38. Santa Barbara Uluslararası Film Festivali, toplamda 43 ülkeden gelen filmler ile 52 dünya prömiyeri, 78 ABD prömiyerine ev sahipliği yaptı. Ülkemizden ise Tayfun Pirselimoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Kerr, Selcan Ergün’ün yönetmenliğini üstlendiği Kar ve Ayı filmlerinin yanı sıra, Turan Haste tarafından yönetilen Rutubet isimli kısa metraj, festivalde gösterilen Türkiye yapımları olarak göğüsümüzü kabarttı. Birçok film gösteriminin sonunda yönetmenler, yapımcılar ve oyuncularla yapılan soru-cevap oturumları ise, filmleri izlemeye gelen izleyicilerin, filmlerle ilgili daha önce duymadıkları eşsiz bilgiler öğrenip, oldukça keyifli bir deneyim yaşamalarını sağladı. 8 Şubat 2023’de başlayıp, 18 Şubat’a kadar devam eden bu festival, Amerika’nın çeşitli yerlerinden gelen birçok sinemasevere sinema ile dolup taşan 11 gün hediye etti.

Filmlerin yanı sıra, festivalde Cate Blanchett, Angela Bassett, Jamie Lee Curtis, Brendan Fraser, Colin Farrell, Brendan Gleeson, Austin Butler gibi performanslarıyla 2022 senesine damga vurmuş birçok ünlü oyunucunun; ve Todd Field, Martin McDonagh gibi yönetmenlerin katıldığı çeşitli söyleşiler ve ödül törenleri düzenlendi. Ayrıca senenin Oscar adayı filmlerinin yazarları ve yapımcıları, katıldıkları panellerde film yapım ve yazım tekniklerine dair önemli bilgiler paylaştılar. Yazımızın devamında festivalde yer alan paneller, ödüller ve açılış/kapanış filmleri hakkında detaylı bilgi bulabilirsiniz.
Sinema salonlarına giden izleyici sayısının gün geçtikçe azaldığı bu dönemde, film festivallerinin rolünün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bu nedenle Santa Barbara Uluslararası Film Festivali’nde emeği geçen, 400’ü aşkın gönüllü başta olmak üzere, herkese canıgönülden teşekkür ediyoruz.
‘‘Filmlerde görüşmek üzere!’’
Açılış Filmi: Miranda’s Victim (Yön. Michelle Danner)
Gerçek bir hikayeden uyarlanan Miranda’s Victim, 1963 yılında Patricia “Trish” Weir isimli genç kızın kaçırılmasını ve bıçak zoruyla uğradığı tecavüzün sonrasında gelişen olayları konu alıyor. Bu yaşadıklarının ardından Trish, hayatını, kendisine bunu yapan Ernosto Miranda’yı hapse attırmaya adıyor. Amerika’nın hukuk sistemi nedeniyle yaşanan zorlukları gözler önüne seren film, söz konusu olayın tüm ülkede bu gidişatı değiştirecek yeni bir yasanın yürürlülüğe girmesini nasıl tetiklediğini de anlatıyor.
Santa Barbara Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmde, Abigail Breslin’in gösterdiği başarılı ve duyarlı performans, filmin önemli sesini daha da güçlendiriyor.
Montecito Award: Angela Bassett

Santa Barbara Film Festivali’nin, kariyerinin en ses getiren performansını sergileyen sanatçılara sunduğu ödül, ismini Santa Barbara şehrinin en güzel bölgelerinden biri olan Montecito’dan alıyor. Ödülün bu seneki kazananı ise Black Panther: Wakanda Forever filmindeki performansı ile ikinci Oscar adaylığına layık görülen Angela Bassett oldu.
