada ne var? Kim var? Orada, boşluğun, ağacın, güneşin aydınlattığı çatının ardındaki ne? Kimse bilmez ama herkes bilmek ister; insan bu çizgiyi geçmeye korkar ama geçmek ister ve bilir ki er geç onu geçmek, orada, çizginin diğer tarafında ne olduğunu öğrenmek zorunda kalacak, orada, ölümün öte tarafında ne olduğunu kaçınılmaz olarak öğrenmek zorunda kalacağı gibi. Halbuki insan güçlü, sağlıklı, neşeli, öfkelidir ve çevresi de kendisi gibi sağlıklı, öfkeli, heyecanlı insanlarla sarılıdır.” (1.cilt s.218)
10. Aklından “Ölmekten başka yapacak bir şey kalmamışsa,’’ diye geçirdi, “eğer ölmem gerekiyorsa! Bunu da herkesten daha iyi yaparım!” (1.cilt s.250)
11. “Ama dostum, ben bunu kendim için, kendi vicdanım rahat etsin diye yaptım, hem teşekkür istemez. Hiç kimse, hiçbir zaman çok sevildiği için şikayet etmemiştir; ayrıca özgürsün, istersen yarın bırak bu görevi.” (1.cilt s.307)
12. “Öyleyse artık her şey kararlaştırıldı!” diye düşündü, “Bütün bunlar nasıl oldu peki? Hem de ne kadar çabuk! Artık biliyorum, bir tek onun için değil, bir tek benim için değil, herkes için kaçınılmaz olarak gerçekleşmek zorunda. Bunu bekliyorlar, bunun olacağına öyle inanıyorlar ki onları hayal kırıklığına uğratamam, yapamam. Ama nasıl olacak? Bilmiyorum; ama olacak, mutlaka olacak!” (1.cilt s.318)
13. İçinden bir ses, “Bu mutluluk senin için değil,” diyordu, “bu mutluluk senin sahip olduklarına sahip olmayan insanlar için.” (1.cilt s.320)
14. “Aşkın getireceği mutluluk, bir erkeğe duyulan dünyevi bir aşk onun için mümkün müydü?” (1.cilt s.332)
15. ”Bana verilen görev farklı,” diye düşünüyordu. Benim görevim başka bir türlü mutlulukla, sevginin ve fedakarlığın mutluluğuyla mutlu olmak. (1.cilt s.349)
16. O başka ses, “Peki ya sonra?” diye soruyor, “Peki ya sonra bunları yapmadan önce on kere yaralanmaz, ölmez ya da ihanete uğramazsan sonra ne olacak?” Prens Andrey kendi kendine yanıt veriyor: “Peki ya sonra… sonra ne olacağını bilmiyorum, bilmek istemiyorum ve bilemem; ama bunu istiyorsam, şan, şeref istiyorsam bunu istediğim için, tek istediğim bu olduğu için, yalnız bunun için yaşadığım için suçlu değilim. Evet sadece bunun için!” (1.cilt s.397)
17. ”Hayır şu anda, başkasının acısını paylaşıp keyfimi kaçıramayacak kadar neşeliyim,” diye düşünüyor, kendi kendine, “Hayır kesinlikle yanılıyorum, o da mutlaka benim kadar neşelidir,” diyordu. (1.cilt s.510)
18. Kafasında düellodan sonra Sokolniki’den döndüğünden ve ilk ıstıraplı, uykusuz gecesini
geçirdiğinden beri aynı sorunlar vardı; yolculuğunun yalnızlığı içinde kafasını daha fazla meşgul ediyorlardı. Neyi düşünmeye başlarsa başlasın çözemediği ve kendi kendine sormaktan vazgeçemediği aynı sorulara dönüyordu. Sanki kafasının içine tüm hayatını bir arada tutan bir ana vida sokulmuştu. Vida ne ilerliyor ne çıkıyor, aynı oyuk içinde hiçbir şeye ilişmeden dönüyordu ve onu durdurmak imkansızdı.” (1.cilt s.518)
19. “Sizin düşünme biçiminizi biliyorum,’’ dedi, “bahsettiğiniz ve size kendi zihninizin ürünüymüş gibi görünen düşünme biçimi insanların çoğunun da düşünme biçimidir, gururun, tembelliğin, cehaletin olağan bir ürünüdür. Beni mazur görün bayım, bunu bilmeseydim sizinle konuşmaya kalkışmazdım. Sizinle düşünme biçiminiz üzücü bir yanılsama.” (1.cilt s.522)
20. “-Bütün bunların nasıl olduğunu bir gün anlatırım. Ama biliyor musunuz, artık hepsi bitti, hem de sonsuza kadar,” dedi.
