Bazı imgeler, yüzyıllar boyunca sanatçılar tarafından tekrar tekrar üretilir. Çünkü o imgelerde yalnızca bir karakter değil, bir dönemin estetik anlayışı, toplumsal bakışı ve duygusal yükü saklıdır. Shakespeare’in Ophelia’sı da bunlardan biridir. Suda yatan, gözleri kapalı, çiçeklerle çevrili bir kadın figürü… Peki, neden bu kadar çok ressam, fotoğrafçı ve yönetmen bu görüntüyü yeniden üretme ihtiyacı hissetmiştir?
Bu yazı, 19. yüzyıldan günümüze uzanan bu görsel tekrarın izini sürüyor. Millais’ten başlayarak, Ophelia’yı yeniden üreten ve bazen ona başka bir hayat kazandıran sanatçıların gözünden bakıyoruz. Ophelia hâlâ uyuyor mu, yoksa bu tekrarların içinde uyanıyor mu?
Ophelia Kimdir?

William Shakespeare‘in Hamlet oyununun en dokunaklı ve en gizemli karakterlerinden biri olan Ophelia, Danimarka prensi Hamlet’in sevgilisi ve saray danışmanı Polonius’un kızıdır. Oyun boyunca bir yandan babasına itaat eden masum bir kız, diğer yandan politik entrikaların ortasında bir piyon olarak var olur. Hamlet’e duyduğu derin aşk ve babasının trajik ölümüyle ruhsal bir çöküntüye sürüklenir. Akıl sağlığını kaybeder, şarkılar söyler, çiçekler toplar ve sonunda bir dereye düşerek yaşamını yitirir. Ophelia’nın ölümü Shakespeare tarafından sahnelenmez; sadece dile getirilir. Bu anlatımdaki belirsizlik, kimilerine göre intihar, kimilerine göre talihsiz bir kazadır ve yüzyıllar boyunca sanatçıların hayal gücüne alan açar. Ressamlar, fotoğrafçılar ve yönetmenler onun ölüm sahnesini farklı şekillerde yorumlamaya başlar. Böylece Ophelia, yalnızca bir edebiyat karakteri olmaktan çıkar; sanatta tekrar eden, yoruma açık ve derin anlamlar taşıyan bir simgeye dönüşür.
John Everett Millais’in İkonik “Ophelia”sı (1851-1852)

Millais‘in Ophelia tablosu, Shakespeare’in Hamlet‘indeki trajik karakterin belki de en ikonik ve akılda kalıcı tasviridir. Oyunda Kraliçe Gertrude, Ophelia’nın çiçek toplarken suya düştüğünü ve batarken şarkılar söylediğini anlatır. Millais, bu sözlü betimlemeyi büyük çabayla görsel bir sahneye dönüştürmüştür. Manzarayı Surrey’deki Hogsmill Nehri kıyısında aylarca süren titiz bir çalışmayla resmederken, figür için stüdyosunda genç Elizabeth Siddall‘ı model olarak kullanmıştır. Siddall’ın kış aylarında soğuk suda saatlerce poz vermesi, dönemin sanatsal özverisinin ve tablonun gerçekçi detaylarının bir kanıtıdır.
Tabloda Ophelia, sırtüstü nehirde yatarken resmedilmiştir. Gözleri aralık, elleri iki yana açık, yüzü ifadesizdir. Su yüzeyinde hareketsiz kalışı, hem ölümün hem de teslimiyetin izlerini taşır. Burada Ophelia’nın direncini değil, çaresizliğini ve kabullenişini öne çıkarmıştır. Millais, sahneyi inşa ederken her ayrıntıya anlam yüklemiştir. Çevresindeki çiçeklerin neredeyse tamamı hem Shakespeare’in metnine hem de Viktoryen dönemin “Çiçek dili”ne gönderme yapar; gelincikler ölümü, menekşeler sadakati, söğüt ağacı karşılıksız aşkı, papatyalar masumiyeti simgeler. Ophelia’nın elbisesi suyla şişmiş, bedeni neredeyse çiçeklerle bir bütün hâline gelmiştir.
Bu tablo, yalnızca bir karakterin ölümünü değil; bastırılmış bir kadının, duygusal olarak ihmal edilmiş bir bireyin sessiz çöküşünü anlatır. Millais’in Ophelia’sı bu yüzden yalnızca dramatik bir ölüm anı değildir; aynı zamanda görsel bir iç çöküştür.
Joseph Severn, Ophelia (1860)