Angela Bassett, ödülü almadan hemen önce, kariyeri hakkında önemli bilgiler paylaştığı, yaklaşık bir buçuk saat süren bir söyleşiye katıldı. Yale Üniversitesi’nde aldığı prestijli drama eğitiminin ardından, önce Broadway’de çalıştığı tiyatrolar, sonrasında ise Los Angeles’a gelerek başladığı film kariyerinden konuşuldu. Kariyerindeki ilk Oscar adaylığını getiren, Tina Turner’ı canlandırdığı What’s Love Got to Do with It filminden bahsederken, filmde Ike Turner’ı canlandıran Laurence Fishburne ile birlikte çektikleri tecavüz sahnesinin çekim sürecini anlattı ve her ne kadar zor bir deneyim olsa da şanslı olduğunu çünkü Laurence’ın çok hassas bir insan olduğunu söyledi. Öyle ki, Fishburne kendisine bu sahneyi en fazla kaç seferde çekmek istediğini sorduğunda, Bassett ‘‘beş’’ cevabını vermiş. Bunun üzerine Fishburne yönetmeni sahnenin sadece beş tekrar ile çekilmesi konusunda ikna etmiş. Basset aynı zamanda, Fishburne‘ün sözünün yönetmene daha çok geçtiğini çünkü o dönem aralarında ikisinin de erkek olmasının getirdiği farklı bir dinamik olduğunu belirtti. Bassett’ın kariyerindeki bir diğer zorlayıcı rol ise Strange Days filminde canlandırdığı Mace karakteri olmuş. Filmdeki polis şiddeti bölümünü çekmenin çok zor olduğunun, çünkü bunun günümüzde hala devam eden bir problem olduğunun altını çizerken; filmi çekerkenki hassasiyeti için yönetmen Kathryn Bigelow’u anmayı da ihmal etmedi. Bu filmin hemen sonrasında rol aldığı Wes Craven tarafından yönetilen Vampire in Brooklyn filminde ise, çekimler sırasında yaşanan trajik bir kaza sonucu dublörü Sonja Davis’in hayatını kaybetmesinin onu ne kadar çok etkilediğinden, Davis’le çok iyi anlaştığından, hatta setlerden önce birlikte dua ettiklerinden bahsetti. Sıra Black Panther: Wakanda Forever’dan konuşmaya geldiğinde ise, bu serinin özellikle siyahi topluluğu için ne kadar önemli bir temsil olduğunu söyledi ve bu kadar önemli bir filmde, böylesine güçlü bir karakteri canlandırmayı, bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi olarak addetti.
Angela Bassett’a ödülü, Black Panther: Wakanda Forever filminin yönetmeni, aynı zamanda çocukluğundan beri Bassett’ın hayranı olduğunu belirten Ryan Coogler takdim etti.
Outstanding Performer of the Year Award: Cate Blanchett

Tár filmindeki performansıyla göz kamaştıran usta oyuncu Cate Blanchett, bu sene Santa Barbara Film Festivali tarafından ‘Senenin Olağanüstü Sanatçısı’ ödülüne layık görüldü. Ödülü almadan önce gerçekleştirdiği söyleşide, Blanchett’a oyunculuğa başlayışı ve ondan sonraki süregelen süreçte yaşadıklarıyla alakalı önemli ve yer yer kişisel sorular soruldu.
Başarılı sanatçı, sinema sektörüne, oyuncu seçmelerinde asistanlık yaparak giriş yaptığını anlattı ve o dönem meslek olarak oyuncu olup para kazanabileceğinin aklının ucundan bile geçmediğini söyledi. İlk rol aldığı filmden bu yana yeteneği sayesinde kariyerinde hızla yükselen Blanchett’in 2008 yılında Hollywood’a ara vererek, kocası Andrew Upton ile birlikte Sidney’e taşındığından ve orada Sidney Tiyatrosu’nu yönetme işini birlikte üstlendiklerinden konuşuldu. Bunun ardından elbette 2013 yılında Hollywood’a hızlı bir dönüş yaparak, Blue Jasmine filmiyle ikinci Oscar’ını alması uzun sürmedi. Tár filminde canlandırdığı Lydia Tár’ın aksine, arkasında bıraktığı isme ve mirasa çok önem atfetmediğini, keza buna takıntılı olmanın hayattan zevk almayı engellediğini belirten Blanchett, aynı zamanda film için hem Almanca konuşmayı hem de orkestra yönetmeyi öğrendiğinden bahsetti.
Söyleşinin sonunda Cate Blanchett’a ödülü, Tár filminin yönetmeni Todd Field takdim etti.
Maltin Modern Master Award: Jamie Lee Curtis

Ünlü film eleştirmeni ve yazar Leonard Maltin’in ismini taşıyan ödülün bu seneki kazananı Jamie Lee Curtis oldu. Söyleşinin moderatörlüğünü ise Leonard Maltin’in kendisi gerçekleştirdi.