“+ Sonsuza kadar mı?’’ dedi. “Hiçbir şey sonsuza kadar değildir.” (1.cilt s.570)
21. Meşe sanki “Bahar, aşk, mutluluk!” diyordu. “Hepsi birbirinin aynı bu aptalca, saçma
yalanlardan nasıl da bıkıp usanmıyorsunuz! Hepsi birbirinin aynı ve hepsi yalan! Ne bahar, ne güneş, ne de mutluluk var. İşte hep yalnız olan, üzerlerine basılıp geçilen ölmüş köknarlara bakın; işte ben, kırılmış, kopmuş parmaklarımı çıktıkları her yerden, sırtımda, böğürlerimden uzanıyorum. Ben, onlara onlar çıktığı müddetçe ayaktayım, sizin ümitlerinize ve yalanlarınıza inanmıyorum.” (1.cilt s.624)
22. “…pencerenin yanında durmuş kadınlarla konuşuyor, onu dinliyordu. Bir cümlenin ortasında sustu, başına gelebileceğini hiç düşünmediği bir şey oldu ve gözyaşlarının boğazına düğümlediğini hissetti. Şarkı söyleyen Nataşa’ya bakıyor ve yüreğinde yeni, sevinçli bir şeyler oluyordu. Sevinçliydi ve aynı zamanda hüzünlüydü. Ağlayacağı hiçbir şey yoktu ama ağlamaya hazırdı. Ne için ağlayacaktı? Eski aşkı için mi? Küçük prenses için mi? Yaşadığı hayal kırıklıkları için mi? Gelecek umutları için mi? hem evet, hem hayır.” (1.cilt s.692)
23. “Herkes uğradığı hayal kırıklığını biliyor, ona gülüyor, acıyormuş gibi geliyordu. Gururunun kırılmasının verdiği acı, yürek acısıyla birleşerek ıstırabını arttırıyordu.” (1.cilt s.706)
24. “-Sizi görür görmez aşık olmuştum. Bir ümit var mı?” Kızın yüzündeki ciddi tutku ifadesi onu çok şaşırttı. Yüzü şöyle diyordu: “Sormaya ne gerek var? Bilinmemesi imkansız bir şeyden şüphe etmeye ne gerek var? Hissedileni sözlerle ifade etmek mümkün değilse konuşmaya ne gerek var?” (1.cilt s.709)
25. “…bu aşk hala onu rahatlatıyor ve hayatın zevklerinden hala kolay etkileniyordu; ama ondan ayrı geçirdiği dördüncü ayın sonunda, karşı koymayı başaramadığı üzüntü nöbetleri görülmeye başlandı. Kendi kendine acıyordu, sevebileceği ve sevilebileceği bunca zamanın boş yere, kimseye faydası dokunmadan geçtiğine üzülüyordu.” (1.cilt s.765)
26. “Sana da oluyor mu?” dedi. “Artık hiçbir ama hiçbir şey olmayacakmış, iyi olan her şey geçmişte kalmış gibi geliyor mu? Sıkıldığın değil ama üzüldüğün oluyor mu?” (1.cilt s.769)
27. “Hüznün gülümsemesinde büyüleyici bir şey vardır! Gölge içinde bir ışık huzmesi, acı ile ümitsizlik arasındaki, teselliyi mümkün gösteren bir nüans.” (1.cilt s.812)
28. “Rusya sınırını geçti ve savaş başladı, yani insan aklına ve insan doğasına aykırı bir olay gerçekleşti. Milyonlarca insan birbirine karşı, dünyanın bütün mahkemelerinin asırlarca uğraşsalar kayıt altına alamayacakları sayısız suç işledi, birbirini aldattı, ihanet etti, hırsızlık,