Millais’in dramatik sahnesinden yaklaşık on yıl sonra Joseph Severn, Ophelia’yı ölüm anıyla değil, ondan hemen önceki içsel boşluğu ve donuk bekleyişi ile yansıtır. Diğer yorumlamalardan farklı olarak onu bir ağaçta, siyahlar içinde otururken görürüz. Çevresi koyu yeşilliklerle ve kırmızı çiçeklerle çevrilidir. Ophelia’nın bedeni dik olsa da bakışları boşluktadır. Severn Ophelia’nın bu şüpheli ölümünü doğrudan Hamlet’e duyduğu saplantılı aşkla ilişkilendirir. Elinin altındaki mektup, geçmişe ait bir hesaplaşmayı ya da son bir veda ihtimalini çağrıştırırken genellikle yas ve melankoliyi simgeleyen siyah elbisesi, onun ruhsal çöküntüsünü ve kayıplarını vurgular.
Tablodaki en çarpıcı detaylardan biri ise duvara çiçeklerle yazılmış olan Hamlet ismidir. Bu derinlikli dokunuş, Ophelia’nın tüm varlığının Hamlet tarafından nasıl kuşatıldığını, aşkının bir yüke dönüştüğünü ve zihinsel dağınıklığının temelinde bu ilişkinin yattığını görsel bir temsilidir. Burada Ophelia, bir olayın değil, bir hâlin resmidir: Sessizce içine kapanan, çevresinden uzaklaşan ve belki de kendi sonunu kabullenen genç bir kadın.
Thomas Francis Dicksee, Ophelia (1864-1875)

Thomas Francis Dicksee, Shakespeare’in kadın karakterlerine özel ilgi duyan Viktoryen dönemin önemli ressamlarından biridir. Ophelia’yı farklı zamanlarda ve nüanslarla defalarca resmetmiştir. Ancak onun yorumları, oyundan dramatik bir sahneyi veya karakterin ölüm anını betimlemekten ziyade, Ophelia’nın estetik güzelliğine, duruşuna ve içsel kırılganlığına odaklanmasıyla öne çıkar. Bu yaklaşımın en güzel örneklerinden biri 1864 tarihli tablosudur. Bu eser, bir sahne tasvirinden çok bir portre niteliğindedir. Ophelia’yı elinde bir kitapla, daha düşünceli ve içe dönük bir ifadeyle betimleyerek karakterin entelektüel ve duygusal derinliğini vurgular.
En ünlü, 1875 tarihli Ophelia tablosunda ise yine romantik ve idealize bir anlatım kullanır. Doğrudan bir ölüm anını yansıtmaz. Ophelia’nın ölümünü bir kaza veya intihar olarak net bir şekilde betimlemekten kaçınarak, onun masum ve hüzünlü teslimiyetini vurgular. Ophelia, yemyeşil doğanın içinde, sakin ve melankolik bir biçimde otururken betimlenir. Üzerindeki beyaz elbise masumiyeti simgeler. Karakterin içsel kırılganlığı ve hüzünlü ruh hâli ön plandadır. Trajediden çok, duygusal bir durgunluk ve estetik bir melankoli portresidir. Viktoryen dönemin ‘güzel ama kırılgan kadın‘ anlayışını yansıtır.
Alexandre Cabanel, Ophelia (1883)

Fransız akademik resminin önde gelen figürlerinden Alexandre Cabanel’in ”Ophelia”sı, Millais’in portresine görsel olarak yakınlık taşısa da, kendi özgün yorumuyla öne çıkar. Cabanel, Ophelia’yı ölüm eşiğinde, intihar düşüncesiyle resmeder. Diğer ünlü tablolarında da sergilediği gibi, mitolojik ve edebi figürleri güçlü bir estetik anlayışla ve duyusal bir yaklaşımla ele alır. Bu bağlamda, Ophelia’nın bedeni ve ifadesi, onun klasik güzellik anlayışını ve dramatik anlatım yeteneğini yansıtır. Yüzündeki ifade, derin içsel çatışmalarını ve çaresizliğini yansıtırken, suya teslim olan beden dili, ölümle yüzleşmenin getirdiği kaçınılmaz bir kabullenişi anlatır. Dönemin akademik resminin karakteristik özelliği olan yoğun duygusal ifade ve estetik incelikle ele alınan bu tablo, trajediyi hem dışsal hem de ruhsal düzeyde derinleştirir. Cabanel, Ophelia’nın hikayesindeki belirsiz ölümü, karaktere özgü bir intihar eylemi olarak net bir biçimde yorumlayarak, onun trajedisini daha kişisel ve kaçınılmaz kılar.
John William Waterhouse, Ophelia