Söyleşiye, büyükanne ve büyükbabasının göçmen olduğundan ve Amerika’ya geldiklerinde maddi manevi çok sıkıntı çektiklerinden bahsederek başlayan Curtis, kendisi gibi ünlü bir oyuncu olan annesi Janet Leigh ile, yokluktan gelerek kendini var ettiği için hep gurur duyduğunu söylerken; kendisiyle de şakayla karışık ‘‘nepo bebek’’ diye dalga geçmeyi ihmal etmedi. Çok parlak bir öğrenci olmayan Curtis, üniversiteye zar zor girip kriminoloji okumaya başlamış ve birkaç sene sonra Universal ile 7 senelik kontrat imzalayıp okulu bırakana kadar polis olacağını düşünüyormuş. Hollywood kariyerinin başlarından bahsederken ise Halloween (1978) filminin kendi için çok önemli bir yeri olduğunu söyleyen Curtis, kocasıyla tanışması dahil, hayatında başına gelen bütün güzel şeylerde o filmin etkisi olduğunu belirtti. Sıra bu seneye damgasını vuran ve kendisine bir Oscar adaylığı getiren Everything Everywhere All at Once filminden bahsetmeye gelince ise, filmin sevgi, aile, Amerikan rüyası, başarısızlık, göçmenlerin içinde bulunduğu durum gibi bir sürü önemli derdi olduğunu vurgulayarak, filme olan hayranlığını dile getirdi. Canlandırdığı karakter Deirdre’nin tırnaklarının o şekilde görünmesine özellikle dikkat ettiklerinin altını çizerken, ‘‘Deirdre çok yalnız bir karakter, tırnaklarının her daim bakımlı olması önemliydi çünkü ben uzun süredir o karakterin ellerine dokunan tek insanın manikürcüsü olduğunu düşündüm’’ dedi.
Söyleşinin ardından, ödülü kendisine vermek üzere, kocası Christopher Guest sahneye çıktı. Birlikte sahnedeyken tanışma hikayelerini de anlatan çift, aralarındaki samimi iletişim ve birbirleriyle şakalaşmalarıyla seyirciyi kahkahaya boğdu. Sonunda sıra ödülü vermeye geldiğinde ise Guest, ‘‘Jamie, seni seviyorum ve şu anda sana bu ödülü veriyorum. Al, burada’’ dedi ve 38 yıllık eşine ödülü takdim etti.
American Riviera Award: Brendan Fraser

Amerikan sinemasına önemli katkılarda bulunan oyuncuları onurlandırmak için, Santa Barbara Film Festivali tarafından verilen ‘Amerikan Rivierası’ ödülünün bu seneki sahibi, ara verdiği kariyerine The Whale filmi ile hızlı bir dönüş yapan Brendan Fraser oldu. Ödülünü almadan önce yaptığı söyleşide, kendisinin Hollywood’a bu ses getiren dönüşünden ‘Brenaissance’ olarak bahsedildi. Tiyatro ile başlayan oyunculuk serüvenine birçok önemli filmle devam eden Fraser, söyleşi boyunca kariyeri hakkında önemli bilgiler paylaştı. Bir noktada Fraser’a, kendisini sadece üç tane Mumya filminde izlemenin biz sinemaseverlere yetmediği, sonrasında aynı serinin yeni filminde Tom Cruise’un oynadığı ama tüm seyircinin içinden ‘‘Brendan nerede’’ diye sorduğu söylendi. Buna esprili bir üslupla cevap vermeyi tercih eden Fraser, ‘‘ben sinemadaydım, Tom’u izliyordum’’ dedi. Sonrasında elbette Tom Cruise’un o rolde ne kadar başarılı bir performans gösterdiğini ve filmi oldukça eğlenceli bulduğunu da belirtmeyi ihmal etmedi. The Whale filminden bahsederken ise, onu en çok zorlayan noktanın makyaj ve kostüm aracılığıyla girmesi gereken büyük fiziksel değişim olduğundan bahsetti. Ayrıca, meslektaşı ve rol arkadaşı Hong Chau’nun da çok iyi bir oyuncu olduğunun ve onun yeteneğinin kendi işini ne kadar kolaylaştırdığının altını çizdi. Bir diğer dikkat çeken nokta ise, başparmağındaki yüzük oldu. Bu yüzüğü kendisine The Whale filminin yönetmeni Darren Aronofsky‘nin, çekimler sırasında verdiğini belirten Fraser, yüzüğü filmin dünya prömiyerinin yapıldığı Venedik Film Festivali’nden beri hiç çıkartmadığını çünkü kendisine şans getirdiğini söyledi.