sahtekarlık, kalpazanlık, yağma, kundakçılık yaptı, cinayet işledi ve bunları yapan insanlara suç işlenmiş gözüyle bakılmadı. Bu olağanüstü olaya ne yol açmıştı? Sebepleri neydi?” (2.cilt s.3)
29. “Her insan kendisi için yaşar, kişisel amaçlarına ulaşmak için özgürlükten faydalanır ve şu ya da bu eylemi, şu anda gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini tüm varlığıyla hisseder; ama onu, o eylemi zamanın belli bir anında gerçekleştirir gerçekleştirmez bu eylem artık geri alınamaz olur, tarihin bir parçası haline gelir, özgürlüğünü kaybeder ve önceden belirlenmiş bir anlam kazanır.” (2.cilt s.6)
30. “Her insanda hayatın iki yönü vardır: ilgileri ne kadar soyutlaşmışsa o kadar özgür olduğu kişisel yaşam ve onun için belirlenmiş yasalara zorunlu olarak uyduğu doğa, kovan yaşamı.” (2.cilt s.6)
31. “Tarihsel olarak büyük olarak adlandırılan insanlar, olaya isim veren etiketlerdir ve bütün etiketler gibi olayın kendisiyle çok küçük bir ilgileri vardır. Onlara, kendi istekleriyle yapmışlar gibi görünen bütün eylemler, tarihsel anlamda istemsizce yapılmıştır, tarihin akışına bağlıdır ve sonsuzluk içinde önceden belirlenmiştir.” (2.cilt s.8)
32. “-Gitmeye kararlı mısın Andrey?’’ diye sordu.
“+Tanrı’ya şükür gidebiliyorum,” dedi. “Gidemediğin için sana acıyorum.” (2.cilt s.42)
33. ”Eskiden muharebeye giderken korkardı; şimdiyse en ufak bir korku hissetmiyordu. Korkmamasının nedeni ateş altında olmaya alışması değil (tehlikeye kimse alışamaz), tehlike karşısında kendine hakim olmayı öğrenmiş olmasıydı.” (2.cilt s.72)
34. “Daha sakindi ama neşeli değildi. Neşenin dış koşullardan, balolardan, gezintilerden, konserlerden, tiyatrolardan uzak durmakla kalmıyor, içinde gözyaşı olmayan bir gülmesine, kahkahasına da rastlanmıyordu. Şarkı söyleyemiyordu. Gülmeye başlar başlamaz ya da tek başınayken her şarkı söylemeye kalktığında gözyaşları onu boğuyordu: Pişmanlık gözyaşları, geri getirilemez saf zamanların hatıralarının gözyaşları; çok mutlu olabileceği gençliğini boşuna mahvetmiş olmaktan kaynaklanan hüsranın gözyaşları. Kahkaha atmak ve şarkı söylemek, yaşadığı acının karşısında küfür gibi geliyordu.” (2.cilt s.81)
35. Geçen pazar da burada olduğunu hatırlayıp kendi kendine, “Bir pazar daha geldi, bir hafta daha geçti,” diyordu. “Yine aynı hayata benzemeyen hayat, yine aynı eskiden daha kolay gelen koşullar. Gencim, güzelim ve eskiden kötü olduğumu ama artık iyi olduğumu biliyorum, artık iyiyim, biliyorum,” diye düşünüyordu. “Hayatımın en iyi yılları boş yere, kimseye bir faydam olmadan geçiyor.” (2.cilt s.87)
36. “-Neden gidiyorsunuz? Neden canınız sıkkın? Neden?” diye sordu.
