Sanatçının yaratım süreci çoğu zaman bir ilham bekleme süreci olarak değerlendirilir. Sanatçının bir beklenti haliyle ilişkilendirilmesine neden olan ilham, sanatçıya dışsal soyut bir çağrışımla tasavvur edilir. Sanatçı, bir girdabın içinde yaratma süreciyle “baş başa” kaldığında ilham “bir anda” ortaya çıkıverir. Bu gerçekten de böyle midir? Yaratım sürecini, sanatçının kendisiyle baş başa kaldığı yalıtılmış bir ortamla ilişkilendirmek; sanatçının yaratıcılığını anlara bölmektir. Bu, sanatçının içinde bulunduğu ve kümülatif yapısına katıldığı toplumdan yalıtılmasına da neden olur. Yani ilham, sanatçıya tepeden inmesi anlamında dışsal değildir. Sanatçının çevresindekileri fark etmesi, algılaması ve yorumlaması anlamında bir dışsallık olabilir.
“Kırları görmeyi öğrenmek için yoksul halkla yan yana, iç içe, onların küçük evlerinde, meyhanelerinde yaşamak gerek. Bock’a da söyledim bunu; kendisini çeken, ilgilendiren, etkileyen hiçbir şey görmediğinden yakınıyordu. İki gün onunla birlikte yürüyüş yaptım ve Kuzey’den en az Fas kadar değişik otuz resim konusu gösterdim kendisine. Bu günlerde neler yapmakta olduğunu merak ediyorum.”(234.sy)
Doğadaki bir varlığın sanatçıyla ilişkisini düşünelim. Her ikisi de bir bağlam içinde bulunur. Sanatçı, gören izleyen ve yorumlayan olarak bir konuma sahiptir. Bu durumda sanatçının karşılaştığı varlıklar izlenen ve yorumlanan konumundadır. Sanatçı, hayatı boyunca karşılaştığı varlıklar ve deneyimlediği olaylar tarafından koşullanabilir. Ancak, sanatçının eserlerine bu koşullanmanın ne kadar yansıyacağı da değişkendir. İşte bu nedenle eser, sanatçının kendisi ve çevresi arasındaki karmaşık ilişkiden beslenirken; sanatçının yaratıcılığının salt nedeni olarak bu ilişkiye dışsal bir ilhamın sunulması yanılgıdır. Eserin ortaya çıkışının ilhama indirgenmesi sanatçının pasifleştirilmesidir. Sanatçının yaratıcılığı, konfor alanı dışında ve bir beklentiye sığınmadan ortaya çıkabilir. O halde, sanatçının yaratım sürecindeki sancılarına rağmen ya da tam da sancıları dolayısıyla yaratabilmesi olanaklıdır. Sanatçı, kendisine dışsal olan ve tepeden inen bir gücün beklentisi içinde olmak zorunda değildir. Vincent Van Gogh (1853-1890), bunun somut bir örneğidir.

İzlenimciliği Sanatçının Kişisel Anlatımıyla Aşmak
Van Gogh, 19. yüzyılın sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıktığı varsayılan ve ard izlenimcilik, bir diğer adıyla post-empresyonizm olarak isimlendirilen akımın etkisinde olan ressamlardandır. Bu akım, izlenimciliğin kurallarını, sanatçının kişisel anlatımıyla aşmayı amaçlar. Sanatçıdan artık gördüklerinin ötesindekini de eserine yansıtması beklenir. Sanatçının eserine kişisel anlatımını da katmasının imkanı, izleyicilerin eser üzerindeki yorum alanını genişletir. Böylece izleyici, eserden sanatçıya doğru ya da sanatçı üzerinden esere doğru geçişlerle yorum yapabilir. İşte, Van Gogh’un eserleri de izleyicisi tarafından, yaşadığı psikolojik sorunlar üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Sanatçının yaşamı boyunca sürdürdüğü arayış hali; psikolojik sorunları ve yoksulluğuyla ilişkilendirilmiştir. Oysa sanatçının üslubunu ortaya çıkartan pek çok şey vardır. Bunu onun hayatının geçtiği dönem koşulları üzerinden açıklamaya çalışmak, bir seçenektir. Nitekim, Van Gogh üzerine konuştuğumuz hiçbir şey onun hayatının bütününden kopartılamaz. Tıpkı eserlerinin üslubunun, salt onun “deliliği”ne, yoksulluğuna ve ruhsal durumuna indirgenemeyeceği gibi. Ancak şimdi, hayatının bir bölümü üzerine konuşmaya; bu yazının asıl vurgusu olan, Van Gogh’un zeytinliklerle olan ilişkisine geçelim.