John William Waterhouse, 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Pre-Raffaelocu geleneğin önemli isimlerinden biridir. Bu sanatsal akımın estetik ve edebi konulara olan düşkünlüğü, Waterhouse’un mitolojik ve özellikle de Shakespearevari kadın karakterleri ele alış biçiminde açıkça görülür. Ophelia’yı üç farklı tabloda ele alır.
İlk tabloda (1889), Ophelia çimlerin üzerine uzanmış, çevresindeki çiçeklerle bir bütün halinde resmedilmiştir. Suya henüz girmemiştir ama doğanın kucağında, geçişin eşiğindedir. Bu yorum, onu ölümün pasif kurbanı olmaktan çıkarıp doğayla bütünleşen bir figüre dönüştürür. İkinci tabloda (1894), ağacın gövdesine oturmuş, elinde çiçekler tutan bir Ophelia görülür. Elindeki haşhaş çiçekleri, hem unutkanlık hem de ölümle ilişkilendirilen klasik sembollerdir. Ophelia hâlâ fiziksel olarak hayattadır, ancak zihinsel olarak kopuş başlamıştır. Sanatçı burada karakterin ruhsal çözülüşüne odaklanır. Son tabloda (1910) ise, Ophelia mavi bir elbiseyle ayakta, bir ağaca tutunmuş haldedir. Yüz ifadesi ve bedeni gerginlik içindedir. Suya düşmeden önceki duraksama anı gibi resmedilmiştir.
Waterhouse’un bu üçlemesi, Ophelia’yı yalnızca trajik öykünün bir parçası olarak değil, başlı başına şiirsel ve sembolik bir figür olarak ele aldığını gösterir. Çiçekler, doğa unsurları, bakışlar ve beden duruşları aracılığıyla karakterin iç dünyasındaki çözülmeyi görselleştirir. Bu tablolar, Ophelia’nın ölümüne giden süreci farklı duygusal ve fiziksel evrelerle temsil eder. Böylece Waterhouse, Ophelia’nın anlatısını tek bir ölüm anına sabitlemek yerine, onu içsel bir trajedi olarak zamana yayar.
Ophelia: Edebiyattan Sanata, Sanattan Günümüze

Shakespeare’in Hamlet’inde toplumsal baskılar ve erkek egemen yapılar arasında sıkışmış, çaresiz bir karakter olarak doğan Ophelia, sadece klasik resimlerle sınırlı kalmayıp fotoğraf, sinema, müzik ve popüler kültürde de yeni ve güçlü biçimler bulmuştur. Bu yeni anlatımlar, Ophelia’nın temel kırılganlığı ve içsel mücadelesi terk etmek yerine, farklı dönemlerin ruhuna göre şekillenerek bu trajediyi yeniden yorumlamıştır.
Julia Margaret Cameron, 1860’larda yumuşak odaklı portreleriyle Ophelia’nın melankolik ve kırılgan ruh halini ortaya koyarken, modern fotoğrafçı Gregory Crewdson ise Amerikan banliyölerindeki yalnız kadınları suyla ilişkilendirerek Ophelia’nın günümüzdeki yansımalarını yaratmıştır. Küvette ya da suyun içinde çektiği fotoğraflar, sessiz teslimiyet ve psikolojik gerilim taşır.
Sinema dünyasında Lars von Trier’in Melancholia (2011) filmi, Ophelia’nın suya yatışını estetik ve metaforik bir dilde kullanırken, Helena Bonham Carter’ın Hamlet (1990) performansı Ophelia’nın deliliğini unutulmaz kılmıştır.
Müzikte Emilie Autumn‘un Opheliac albümü, Ophelia’yı bastırılmış kadınlık, delilik ve özgürlük temalarıyla yeniden yorumlar. The Lumineers’in ”Ophelia” şarkısı ise kırılgan ve ulaşılması zor bir aşkı simgeler. Popüler kültürde ise Ophelia imgesi, sosyal medya platformlarında yaygınlaşan “sad girl” estetiğiyle hayat bulur. Bu estetikte, melankoli, kırılganlık ve içe dönüklük gibi duygular; pastoral arka planlar, çiçekli giysiler, durgun bakışlar gibi görsel sembollerle ifade edilir.
Tüm bu süreçte Ophelia, basit bir edebi karakterin ötesine geçerek, kadınların toplumsal konumlarına ve psikolojik hallerine dair evrensel bir simgeye dönüşmüştür. Yüzyıllar boyunca Ophelia’nın temsili hiç tekdüze olmaz; kimi zaman kırılgan, zayıf ve delirmiş bir figür olarak resmedilirken, kimi sanatçılar onun direncini, içsel gücünü ya da başkaldırısını da ön plana çıkarır. Bu farklı yorumlar, onun hem zamana hem de toplumsal değişimlere bağlı olarak sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu gösterir. Bugün ise Ophelia, hem sanatın hem de popüler kültürün içinde, kadın kimliğinin karmaşıklığını, toplumsal rollerin yüklediği baskıları ve içsel mücadeleleri anlatan güçlü bir metafor olarak varlığını sürdürür.
Kaynakça:
Kapak Görseli: Pinterest.
”Ophelia.” Tate. Web. Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2025.
”Gregory Crewdson.” Artnet. Web. Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2025.
Gül, Ayşe. ”Ophelia’nın Temsilinde Viktorya Dönemi Resimlerinde Kadın İmgesinin Sunumu.” Mavi Atlas, cilt 6, sayı 1, 2018, ss. 27–41. Web. Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2025.
”John William Waterhouse – Ophelia Tablosu.” Tablohane. Web. Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2025.
”Ophelia by Thomas Francis Dicksee.” Artnet. Web. Erişim Tarihi: 14 Temmuz 2025.