“+Çünkü seni seviyorum!” demek istedi ama bunu söylemedi, ağlayacakmış gibi kıpkırmızı kesildi ve bakışlarını kaçırdı. (2.cilt s.102)
37. “Gülümserken acısı belli oluyordu..” (2.cilt s.102)
38. ”Bu savaşa katılan sayısız insan da aynı bu şekilde, kişisel özelliklerine, alışkanlıklarına, şartlara ve hedeflere uyacak şekilde hareket ediyorlardı. Ne yaptıklarını bildikleri ve onu kendileri için yaptıklarını farz ederek korku, sevinç, gurur duyuyor, öfkeleniyor, akıl
yürütüyorlardı ama hepsi tarihin iradesiz araçlarıydı ve kendilerinden gizlene ama bizim anlayabildiğimiz bir iş görüyorlardı. Bütün iş gören kişilerin değişmez kaderidir bu, toplumsal hiyerarşide ne kadar yüksekteyseler, özgürlükleri o kadar kısıtlıdır.” (2.cilt s.117)
39. “Hayatın içindeki olguları sayısız kategoriye ayırabiliriz, bu olgularda kimi insan için içerik önemlidir kimi insan için biçim.” (2.cilt s.151)
40. “Oyunu kaybeden iyi bir satranç oyuncusu, bu kayba kendi hatalarının yol açtığına içtenlikle inanır ve hatayı oyunun başlangıcında arar ama oyun boyunca attığı her adımda benzer hatalar yaptığını ve hiçbir hamlesinin mükemmel olmadığını unutur dikkatini çeken hatayı rakibi bu hatadan faydalandığı zaman fark eder. Zamanın belli şartları içinde gerçekleşen, tek bir iradenin cansız makineleri idare ettiği değil her şeyin farklı keyfiliklerden çarpışmasından doğduğu savaş oyunu bundan ne kadar karışıktır.” (2.cilt s.157)
41. “Onu seviyor olsam da ne olacak ki?’’ diye düşünüyordu. İlk defa birini sevdiğini ve bu adamı belki de onu hiçbir zaman sevemeyeceğini kendi kendine itiraf etmek onu utandırsa da bunu hiç kimsenin, hiçbir zaman öğrenemeyeceği, ilk ve son kez birini sevdiğini hayatının sonuna kadar kimseye söylemese de bundan suçluluk duymayacağı düşüncesi onu rahatlatıyordu. (2.cilt s.197)
42. “Savaş için de barış için de… Ama her şey tam zamanında oldu. Beklemesini bilen için her şey zamanında olur.” (2.cilt s.207)
43. “Tehlikenin yaklaşmaya başlamasıyla, insanın yüreğinde her zaman birbirine denk iki ses yükselir: Gayet mantıklı olan ilk ses, insana tehlikenin niteliğini değerlendirmesini ve ondan kurtulma yolları aramasını söyler; çok daha mantıklı ikinci ses ise, tehlikeyi düşünmenin çok bunaltıcı ve acı verici olduğunu, her şeyi önceden görmenin, olayın genel gidişatından kurtulmanın insanın elinde olmadığını ve bu yüzden insanı bunaltan tehlike düşüncesini, tehlikeyle karşı karşıya kalan kadar görmezden gelmenin ve hoş şeyler düşünmenin daha iyi olacağını söyler. İnsan yalnızken birinci sesin dediğini, topluluk içindeyken ise tam tersine ikinci sesin dediğini yapar.’’ (2.cilt s.210)
44. “Aşk! Bana gizemli bir güçle doluymuş gibi gelen o kız. Onu ne kadar da sevmiştim! Aşkla, onunla mutlu olacağımla ilgili şairane planlarım vardı. Sevimli bir oğlan çocuğu gibiymişim!” dedi. “Yanında olmadığım yıllar boyunca bana bağlı kalmasını sağlayacak ideal aşka nasıl da inanmıştım!” (2.cilt s.243)
45. “Vücudumuz yaşamamızı sağlayan bir makinedir. Bunun için düzenlenmiştir, doğası budur; içindeki hayat karışmayın, kendi kendini savunsun: O bu işi, sizin onu ilaçlarla felç etmenizden daha iyi becerir. Vücudumuz belli bir süre işleyecek olan mükemmel bir saattir; saatçi onu açamaz, sadece el yordamıyla ve gözü bağlı bir halde idare edebilir. Vücudumuz yaşamamızı sağlayan makinedir, işin özü bu.” (2.cilt s.268)
