Ortaçağ boyunca, M.S. 1000 ile 1200 yılları arasında Avrupa’nın sanat sahnesinde büyük bir dönüşüm yaşandı. Bu dönem, kültürel ve sanatsal açıdan zenginliklerle dolu olan Romanesk Sanatı‘nın zirvesine tanıklık etti. Kiliselerin yükseldiği, manastırların oluşturulduğu ve dini mitlerin estetik bir dille işlendiği bir devirdi Romanesk. Arkaik dönem gibi, Romanesk Sanatı da sadece politik ve toplumsal alanda değil, aynı zamanda kültür ve sanat sahnesinde de önemli değişikliklere gebe bir dönemdi.

Bu yazımızda, Romanesk Sanatı‘nın çağdaşlarına kucak açtığı farklı coğrafyalardaki benzersiz yorumları keşfedeceğiz. Kilise kubbelerinin yüksekliğinden, renkli cam pencerelerin ışıltılı yansımalarına, İspanya’nın sıcak coğrafyasından İngiltere’nin mistik atmosferine kadar, Romanesk Sanatı antik dünyanın farklı köşelerinde nasıl farklı renklerde boyanmış, özgün ve etkileyici bir tablo oluşturduğunu göreceğiz.
Romanesk Dönem Sanatının Önemi
Romanesk Sanat, M.S. 10. yüzyılın sonlarından itibaren başlayarak, özellikle Avrupa’nın kilise mimarisinde ve sanat eserlerinde belirginleşti. Gotik dönemin öncesindeki bu devrede, estetik ifade dinin önemli bir parçasıydı. Kilise duvarları, fresklerle süslenirken, kitap süslemeleri ve heykeltıraşlık da zirveye ulaştı.

Romanesk kelimesinin kökenine baktığımızda; vakur bir tarzdaki Roma, Karolenj ve Otton, Bizans ve yerel Germen geleneklerinin birleşimini ifade ettiğine tanık oluruz. Romanesk sanatı dendiğinde ilk dikkat çeken ilerlemelerin Fransa’da gerçekleştiği aklımıza gelse de bu dönem; İtalya, Britanya ve Alman topraklarında da sanatsal ve kültürel faaliyetler anlamında doruğa çıktı.
Romanesk Döneminde Mimari
Romanesk mimari, yüksek yuvarlak kemerler, masif taş ve tuğla işçiliği, küçük pencereler, kalın duvarlar ve İncil’den sahneleri tasvir eden sanat ve heykellere ev sahipliği yapma eğilimi ile tarif edilir. Bu mimari biçim, Orta Çağ Avrupa’sındaki kiliselerin ve siyasi binaların çoğunu oluşturmuş ve muazzam, çarpıcı yapılar meydana getirmiştir. Romanesk mimari, Roma İmparatorluğu’nun su kemerleri ve binalarından, Bizans sanatından ve İncil’deki anlatılardan esinlenilerek inşa edilmiştir. Bu tarz, meydan okumanın yanı sıra ilham verme amacı gütmüş ve Orta Çağ manzarasında egemenliğini korumuştur.
Erken Orta Çağ’da (yaklaşık M.S. 1000-1200), Romanesk katedraller genellikle kasabalardaki en büyük yapıları oluşturmuş ve sağlam, masif kiliseler olarak öne çıkmıştır. Bu dönemdeki Romanesk mimari, Şarlman ve Otton stili olmak üzere iki farklı hükümdarın üsluplarından etkilenmiştir. Şarlman, Kutsal Roma İmparatoru olarak bilinen 8. ve 9. yüzyıllarda, Karolenj mimarisine etki etmiştir. Otton stili ise Büyük Otto’nun liderliğindeki Sakson hükümdarlar tarafından benimsenmiş ve Bizans İmparatorluğu ile Yunan ve Roma mimarisinden etkilenmiştir.

