Sanatta Tekrar: Botticelli’den Cabanel’e Venüs’ün Doğuşu

Editör:
Gülizar Nehir Gülkanat
spot_img

İnsanların daha dünyaya adım atmadan önce tattıkları bir duygu vardır: Aşk. Bu öyle bir duygudur ki insanoğlu, kendi tanrılarını yaratırken onların arasına da bu duygudan serpiştirmiş, hatta aşkın tanrısının, daha doğrusu tanrıçasının var olması gerektiğini düşünmüş, kendince de bunu yaratmıştır. Aşk tanrıçası Venüs (Afrodit), yıllar geçse de tüm mitolojilerde ve hikâyelerde yerini korumuş, insanların vazgeçilmezi haline gelerek tablolara dahi konu olmuştur. Bulunduğu coğrafyaya göre belki adı değişmiş ama etkisi hiç değişmemiştir. Bu yazımızda ise sizlerle, Venüs’ün Doğumu‘nun Sandro Botticelli ve Alexandre Cabanel‘in bakış açılarıyla nasıl ele alındığını inceleyeceğiz.

Tanrıça Venüs (Afrodit) Kimdir?

Venus de Milo (Milos Venüs’ü) | peramuzesi.org.tr

Sanat tarihine baktığımız zaman, aşk ve güzellik tanrıçası olan Venüs’ün ilk çağlardan günümüze kadar etkisini koruduğunu görebiliriz. MÖ 4. yüzyıla kadar bereket tanrıçası olarak tasvir edilen Venüs, daha sonra güzellik tanrıçası olarak betimlenmiştir. İnsanlık tarihi içinde yeri oldukça eski olan güzellik kavramı ise pek çok mitosa, masallara ve destanlara konu olmuştur. Estetiğin en temel kavramı olmuş, hatta felsefelerde kendine yer bulmuştur. Öyle ki Pythagoras güzellik kavramı için “En güzel şey: Harmonia (uyum)” demiştir. Güzelliğin tanrıçası Venüs ise tarih boyunca sanatta kadın çıplaklığıyla ilgili her türlü eşiğin aşılmasına öncülük eden bir mitolojik karakter haline gelmiştir. Çıplaklık onun sayesinde kabul edilebilir hale gelmiş ve Venüs, adeta ideal güzelliğin simgesi olmuştur.

Hepimizin bildiği gibi Roma mitolojisindeki güzellik ve aşk tanrıçası Venüs’ün Yunan mitolojisindeki diğer adı Afrodit‘tir. Homeros ve diğer pek çok şair bu tanrıçayı güzel, alımlı, gönül alıcı gibi özelliklerle betimlemişlerdir. Hesiodos‘a göre Afrodit, “deniz köpüğünden doğan kadın” demektir ki bu da Afrodit’in doğumuyla doğrudan ilişkilidir. Doğumu hakkında ise bir sürü efsane olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, Hesiodos’un anlattığıdır ki o, bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Homeros ise Zeus ile Okenos’un kızı Dione‘den doğduğunu anlatır. Fakat bunların yanında Yunan mitolojisindeki inanış ise çok başkadır. Buna göre Gaia‘nın doğurduğu son titan Kronus, babası Uranüs‘ü hadım etmiş ve cinsel organını denize atmıştır. Böylece denizden aşk ve güzellik tanrıçası olarak Venüs doğmuştur.

Willendorf Venüsü | arkeofili.com

Yüzyıllar boyu bizimle birlikte yaşayan güzellik tanrıçası Venüs, fiziksel şekilde ilk olarak MÖ. yaklaşık 25 bin yılında, bir heykel tasviri olan Willendorf Venüsü olarak karşımıza çıkmıştır.

Venüs’ün Doğuşu – Sandro Botticelli (1485)

Asıl adı Alessandro di Mariano Filipepi olan Sandro Botticelli, 1445 yılında İtalya’nın Floransa şehrinde dünyaya gelmiştir. Botticelli adıyla tanınmasının nedeni, abisi Giovanni‘nin takma adının bu olmasındandır. Gençlik döneminde Floransalı sanatçı ve eski keşiş Filippo Lippi‘nin atölyesinde ressamlık eğitimi almış ve dönemin sanatçılarıyla tanışıp onlardan etkilenmiştir.