46. “Kendilerine verilen emirleri yerine getirmedikleri ya da kendi insiyatiflerine göre emir verdikleri için cezalandırılmaktan korkmuyorlardı, çünkü savaşta bir insan için en önemli olan şey hayatıdır, kurtuluş bazen kaçmakta, bazen koşarak ilerlemekteymiş gibi görünür ve savaşın ortasındaki bu insanlar da anın gerektirdiği gibi hareket ederler.” (2.cilt s.287)
47. “Ama fark eder mi?” diye düşündü. “Orada ne olacak, burada ne vardı? Hayattan ayrılmak niçin bana böyle acı geliyor? Demek ki bu hayatta, anlayamamış olduğum, hala da
anlayamadığım bir şeyler var.” (2.cilt s.304)
48. “Sağduyunun, gerçek çıkarların, herkesin rahatı ve güvenliğinin savaşıydı; özünde barış amaçlı ve muhafazakar bir savaştı. Önemli bir amacı vardı, belirsizliklere son vermek ve güvenliği sağlamak.’’ (2.cilt s.308)
49. “Hareketin gitgide daha küçük öğelerini ele alarak, sorunun çözümüne ancak yaklaşabiliriz ama ona hiçbir zaman ulaşamayız. Sorunun çözümüne ancak sonsuz küçüğü ve sonsuz küçükten başlayan onda bir oranındaki ilerlemeyi kabul ederek ve bu geometrik ilerlemenin toplamını alarak ulaşabiliriz. Matematiğin sonsuz küçüğü ele alma becerisine ulaşmış yeni bir dalı, hareketle ilgili çözülmez görünen sorulara artık cevap verebiliyor.” (2.cilt s.317)
50. “Söylenmiş söz gümüştür, söylenmemiş söz altın. İnsan ölümden korktukça hiçbir şey elde edemez. Ölümden korkmayan her şeye sahip olur. Acı çekmek olmasaydı insan sınırlarını, kendini bilmezdi. En zor şey her şeyin anlamını yüreğinde birleştirebilmektir.” (2.cilt s.350)
51. “Moskova, öleceğini bilmesine rağmen infaza götürülürken hala çevresine bakan ve şapkasını düzelten bir idam mahkumu gibi, alışık oldukları hayat şartlarının altüst olacağı yıkım anının çok yakında olduğunu bilmesine rağmen günlük yaşamını istemeden de olsa devam ettiriyordu.” (2.cilt s.361)
52. “Birden, artık her şey bitmiş, her şey karmakarışık olmuş, her şey parçalanmış, haklı ya da haksız kalmamış, gelecekte hiçbir şey olmayacakmış, bu durumun içinden çıkmak imkansızmış gibi gelmişti.” (2.cilt s.385)
53. “Sakin, fırtınasız zamanlarda her yöneticiye, yönettikleri halk sadece kendi çabalarıyla hayatını devam ettiriyormuş gibi gelir ve böyle olduğunu düşünen her yönetici ister istemez bunun kendi çabalarının ve emeğinin başlıca ödülü olduğunu hisseder.” (2.cilt s.412)
54. “Dünya kuruldu kurulalı, insanlar birbirlerini öldürmeye başladı başlayalı, hiç kimse kendini bu düşünceyle rahatlatmadan, kendisi gibi olana karşı bir suç işlememiştir. Bu düşünce, suçun başkalarının çıkarı için işlendiğinin iddia edildiği halkın iyiliğidir.” (2.cilt s.419)
55. “Ama bunlar sadece hayatın görünen yüzü, her şeyin temelinde yatan aşktır! Aşk!” (2.cilt s.447)
56. “Ağır bir şey, kulübenin duvarlarına düzenli aralıklarla vuruyormuş gibi geldi: Bu, korkudan, dehşetten duracakmış, sevgiden patlayacakmış gibi atan kalbinin sesiydi.” (2.cilt s.457)
57. “Sonra gözlerini açtı ve alçak sesle, “Çay ne oldu?’’ diye sordu. Hayatın böyle küçük bir ayrıntısını hatırlaması doktoru çok şaşırttı.” (2.cilt s.459)