Ödülü kendisine, 2007 yılında birlikte rol aldıkları The Air I Breathe filmden beri yakın arkadaşı olan Sarah Michelle Gellar takdim etti. Ödülü verirken Fraser’ın, tıpkı The Whale filminde canlandırdığı Charlie gibi, sevdiği herkese her zaman iyilik yapmaya çalışan mükemmel bir insan olduğunun altını çizdi.
Virtuosos Award

Oyuncuların performanslarını onurlandırmak için verilen ‘Virtüözler’ ödüllerinin bu seneki sahipleri, Austin Butler (Elvis), Kerry Condon (The Banshees of Inisherin), Danielle Deadwyler (Till), Nina Hoss (Tár), Jeremy Pope (The Inspection), Jeremy Strong (Armageddon Time), Stephanie Hsu ve Ke Huy Quan (ikisi de: Everything Everywhere All at Once) oldu.
Oyuncuların ters alfabetik sırayla sahneye tek tek çağırılıp, kısa söyleşiler yapılmasının ardından, hepsi tekrar sahneye davet edilerek toplu bir oturum da yapıldı. Söyleşilerde, Armageddon Time’da muhteşem bir performans sergileyen, aynı zamanda Succession dizisinden de tanıdığımız Jeremy Strong, kariyerine set asistanı olarak başladığından, hatta James Gunn’ın asistanlığını yaptığından bahsetti. Everything Everywhere All at Once filmindeki performansı ile, bu sene ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ Oscar’ını alması neredeyse kesin gözüyle bakılan Ke Huy Quan ise, yavaş yavaş Hollywood klişelerinden sıyrılınarak, beyazperdede artık Asyalılara daha iyi roller verildiğinin altını çizdi. Elegance Bratton’ın gerçek hayat hikayesinden esinlenilen ve homofobik annesinden kaçmaya çalışan, eşcinsel bir siyahi gencin orduya katılmasını anlatan The Inspection filminde Ellis karakterine hayat veren Jeremy Pope ise, bu rolü canlandırmanın kendisini ne kadar etkilediğinden bahsetti. EEAAO filminin bir diğer başarılı oyuncusu Stephanie Hsu, filmde canlandırdığı iki karakteri de ne kadar benimsediğini, hatta Joy ve Jobu’yu tıpkı bir bozuk paranın iki yüzü gibi gördüğünü anlattı. Tár filmindeki performansıyla beğeni toplayan Nina Hoss, role nasıl hazırlandığından ve kendi müzikal geçmişinden bahsetti. Enerjisiyle ışık saçan İrlanda’lı oyuncu Kerry Condon ise, filminin yönetmeni Martin McDonagh ile 20 yıldır tanıştığını ve oyunculuğu sinema okulu yerine onun tiyatrolarında rol alarak öğrendiğini söyledi. Son olarak Elvis karakteriyle izleyicilerin gönlünden taht kuran Austin Butler, aslında küçükken bir restoranda sipariş bile veremeyecek kadar çekingen biriyken, erken yaşta başladığı oyunculuk kariyeri sayesinde bu özelliğini aştığını anlattı.
Sanatçılarına ödüllerini, özellikle komedi filmleriyle tanıdığımız duayen oyuncu Jane Lynch takdim etti.
Cinema Vanguard Award: Colin Farrell ve Brendan Gleeson

Santa Barbara Film Festivali tarafından, sanatsal riskler alan ve filmlere önemli katkılarda bulunan oyunculara verilen ‘Sinemanın Öncüleri’ ödülünü bu sene The Banshees of Inisherin filminde başrolü paylaşan Colin Farrell ve Brendan Gleeson kazandı.
