Gün herkes için farklı başlar. Sabah daha alarmı susturmadan gelen bildirimler, gidilmesi gereken dersler, birikmiş ödevler, bekleyen toplantılar… Her şey bir acele içinde ilerlerken, bu kaosun ortasında “sanat” kelimesi aklımıza neredeyse hiç gelmez. Gelse bile genellikle “hobi olarak yaparsın” klişesini de beraberinde getirir. Günümüzde çoğumuzun bir dönem ilgilenmeye çalıştığı ama daha sonra coğrafi ya da ekonomik nedenlerle bir kenara bıraktığı sanat, aslında hepimizin zihninin bir köşesinde yer etmiştir. Çoğu zaman “Zamanım yok ki” ya da “Bir getirisi yok” gibi cümlelerle hem kendimizi hem de çevremizi sanattan uzaklaştırırız. Oysa bu cümlelerin içinde gizli bir soru vardır: Gerçekten zamanımız mı yok, yoksa sanatı sadece yetenekli insanların yapabileceği bir şey mi sanıyoruz?
Sanat tabii ki ilkokulda çizdiğimiz resimden ya da ortaokul korosunda söylediğimiz şarkıdan çok daha fazlasıdır. Kimi zaman canımız sıkıldığında karaladığımız bir figürde, kimi zamansa günlerce üzerinde çalıştığımız bir portrede gösterir sanat kendini. Ancak bu noktada akla “yetenek” kavramı takılır. Bir yanda kurslara gidenler, eğitimler alanlar varken; diğer bir yandaysa doğuştan bu alanda iyi olanlar, en ufak karalaması bile göze estetik gelenler vardır. Ama çoğu zaman bu karşılaştırmaların arasında sanatın gerçek anlamını unuturuz.
Oysa sanat yalnızca doğuştan gelen bir yetenek değil, duygularımızı ifade etmenin bir yoludur. Herkes aynı mükemmellikte çizemez, yazamaz ya da söyleyemez. Ama herkes hissedebilir. Sanat da tam olarak o kuvvetli hislerin dışa vurumudur. Mesele yetenekli olmak değil, hissettiğini anlatmaya cesaret edebilmektir. Çünkü sanat, sonuçtan çok süreçle ilgilenir.
Sanatın Kökleri: Tarih Boyunca “Yetenek” Meselesi

Sanat, insanlık tarihi kadar eskidir. Henüz kelimeler yokken bile biz insanlar kendimizi anlatmanın yollarını arıyorduk. Mağara duvarlarına çizilen figürler yalnızca yaşanılan anları değil, aynı zamanda içimizdeki korkuyu, sevinci ve merakı da yansıtıyordu. Belki o dönemde müzik notaları bilinmiyordu ya da en iyi çizim kalemleri yoktu ama hayal gücü ve isteklerimiz vardı. Demek ki sanat, başından beri yalnızca yetenekli olanların işi değil, hepimizin içinden gelen doğal bir anlatma isteğiydi.
Zaman ilerledikçe sanat da diğer dallar gibi türlü değişimlere uğramıştır, ancak özünde hep aynı kalmıştır. Leonardo da Vinci’nin defterler dolusu çizimleri, Michelangelo’nun heykelleri… Bunların hiçbiri yalnızca doğuştan gelen bir yeteneğin sonucu değildir. Onlar da bizim gibi denemiş, yanılmış ve öğrenmişlerdir. Ancak çoğumuzdan farkları, vazgeçmemeleridir. Yani sanat, sahip olunan yetenekten çok, tekrarlarla, sabırla ve merakla ilerleyen uzun bir süreçtir.
Tarihe baktığımızda bize “yetenekli değil” denilen ama sanatıyla tüm dünyayı etkileyen birçok isim görürüz. Vincent van Gogh, yaşadığı dönemde neredeyse hiç tanınmamıştır. Kullandığı renklerin kurallara aykırı, fırça darbelerininse çocuksu olduğu söylenmiş, ama ne olursa olsun hissettiklerini anlatmaya devam etmiştir. Günümüzün en iyi ressamlarından biri olan Van Gogh’un tablolarına baktığımızda yalnızca bir manzara değil, insanın ruhunun karmaşasını da görürüz.
Diğer yandan Beethoven ise işitme yetisini kaybettiğinde bile müzikten kopmamıştır. Sessizliğin içinde ses yaratmış, kalabalığın duyamadığı bir melodiyi kalbinde duymayı sürdürmüştür. Tüm bu hikâyeler bizlere, sanatın kusursuzluk arayışı olmadığını hatırlatır. Bizim içimizdeki o sesin dışarıya yansıması, ister resimle ister müzikle olsun, bir şekilde kendini sanata dönüştürebilir.
Yetenek bizi bu konuda ileri taşıyabilir. Ancak o sesi duymak, ona kulak vermek bambaşka bir şeydir. Sanatın gerçek gücü, mükemmellikte değil, istek ve içtenlikte saklıdır. Belki de bu yüzden asıl sorumuz “Yetenekli miyiz?” olmamalıdır. Asıl sormamız gereken, “Kendimizi anlatmaya cesaret ediyor muyuz?” sorusudur. Çünkü sanat, sürekli birilerinin beğenisini bekleyen bir alan değil, kendimizi özgürce ifade etmemizi sağlayan bir sahnedir. Bizden sahnedekileri alkışlamamız değil, o sahneye çıkıp kendimizi göstermemiz beklenir.
Yetenek mi, Emek mi?