Başarılı sanatçımız Botticelli’nin en büyük şansı ise bence o dönemin en prestijli ailelerinden biri olan Medici ailesi için de üretim yapmasıydı. Botticelli’nin 1480-1484 yılları arasında bu aile için yaptığı ve günümüzde Floransa’da, Uffuzi Sergisi‘nde sergilenen en ünlü eseri ise Venüs’ün Doğuşu‘dur.

Venüs’ün Doğuşu – Sandro Botticelli | uffizi.it

“Mitoloji, en açık biçimde, zengin aşk hikâyeleri repertuvarıyla cazipti.”

(Christopher Allan, Ovid and Art)

Tabloda Venüs’ün, doğduğu deniz kabuğuyla birlikte sahile doğru sürüklenirken dalgın bakışlarla uzaklara baktığını görürüz. Sağ eliyle göğsünü kapatırken sol eliyle de saçlarını tutmuş, kendini örtmeye çalışmaktadır. Sol yanında gördüğümüz Bahar Tanrıçası, onun çıplak bedenini giydirmek için elindeki örtüyle hazır bekler. Hatta adeta ona doğru gelmektedir, belki birkaç dakika sonra onu örtüyle saracağını bize hissettiren bir duruşu vardır. Sağ tarafında bulunan diğer iki tanrı ise rüzgar tanrılarıdır: Zephyrus ve Auster. Onların üfledikleri rüzgâr, Venüs’ü sahile doğru sürüklerken aynı zamanda saçlarını uçuşturur, Bahar Tanrıçası’nın ise örtüsünün ve giysilerinin dalgalanmasına sebep olur. Bu rüzgâr tabloya ilginç bir hareketlilik katar. Bahar tanrıçasının Venüs’e doğru hareket ederken taşıdığı örtü, ilgilimizi ister istemez Venüs’e yöneltmemize sebep olur. Aynı şekilde rüzgâr tanrılarının üflemesiyle birlikte etrafta uçuşan çiçekler de Venüs’e doğru savrulur. Böylece tüm figürler ve şekiller odağımızı ana karakter olan Venüs’e çeker.

Tablo aynı zamanda Ovidius‘un MS 8. yüzyılda yazdığı Metamorfozlar adlı eserine de göndermeler içerir. Örneğin tablodaki Bahar Tanrıçası güllerden yapılmış bir kuşak takar ve mavi kantaron çiçeği desenli bir elbise giyer. Bu detaylar Ovidius’un eserinde geçen bir dizeye göndermedir: “Ve genç Bahar, çiçeklerden yapılmış bir taçla süslenmişti”. 

Venüs ve Bahar Tanrıçası

Detaylarıyla beni büyüleyen bu tabloda Botticelli’nin, uçuşan çiçekleri anemon çiçeği olarak resmetmesinin de bir anlamı vardır. Anemon, Venüs’ün sevgilisi Adonis‘in sembolüdür ve onların hikâyesi de yine Metamorfozlar eserinde geçer. Adonis’in avlanmaya gittiği bir gün bir yaban domuzu ona saldırır ve onu öldürür. Bu ölümün acısı içindeki Venüs, sevgilisini bir anemon çiçeğine dönüştürür. Ancak bu, ömrü kısa bir çiçektir. Ufacık bir rüzgarla kopabilen, savrulabilen bir çiçektir; tıpkı tabloda da gördüğümüz gibi. Botticelli, eserine anemon çiçeklerini eklerken estetik kaygıların yanı sıra Venüs’ün aşkını ve kaybını da işlemek istemiştir.

Doğduğu ve birlikte kıyıya geldiği deniz kabuğu ise aslında Venüs’ün kutsal bir simgesidir. Antik Yunan döneminde deniz kabukları afrodizyak olarak bilinir ki bu, Venüs’ün Yunan mitolojisindeki ismi Afrodit’e göndermedir. MS 4. yüzyıldan itibaren deniz kabuğu, Venüs ile ilişkilendirilmeye başlansa da bundan çok daha önce Yunanlılar, deniz kabuğunu kadın cinselliğiyle özdeşleştirmiştir. Hatta Yunancadaki kteis kelimesi aynı zamanda kadın genital bölgesi anlamına da gelir. Bu nedenle deniz kabuğunun üzerinde çıplak bir kadın betimlemek güçlü bir cinsel mesaj içerir. Tablonun geneline baktığımızda da birçok sembolik anlamlar görmek mümkün. Örneğin su, doğurganlığın simgesidir. Bunun dışında kıyının üçgenler kullanılarak resmedilmesi kadın cinsel organını betimlerken henüz çiçek açmamış portakal ağaçları ise baharın Venüs’ün gelişiyle başlayacağını anlatır.