İkisi de İrlanda’lı olan bu başarılı oyuncuların, aynı zamanda çok iyi anlaştıkları ve yakın arkadaş oldukları, aralarındaki samimi iletişimden de belli oluyordu. Bu filmden önce de birlikte aynı yönetmenle çalışan ikili, Colin Farrell’ın In Bruges filminin senaryosunu okuduktan sonra yönetmen Martin McDonagh’yı arayarak ‘‘senaryo çok güzel ama bence bu rol için benden daha iyi birisini bulabilirsin’’ dediğinden gülerek bahsettiler. Ayrıca bu filmdeki performanslarıyla ikisinin de Altın Küre adayı olması, ancak ödülü Colin Farrell’ın kazanmasının aralarında yarattığı tatlı rekabeti anlatırken, seyirciyi kahkahaya boğdular. The Banshees of Inisherin filminden bahsederken ise, filmin, bu iki karakterin arkadaşlıklarının yanı sıra, çok daha derin anlamları olduğunu vurguladılar.
İkiliye ödüllerini takdim etmek için sahneye çıkan yönetmen Martin McDonagh ise, The Banshees’in en eğlenerek yaptığı film olduğunu belirtmenin yanı sıra; Farrell ve Gleeson’a, gözleri dolarak filme sağladıkları tüm katkılar için teşekkür etmeyi ihmal etmedi.
Outstanding Directors Award: Todd Field ve Martin McDonagh

Film yapma sanatını en güzel şekilde icra ettiği gözlemlenen, senenin en iyi yönetmenlerine verilen ‘Olağanüstü Yönetmen’ ödülünün bu seneki kazananları Todd Field ile Martin McDonagh oldu.
Tár filminin yönetmeni Todd Field, ödülü almadan önce yaptığı söyleşide, eğer Cate Blanchett Lydia Tár karakterini oynamayı kabul etmeseydi bu filmi çekmeyeceğini söyledi. Aynı zamanda projeyi bir süre önce hazırlamış olmasına rağmen başlarda filmi çekmek için istediği fonu bulamayan Field, fon almaya çalıştıklarında ‘‘eğer başrolü erkek yaparsan istediğin fonu veririz, ama kadın olarak kalacaksa daha düşük bir fon veririz’’ gibi dönüşler alarak zorlandıklarını söyledi. Filmin başrolünün kadın olmasının kendisi için çok önemli olduğunu belirten Field, Berlin Filarmoni Orkestrası dahil olmak üzere, büyük orkestraların hiç birinde kadın orkestra şeflerinin bulunmadığının altını çizdi. Ayrıca Cate Blanchett’ten bahsederken, Blanchett’in ilk prova gününe bütün senaryoyu, sahne notlarına kadar ezberleyip geldiğini anlatarak, hayatında böyle bir yetenek görmediğini belirtmesinin ardından, kendisiyle çalışmanın ne kadar özel bir deneyim olduğunu vurguladı.
The Banshees of Inisherin filminin yönetmeni Martin McDonagh ise, aslında bu senaryonun farklı versiyonlarını yıllar önce yazdığından, en sonunda geçtiğimiz senelerde projeyi tekrar gündeme getirerek ve güncelleyerek çekmeye karar verdiğinden bahsetti. Filmde, iki arkadaş arasında geçen bir soğuk savaş olduğunun ama aynı zamanda arka planda devam etmekte olan gerçek bir soğuk savaşın daha olduğunun altını çizdi. Aslında filmin tüm derdinin, savaşın aptallığını gözler önüne sermek olduğunu belirtti. Aynı zamanda senaryolarını önce Fleabag dizisinin yaratıcısı ve başrol oyuncusu olarak tanıdığımız kız arkadaşı Phoebe Waller-Bridge’e okuttuğunu söyleyen McDonagh, kendisinin bu konuda mükemmel ama bir yandan da çok acımasız olduğundan bahsederek izleyiciyi güldürdü.
Başarılı yönetmenlere ödülü, Santa Barbara Uluslararası Film Festivali Ana Direktörü Roger Durling takdim etti.
Paneller:

Santa Barbara Film Festivali; Writers Panel (Yazarlar Paneli), Women’s Panel (Kadınlar Paneli), Producers Panel (Yapımcılar Paneli) ve International Directors Panel (Uluslararası Yönetmenler Paneli) olmak üzere, dört adet önemli etkinliğe ev sahipliği yaptı.