Sanat hakkında konuşurken en sık duyduğumuz “Ben yapamam, yeteneğim yok.” gibi cümleler, içimizdeki yaratıcılığı ve kendimizi ifade etme biçimlerimizi köreltmekten başka bir şey yapmaz. Yetenek, sanılanın aksine mucizevi bir beceri değildir. Yetenek, bizi bir adım öne taşıyan bir beceridir ama emek, bizi orada tutan asıl şeydir. Eğer içimizde hislerimiz ve isteklerimiz varsa, o zaman sanat için zaten gereken en büyük yeteneğe sahibiz demektir.
Belki de mesele, yetenek ya da emekten hangisinin ağır bastığı değil, ikisinin nasıl birbirini tamamladığıdır. Çünkü bazen küçük bir çabanın içinde büyük bir anlam gizlidir. Bir çizgiyi doğru çizmekten çok, o çizginin neden var olduğunu anlamak önemlidir. Sanat, sadece el becerisiyle değil, bakış açısıyla da şekillenir. Dünyaya farklı bir gözle bakabildiğimiz, sıradan bir anı bile anlamla doldurabildiğimiz sürece biz de birer sanatçıyızdır.
Bir ressamın ilk çizgileri yamuktur, bir müzisyenin ilk notaları karışıktır ya da bir yazarın ilk cümleleri anlamsızdır. Ama onlar devam ettikçe hatalar birer öğretmene dönüşür. Her yanlış çizgi, bir sonraki doğrunun zeminini hazırlar. Sanatta “yapamamak” diye bir şey yoktur, sadece “tamamlanmamış süreçler” vardır. Çünkü sanatı var eden şey kusursuzluk değil, sürekliliktir. Biz çabalamayı sürdürdükçe sanat da bizimle birlikte büyür, şekillenir, dönüşür.
Sanat Lüks mü, İhtiyaç mı?

Sanat, sadece sanatçıların ya da “yeteneklilerin” alanı değildir, insan olmanın bir parçasıdır. Bu yüzden sanata zaman ayırmak yalnızca bir tercih değil, bir ihtiyaçtır. Çünkü sanat bize kendimizi hatırlatır. Sanat birer lüks değil, ihtiyaçtır. Çünkü sanat bize yaşamın güzelliğini hatırlatır ve bazen yalnızca bu bile günü kurtarmaya yeter.
Sanata Zaman Ayırmak

Sanata zaman ayırmak aslında kendimize zaman ayırmaktır. Çünkü sanat sadece üretmek değildir. Hissetmek, düşünmek, anlamak ve yeniden denemektir. Her gün birkaç dakikamızı buna ayırdığımızda, hayat biraz daha dengeli, biraz daha anlamlı bir hâl alır. Ve belki de tam o anlarda, sanatın bizde çoktan yaşamaya başladığını fark ederiz.