58. “Sizi eskisinden daha çok, daha düzgün seviyorum.” (2.cilt s.462)
59. “İşler… karışıklık, korkunç bir karışıklık! Hem onu sevmiyorum da. Gerektiği kadar sevmiyorum.” (2.cilt s.511)
60. “Daha önce bu düşünceler kapıldığında bu şüphelerin kaynağı kendi hatalarıydı. Ve o zamanlarda yüreğinin derinliklerinde, bu umutsuzluklardan ve şüphelerden kurtuluşun kendi elinde olduğunu hissederdi. Ama şimdi, dünyanın gözleri önünde yıkılmasının, anlamsız bir harabeye dönüşmesinin kendi hatası olmadığını hissediyordu. Yaşama yeniden inanmanın da kendi elinde olmadığını hissediyordu.” (2.cilt s.530)
61. “Bu gülümsemenin mutluluktan, oğluna karşı duyduğu sevgiden değil, onu duygularına geri döndürmek için gösterdiği son çabayla, sessizce ve nazikçe alay etmek için olduğunu dehşetle fark etti.” (2.cilt s.547)
62. “Aşk? Aşk nedir?” diye düşünüyordu. “Aşk ölüme engel olur. Aşk hayattır. Her şeyi, anladığım her şeyi, sevdiğim için anlıyorum. Her şey sadece sevdiğim için var, her şey sadece sevdiğim için oldukları yerde. Her şey sadece ona bağlı.” (2.cilt s.552)
63. İnsan aklı olayların nedenlerini bir bütün olarak anlayamaz ama nedenleri arayıp bulma ihtiyacı insanların ruhunda vardır. Olayların, her biri tek başına neden olarak görülebilecek sayısız ve karışık koşulunun derinine inmeyen insan aklı karşısına çıkan, anlaşılmaya en yakın nedene sarılır ve “İşte neden bu,” der. (2.cilt s.557)
64. “Mutluluğun sadece olumsuz olabileceğini düşünüyor ve söylüyordu ama bunu, hafif bir acı ironi vurgusu katarak söylemişti. Sanki bunu söylerken başka bir düşünceyi, olumlu mutluluğa ulaşma isteğimizin içimize, sırf bu isteğimize ulaşıp işkence çekelim diye yerleştirildiği düşüncesini dile getiriyordu.” (2.cilt s.594)
65. “Kulübede esaret altındayken, insanın mutlu olmak için yaratıldığını, mutluluğun insanın içinde, doğal insani ihtiyaçlarının giderilmesinde olduğunu ve mutsuzluğun yokluktan değil bolluktan kaynaklandığını, aklıyla değil tüm varlığıyla, hayatın kendi içinde öğrenmişti; ama şimdi, üç haftalık bu yürüyüşten sonra yeni, teselli verici bir gerçeği, dünyada korkulacak hiçbir şey olmadığını öğrenmişti. İnsanın mutlu ve tamamen özgür olabileceği bir durumun olmadığını da öğrenmişti. Acı çekmenin de, özgürlüğün de bir sınırı olduğunu ve bu sınırların birbirine çok yakın olduğunu öğrenmişti.” (2.cilt s.660)
66. “Yüce olmakla gülünç olmak arasında sadece bir adım vardır.” (2.cilt s.676)
67. ”Tek korkunç olan,” dedi, “kendini ebediyen, ıstırap çeken bir insana bağlamak. Bu sonsuz bir işkence.” (2.cilt s.686)
68. “Sizin için korkunç bir şey ama benim için değil. Hayatta benim için sizin haricinizde bir şey olmadığını biliyorsunuz ve sizinle birlikte acı çekmek benim için en büyük mutluluk.” (2.cilt s.687)
69. “Ruhsal bünyede meydana gelen bir açılmanın neden olduğu ruhsal yara fiziksel bir yaraya benzer, her ne kadar garip görünse de, hem ruhsal yara hem de fiziksel yara, derin bir yaranın iyileşip kapanması gibi, sadece taşan yaşam gücüyle iyileşebilir.” (2.cilt s.691)
70. “Daha önce ona eziyet eden, sürekli bulmak için uğraştığı hayatın amacı artık onun için yoktu. Hayatın amacını arayışı, onun için sadece o anlık, tesadüfi bir şey değildi, böyle bir şeyin olmadığını ve olmayacağını hissediyordu. O sırada onu mutlu eden, mutlak, keyif veren özgürlük bilincinin ortaya çıkmasını, bir amacının olmaması sağlıyordu.” (2.cilt s.724)