The Awakening of Adonis – John William Waterhouse (1899) | commons.wikimedia.org

Cinsellik, doğurganlık ve yeniden doğuş gibi sembolleri resmeden Botticelli’nin Venüs’ü, idealize edilmiş bir güzellik, zarafet ve masumiyeti betimler. Tabloda gördüğümüz Venüs oldukça pasiftir, adeta onu izlediğimizin farkındadır ve belki de bu yüzden uzaklara bakar. Çıplaklığının sebep olduğu mahçupluk duygusu ve savunmasızlık hissi bize de geçer.

Venüs’ün Doğuşu – Alexandre Cabanel (1863)

Diğer ressamımız Alexandre Cabanel ise 1823 yılında Fransa’nın güney kıyısındaki Montpellier kentinde doğmuş ve büyümüştür. Henüz daha on yaşındayken yerel sanat okuluna başlayan Cabanel, 1839’da bir sanat yarışmasından kazandığı bursla Paris’e giderek François-Edouard Picot‘nun atölyesinde çalışmaya başlar. Bu atölyedeki rekabetçi ortamla tarzını ve sanatını oldukça geliştiren Cabanel, bir yıl içinde École des Beaux Arts‘a kabul edilir.

1845’te Prix de Rome yarışmasına üçüncü defa girer ve ikinci olur. Bu yarışmanın önemi dönemin ressamları için çok büyüktür çünkü birinci olana Medici Sarayı’nda beş yıllık, masrafları Akademi tarafından karşılanan bir sanat eğitimi vadedilir. Cabanel daha önceki denemelerinde final turuna çıkmayı başarabilse de hiç birinci olamamıştır. Bu defa da Picot’nun diğer öğrencisi Léon Bénouville‘e yenilmiştir. Ama jüri ikiye bölünmüştür ve ona da ikincilik bursu verilir. Böylece Cabanel, eğitimine Roma’daki Medici Sarayı‘nda devam eder. Bu olayın onun hayatındaki en büyük dönüm noktası olduğunu ise söylemeden edemeyiz.

Venüs’ün Doğuşu – Alexandre Cabanel | musee-orsay.fr

1860’lardan itibaren tarihi ve dini konuların yanı sıra kendi ilgisini çeken konuları da resmetmeye başlayan Cabanel, günümüzde Paris’teki Orsay Müzesi‘nde bulunan Venüs’ün Doğuşu‘nu da 1863’te yeniden yorumlar. Bu tablo, 1863 Salon Académie‘de sunulduğu zaman III. Napolyon, eseri görür görmez satın alır ki bu da tablonun yapıldığı dönemden itibaren etkileyiciliğinin kanıtıdır.

Cabanel’in Venüs’ün Doğuşu tablosunda kullandığı açık ve yumuşak renkler, samimi bir atmosfer yaratır ve Venüs’ün masumiyetini, bakireliğini güçlendirir. Venüs, merkezde yarı kapalı gözlerle bir dalga üzerinde uzanmaktadır. Aşk tanrıçası yeni doğmuş ve kıyıya doğru gitmektedir. 19. yüzyılda kadın çıplaklığı izleyici rahatsız etmemek için mitolojik bir bağlamda sunulurdu. Bu bağlamda Venüs’ün başının üzerinde sevgi tanrısı Eros‘un temsilcileri olan Putto‘ların uçuşması da eserin çıplaklığının yanında mitolojik karakterine yapılan tek göndermeydi.