Akıl Hastanesinin Çevresindeki Zeytinlikler
Van Gogh, Arles’da yaşadığı süreçte hepimizin birkaçını duyduğu “Sarı Ev, Arles’daki Yatak Odası, Köprü, La Crau’da Hasat, Ayçiçekleri, Zambaklar” gibi tabloları yapar. Bu tablolardaki renk tercihleri, 1886 yılında Paul Gauguin‘le (1848-1903) tanışmasıyla ilişkilendirilir. Onunla tanıştıktan sonra eserlerinde parlak renkleri tercih ettiği görülür. 1888 yılına gelindiğinde kendisini Arles’a ziyarete gelen Gauguin ile aralarında bir sanatsal tartışma yaşanır. Bu tartışma sonrasında kulağını kesen Van Gogh’un hayatında bunalımlı bir dönem başlar. 1889 yılında yaşadığı mahalledeki kişilerin dilekçe toplamasıyla bir yıl kalacağı Güney Fransa’daki Saint Rémy-de Provence‘taki akıl hastanesine gönderilir.


Burada, zeytinliklerle çevrili bu akıl hastanesinde, tedavi görmeye başlar. Hastanedeki odasının penceresinden Provence’ın eteklerindeki zeytinlikleri izleyen sanatçı, gördüğü manzaradan çok etkilenir. Zeytin ağaçlarının yapraklarına ve yaprakların günün farklı zamanlarında değişen renklerine hayran olur. Zeytin ağacını karakterize eder. Onun tipik özelliklerini keşfetme arayışıyla renkler, çizgiler ve biçimler üzerinde çalışır. Zeytin yapraklarının renginin değişkenliğini fark eder. Rüzgarın ve ışığın etkisi, yapraklardaki gümüşi rengi ortaya çıkarır. Sanatçı zeytin ağaçlarında gözlemlediği renkleri, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektupta şöyle tarif eder: “Gümüş, bazen daha mavi, bazen yeşilimsi, bronz, zeminde beyazlaşan sarı, pembe, morumsu veya turuncudan mat kırmızı toprak boyasına…”
Zeytin Ağacındaki Rengi Yakalamak
Yine 1889 yılında, zeytin ağaçlarını çok karakteristik bulduğunu anlattığı bir mektup yazar, zeytin ağaçlarındaki rengi yakalamak için mücadele ettiğinden bahseder. Gümüşi rengin bazen daha mavi, bazen yeşilimsi olduğunu aktarır. Ayçiçeklerinde kullandığı sarı renk için edindiği kişisel izlenimi zeytin ağaçları için de edinmeyi ister. Böylece, Haziran ve Aralık 1889 arasında, günün çeşitli saatlerinde ve farklı mevsimlerde zeytinlikleri yakalayan on beş resimden oluşan önemli bir seri ortaya çıkarır.
Van Gogh’un zeytin bahçelerini resmettiği seri, onun renkleri fırça kullanımıyla nasıl kompozisyon haline getirdiğini gösterir. Seri, tek bir zeytinliğin birkaç versiyonunu ortaya çıkaran sanatçının renk geçişlerini nasıl çeşitlendirdiğini de ortaya çıkarır. Hastanede geçirdiği günlerde her zaman dış mekanda çalışıp gözlem yapma imkanı bulamayan sanatçının iç mekandan çalışma deneyimini de izleyiciyle buluşturur.
Yazımızı güncel bir duyuruyla sonlandırıyoruz:
11 Mart’tan itibaren Van Gogh Müzesi, Vincent Van Gogh’un 1889’da Saint-Rémy-de-Provence’ta yaptığı zeytinliklerin on beş tablosuna odaklanan bir sergi sunuyor. Sergi, uzun süreli araştırmalar sonucunda farklı yerlerde ve kişilerde bulunan eserleri bir araya getiriyor. Sergi için yapılan araştırma süreci ve eserler üzerinde yapılan incelemelerden elde edilen sonuçlar dikkat çekiyor. Öyle ki, eserler üzerinde yapılan analizlerde bazı tablolarda kum taneleri, tohumlar ve hatta küçük böcek izleri bulundu. Böylece araştırmacılar, Van Gogh’un hangi eserleri üzerinde açık havada çalıştığını analiz edebildi. Van Gogh ve Zeytinlikler, 11 Mart – 12 Haziran 2022 tarihleri arasında Van Gogh Müzesi’nde sergilenecek.
Kaynak
Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Çeviren:Pınar Kür, YKY Yayınları, 10.Baskı,2013,İstanbul.