Yazarlar panelinde; Daniels (Everything Everywhere All at Once), Todd Field (Tár), Kazuo Ishiguro (Living), Tony Kushner (The Fabelmans), Martin McDonagh (The Banshees of Inisherin), Robert Östlund (Triangle of Sadness), Lesley Paterson (All Quiet on the Western Front), Sarah Polley (Women Talking) bir araya gelerek, bir filme hayat verme sürecini anlattılar. Her biri bu senenin Oscar adayı olan senaristlerin; sinema perdesinde baş gösteren zorluklar ve başarıya giden yolculuklarından bahsettikleri panelin moderatörlüğünü Anne Thompson üstlendi.
Yapımcılık, kurgu, yönetmenlik ve kostüm gibi birçok farklı alanda çalışan ve bu sene Oscar adayı olan kadın sanatçılar, Claudia Puig moderatörlüğünde, film sektöründeki şahsi deneyimlerini anlattılar. Panelistler: Anne Alvergue – Yönetmen (The Martha Mitchell Effect), Ruth E. Carter – Kostüm Tasarımcısı (Black Panther: Wakanda Forever), Hannah Minghella – Yapımcı (The Boy, The Mole, The Fox and The Horse), Domee Shi – Yönetmen (Turning Red), Gwendolyn Yates Whittle – Ses Editörü (Avatar: The Way of Water), Mary Zophres – Kostüm Tasarımcısı (Babylon)
Glenn Whipp; Gail Berman (Elvis), Jerry Bruckheimer (Top Gun: Maverick), Todd Field (Tár), Dede Gardner (Women Talking), Malte Grunert (All Quiet on the Western Front), Erik Hemmendorff (Triangle of Sadness), Kristie Macosko Krieger (The Fabelmans), Jon Landau (Avatar: The Way of Water) ve Jonathan Wang (Everything Everywhere All at Once) isimli yapımcıları modere ederek; bu seneki Oscar adaylıklarına, film yapımının yaratıcı tarafına ve sinemanın geleceğine dair önemli sorular yöneltti.
Bu sene En İyi Uluslararası Film dalında Oscar ödüllerine aday olmuş yönetmenleri bir araya getiren panelin moderatörlüğünü, festivalin Ana Direktörü Roger Durling üstlendi. Colm Bairéad (The Quiet Girl), Edward Berger (All Quiet on the Western Front), Lukas Dhont (Close), Santiago Mitre (Argentina, 1985) ve Jerzy Skolimowski’nin (Eo) önemli bilgiler paylaştıkları bu panelde, ağırlıkla kendi şahsi bakış açılarının filmlere getirdiği farklı perspektifler ve film yapımının ticari tarafı üzerinde duruldu.
En nihayetinde aktif olarak çoğu birbiriyle Oscar ödülü için yarışmakta, dolayısıyla da bir nevi rakip olan sektördeki önemli sanatçıların, bu panellerde bir araya gelip birbiriyle sıcak ve samimi diyaloglar kurması ise; sinemanın birleştirici gücünü gözler önüne serdiği gibi, izleyicinin içini ısıttı.
Kapanış Filmi: I Like Movies (Yön. Chandler Levack)
Ergenlik çağındaki sinemasever Lawrence Kweller’ın en büyük hayali New York Üniversitesi’nde sinema eğitimi almaktır. Okulun parasını biriktirebilmek için, aynı zamanda müdavimi olduğu DVD dükkanında çalışmaya başlar. Ancak bu noktada, hayatındaki önemli insanlardan uzaklaşmaya başlayacak, dükkandaki müdürü Alana ile ise, karmaşık bir arkadaşlık geliştirecektir. Ayrıca bu dönemde yaşadığı bi takım olaylar, Lawrence’ın özellikle bazı konularda öne çıkan, kendisi ile alakalı ukala ve kibirli tavırlarını fark etmesini sağlayacaktır.
Özellikle tüm sinefillerin kendilerinden bir parça bulacaklarına emin olduğumuz bu duygusal film, seyirciyi nostaljik kahkahalara boğarken, yer yer kalplerinin sızlamasına sebep oluyor.