Cabanel’in tasvir ettiği Venüs’ün yüzünün izleyiciye dönük, gözlerinin yarı kapalı olması, onun cinsel açıdan güçlü ama pasif görünümünü güçlendirmektedir. Aynı zamanda Venüs’ü çıplak bir şekilde resmetmesiyle Cabanel’in Venüs’ü kontrol altına almış gibi göründüğü de söylenebilir. Bu durum aslında Venüs’ü savunmasızlaştırmış, dişiliğini değersizleştirmiştir. En yüce kadının temsili olarak görülen Aşk Tanrıçası, çıplaklığı nedeniyle nesneleştirilmiş ve heteroseksüel erkek bakışının nesnesi olmuştur.

Bu tablodaki bir diğer ilginç nokta ise Venüs’ün ilk bakışta düşündüğümüz gibi tablonun asıl kahramanı olmamasıdır. Onun buradaki rolü güzelliği temsil ederek izleyicilerde ilham yaratmaktır. Bu sebeple bu tablonun asıl kahramanının erkek izleyici olduğunu söylememiz de yanlış olmaz.

Bir Tanrıça, İki Farklı Yorum

Botticelli ve Cabanel | tr.wikipedia.org

400 yıla yakın bir arayla sanat dünyası Venüs’ün Doğuşu‘nun iki farklı yorumunu gördü. Bu iki tablonun bana kalırsa en belirgin benzerliği ise her ikisinin de Venüs’ü yakın şekilde tasvir etmesi: Aynı şekilde dalgalanan saçlar, yarı kapalı gözler ve kusursuz bir beden. Fakat farklılıklarının daha bariz olduğunu da söylemek gerek. Örneğin Botticelli’nin eserinde Venüs’ün doğum anına çok daha fazla gönderme bulunduğunu görüyoruz. Cabanel’in Venüs’ü ise uyku hâlinde olan bir kadın olarak da düşünülebilir. Öyle ki Cabanel’in tasvirinde, doğuş hikayesinin önemli unsuru olan deniz kabuğunun bulunmaması da bizi bu şekilde düşünmeye itiyor. Ayrıca Cabanel’in Venüs’ü, daha önce de bahsettiğimiz gibi çok daha pasif bir konumda resmediliyor: Dalganın üzerinde uzanmış ve izleyicinin izleyebilmesi için açık bir şekilde betimleniyor. Oysaki Botticelli’nin tablosundaki Venüs çok daha aktif ve izleyicinin ona bakmasından rahatsız, asıl ana karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Sanatın oldukça öznel ve yoruma açık olduğunu hissettiren bu iki versiyonu da bizzat görmüş, dakikalarca inceleme fırsatı bulmuş biri olarak söyleyebilirim ki, her ikisi de birbirinden etkileyici iki eser. Aynı hikâyenin farklı bakış açılarıyla içinde bulunduğu döneme ve ressamın iç dünyasına göre bambaşka noktalara odaklanılarak yansıtılabilmesi ise kesinlikle sanatın en değerli özelliklerinden biri. Böylece bu iki tablo, hem izleyici olan bizleri iki farklı dünyada dolaşıyor gibi hissettiriyor hem de Venüs’ün bunca farklılığa rağmen hâlâ benzer izler taşıması, insanın yüzyıllar geçse de temelde bazı yargılardan vazgeçememesini gösteriyor.


Kaynakça

Üstel Arı, Bahar Başak. “Geçmişten Güncele Venüs”. İdil Dergisi. 2019: 321-330. 13.07.2025

Brouwers, Marlotte. “Venus’s Metamorphoses The Transformation of Ovid’s Venus: Botticelli, Cabanel and Sherman”. Tilburg University, 2013. 12.08.2025

Newberry, Jenna Marie. “Venus Anadyomene: The Mythological Symbolism from Antiquity to the 19th Century”. Master Thesis. University of Wisconsin, 2011. 12.07.2025

Cartwright, Martin. “Sandro Botticelli”. World History Encyclopedia, 31 Ağustos 2020, Web. 15.07.2025

Esat, Melisa Su. “Medici Ailesi: Rönesans’a Yön Veren Ailenin Yükseliş Öyküsü”. Sanat Hukuku Enstitüsü, 14 Aralık 2022, Web. 15.07.2025

“Alexandre Cabanel Creativity vs the Académie”. arthistoryproject.com. Web. 12.08.2025

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Editor Picks