Romanesk tarzın Britanya’daki versiyonu ise “Norman” olarak bilinir, çünkü 11. ve 12. yüzyıllarda Normandiya’dan Britanya’ya yönelik Norman işgali, bu tarzın yayılmasına katkıda bulunmuştur. Örnekler arasında Durham ve Gloucester Katedralleri ile Southwell Minster bulunmaktadır.
Romanesk Mimarinin Özellikleri
Romanesk binalarına baktığımızda diğer tarzlara nazaran gösterişsiz olduğunu görebiliriz, ancak inanılmaz mimari özellikleri göz önünde bulundurulduğunda bu tarzın hayranlık uyandırıcı birkaç özelliği vardır.

- Romanesk mimaride yüksek kuleler, büyük ve kalın duvarlar, binayı desteklemesi için kullanılan taş payandaların olduğunu görürüz.
- Duvarların da yapısal bir işlemde kullanımı pencere boyutlarını küçültmüştür.
- Romanesk mimari her kültürde birtakım farklılıklar geliştirdiğinden ülkeden ülkeye değişiklik göstermiştir. Lombardiya’da, Pisa Katedrali gibi yapılar, İtalyan Romanesk tarzının önemli örneklerindendir. Bunlar genellikle sütunlu galerilerle süslenmiş, merkezi kubbe ve yüksek kemerlerle karakterizedir. Fransa’da, Romanesk mimari genellikle daha sağlam ve gösterişsizken İspanya’da, Romanesk mimari daha çok Hispano-Moresk tarzının etkisi altındadır.
- Bu mimaride bilinen en yaygın figürler geometrik şekillerdir. En belirgin geometrik öğelerden biri yuvarlak kemerlerdir. Bu kemerler, kilise pencereleri, kapı girişleri ve kubbe destekleri gibi yapısal unsurlarda sıkça kullanılmıştır. Yuvarlak kemerlerin yanı sıra, Romanesk sanatta daireler ve dairevi formlar sıkça kullanılmıştır. Bu formlar, kilise pencerelerinde rozetler veya döner gül formları olarak süslemelerde görülebilir.
Sant’Ambrogio Bazilikası

Sant’Ambrogio Bazilikası, İtalya’nın Lombardiya bölgesindeki Milano şehrinde bulunan önemli bir kilisedir. İtalyan mimarlık tarihindeki önemli yapılar arasındadır ve Romanesk tarzının önde gelen örneklerinden biridir.
Sant’Ambrogio Bazilikası, M.S. 4. yüzyılda Aziz Ambrose’un mezarı üzerine inşa edilmiştir. Kilise, Milano’nun en eski ve en önemli kiliselerinden biri olarak bilinir. Romanesk tarzının karakteristik özellikleri, Sant’Ambrogio Bazilikası’nda da görülebilir. Bazilika, sağlam taş duvarlar, yuvarlak kemerler, kalın sütunlar ve basık tonozlu tavanlarla inşa edilmiştir. Ayrıca, dış cephesindeki süslemelerde de Romanesk tarzının tipik özellikleri mevcuttur.

Bazilika, hem mimari hem de dini bir öneme sahiptir. İtalya’daki en eski bazilikalardan biri olmasıyla birlikte, Aziz Ambrose’un mezarını barındırması nedeniyle Hristiyanlık için kutsal bir yerdir. Ayrıca, kilisenin içinde birçok değerli sanat eseri ve mozaikler de bulunmaktadır.
Kaynakça
“Romanesque Art: Essay: The Metropolitan Museum of Art: Heilbrunn Timeline of Art History”. Chapuis. Web. Erişim tarihi: 29.01.2024
“Romanesque art”. Encyclopedia Britannica, Web. Erişim tarihi: 02.02.2024.
“A beginner’s guide to Romanesque architecture,” Smarthistory, Valerie Spanswick, Erişim tarihi: 02.02.2024, https://smarthistory.org/a-beginners-guide-to-romanesque-architecture/.
“Romanesque Architecture Guide: 6 Examples and Key Characteristics” MasterClass. Erişim tarihi: 01.02.2024, https://www.masterclass.com/articles/romanesque-architecture-explained
“Sant’Ambrogio Basilica” Encyclopedia Britannica, Web. Erişim tarihi: 08.02.2024.