71. “Eskiden insanlara iyi ama mutsuz bir adam gibi görünürdü ve bu yüzden insanlar, ister istemez ondan uzak dururlardı. Şimdi ise dudaklarında hayattan keyif aldığını belli eden bir
gülümseme dolaşıyor, insan sevgisiyle parlayan gözleri sanki onlara hayatlarından onun kadar memnun olup olmadıklarını soruyordu. Ve varlığı insanların hoşuna gidiyordu.” (2.cilt s.726)
72. “İki kişinin arasında bir anlaşmazlık varsa, her zaman ikisinde de suç vardır. ama kendi suçunuz, diğer insan artık yoksa birden üzerinizde büyük bir yük haline geliyor.” (2.cilt s.743)
73. “O dönemde, herhangi bir zamanda olduğumdan daha zekiydim, herhangi bir şeyin iç yüzünü daha iyi görüyordum, hayatta anlamaya değer ne varsa anlıyordum çünkü… mutluydum.” (2.cilt s.755)
74. “Tarihi karakterlerin hayatlarındaki olay akışını ve amaca uygunluğu ancak anlık, anlaşılabilir amaçları öğrenmekten vazgeçersek, nihai amacın bizim için bilinmez olduğunu itiraf edersek görebiliriz; sıradan bir insanın yaratabileceğinden daha büyük bir etki yaratmalarının nedeni gözlerimizin önüne serilir ve tesadüf ile daha kelimelerine ihtiyacımız kalmaz.’’ (2.cilt s.766)
75. “Kendisini ilgilendirmeyen şeylerden bahsetmekten dolayı öyle bir yorgunluk hissetmiş ve hayattaki mutluluklardan neden bir tek kendinin bu kadar az pay aldığı düşüncesine kendini öyle kaptırmıştı ki, dalgınlık nöbetine kapılmış ve parıldayan gözlerini önüne dikmiş bir halde, hareketsizce oturup kalmıştı.” (2.cilt s.782)
76. “Birkaç saniye sessizce birbirlerinin gözlerine baktılar ve uzak, imkansız, birden yakın, mümkün ve kaçınılmaz oldu.” (2.cilt s.784)
77. “Ah, çok komiksin! Güzellik için sevilmez, sevdiğin güzeldir.” (2.cilt s.796)
78. “Yiyordu, içiyordu, uyuyordu, uyanıyordu ama yaşamıyordu. Hayat onda hiçbir etki bırakmıyordu.” (2.cilt s.811)
79. “Yüreği hep sonsuzu, ölümsüzü ve mutlakı arardı ve bu nedenle hiç huzurlu olamazdı. Yüzünde hep bedeninin ağırlığı altında ezilen bir ruhun çektiği gizli acının ifadesi vardı.” (2.cilt s.829)
80. “Savaş ya da devrim neden olur? Bilemeyiz; tek bildiğimiz insanların şu ya da bu eylemi yapmak için, hepsinin içinde yer aldığı belli bileşimlerde bir araya geldiğidir ve bunun başka türü olamayacağı için böyle olduğunu, bunun yasa olduğunu söyleriz.” (2.cilt s.868)
81. “İnsan anlamak, gözlemlemek, çıkarım yapabilmek için her şeyden önce yaşayan bir varlık olarak kendinin farkında olmalıdır. Yaşayan insan kendini ancak istekleriyle, yani kendi iradesinin bilincinde olarak bilir. Yaşamanın özünü teşkil eden iradesinin ise sadece ama sadece özgürse bilincinde olabilir.” (2.cilt s.869)
82. “Özgür olmayan bir insan ancak hayattan mahrum bir insan olarak düşünülebilir.” (2.cilt s.871)
83. “Tamamen özgür, zorunluluk yasasına tabi olmayan bir insanı düşünebilmek için onun uzamın dışında, zamanın dışında tek başına olduğunu, nedenlere bağlı olmadığını düşünmek zorundayız.” (2.cilt s.882)
Savaş ve Barış – Lev Nikolayeviç Tolstoy
(Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 10.Basım(2020), Ç. Tansu Akgün)