Feminist sanat, Batı’da özellikle de İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde feminist hareketin ikinci dalgası sırasında ortaya çıkıp günümüze değin gelen bir süreci kapsar. Kadınların deneyimlerinin her zaman önemsizleştirildiğini ve görmezden gelindiğini düşünen sanatçılar ve düşünürler, feminist sanat hareketinin başlamasında önemli rol oynadılar. Günümüzde her ne kadar ayrı bir akım olarak sürdürülmese de kadın deneyimlerini irdelemeye çalışıp, kadın ve onun bedeni, varoluşu üzerinde kurulan tahakkümü sorunsallaştırmaya çalışan sanat üretimlerine feminist sanat bağlamından bakılabilir.
Kadınlara atfedilen toplumsal rolleri ve bu rolleri deneyimlemeleriyle ilgili ilk çalışmalar ise Mary Cassat, Berthe Morisot, Georgia O’Keeffe, Frida Kahlo, Louise Bourgeois, Eva Hesse gibi ressam ve heykeltıraşlardır. Bu sanatçılar, feminist düşünceyle doğrudan ilişkilendirilmeseler bile kadın bedenini, kadınların kişisel deneyimlerini irdeleyen; gündelik hayat ve ev hayatı gibi konularda eserler üretmişler ve Anni Albers, Vanissa Bell gibi sanatçılar da bir “sanatsal yaratı” olarak görülmeyen el işi ve dokuma gibi şimdilerde el sanatları dediğimiz üretimleri sanat statüsüne yükseltmek için çalışmışlardır, dolayısıyla sanat tarihinde proto-feminist sanatçılar olarak anılırlar.
/suffragette-demonstration-inlondon-by-unknown-artist-91845110-5c7aca0ac9e77c0001e98e78.jpg)
Feminizm ve Sanat | Tarihsel Bağlam
Birinci dalga feminizm, kadınlara siyasi alandaki haklarını vererek önemli bir etki yarattı ancak yine de siyasi ve sosyo-ekonomik eşitsizliklerin önündeki açmazlar devam etti. 1960’lı yıllar ve sonraki yirmi yılda, dünyada hem fiziksel değişimlerin hem de düşünce dünyasında yaşanan dönüşümlerin etkisiyle ötekileştirici tavrın sorgulanmaya başlandığı giderek artan siyasi aktivizm, sanatta ve elbette feminist harekette de vücut bulmuştur; feminist aktivistler toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine, kadınların kamusal ve özel alandaki deneyimlerine dikkat çekmeye çalışmış, çeşitli taleplerde bulunmuşlardır bu alanlardan biri de kuşkusuz sanat olmuştur. Feminist sanatçılar, kültürel üretimi bir aktivizm biçimi olarak da benimseyerek, sanatın toplumsal cinsiyet ve iktidar oluşumlarını yansıttığına ve sürdürdüğüne dikkat çekerek siyaseti estetik alana taşıdılar. Bu yıllarda, feminist sanatçılar kendilerinden önceki sanatçıların (proto-feministlerin) üretimlerini benimsediler ve daha büyük bir harekete yön verdiler.
Feminist sanat, kuşkusuz feminizmden ve feminist eleştiriden ayrı düşünülemez nitekim feminist eleştiri ve aktivizm sayesinde dönüşen feminist sanat, barındırdığı farklı yaklaşımlarla birlikte ele alınmalıdır. Bu bağlamda Linda Nochlin’in “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” makalesi¹ örnek verilebilir ve denilebilir ki sanatsal üretimde bulunmasalar da sanat tarihinin feminist eleştirisini yapan yazar ve düşünürler feminist sanatın gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Nochlin bu makalede, kadınların erkeklerden daha az yeteneğe ya da zekaya sahip olduğu için değil, sanat eğitimine sınırlı erişimi oldukları için sanatsal alanda görünür olmadıklarına dikkat çekerken okları yapısal eşitsizliklere ve ataerkil ideolojiye doğrultur.

Ahu Antmen’in editörlüğünde Türkçe’ye kazandırılan makalelerin yer aldığı Sanat/Cinsiyet kitabında feminist sanat şu şekilde aktarılır: “1960’lardan itibaren ABD’de bir grup feminist sanatçı, sanat tarihçisi ve sanat eleştirmeni, kadının sanatta, sanat tarihinde, sanat kurumlarında ve müzelerde yeterince doğru temsil edilmemesine, hatta çoğu zaman tümüyle dışlanmasına karşı bir mücadele başlattılar. Bu mücadelenin bilincinde ve tarafında olan bütün sanatçıların üretimlerini, Feminist Sanat başlığı altında toplamak mümkün” (Antmen: 239). Antmen ayrıca, Nochlin’in söz konusu makalesinin feminist sanatsal üretime de önemli derecede yön verdiğini ileri sürer; sanat tarihinde kadınların hiç yer almamasının kadınların iyi sanatçı olmadığı anlamına gelmediğini, kadınların -söylenenin aksine- sanatsal yaratı için elverişsiz olmadığını sorgulayan makale, kadınlığın sanatın bağlamı ve içeriği haline gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Elbette söz konusu makaleden önce de kadın sanatçılara yönelik az da olsa bir farkındalık vardı, kadınlar yüzyıllardır sanatla uğraşmışlardı. Her ne kadar sayıları az olduğu söylense de kadın sanatçıların, Rönesans döneminden itibaren profesyonel sanatçı olarak var olduğunu belgeleyen kanıtların olduğu bilinmekte (Minor:214). Bu sanatçılardan en bilineni de kuşkusuz Artemisia Gentileschi‘dir.
1970’ler ve 80’lerde feminist sanatçılar, kadınlığın ayırıcı özelliklerine odaklanırlar. Buna göre, toplumsal cinsiyet rollerine göre belirlenen kadınlık ve erkeklik farklarının bir kültürel yaratı olduğuna dikkat çekilmiş ve dolayısıyla kadın-erkek, kültür-doğa, zeka-sezgi, akıl-duygu gibi kavramların dahi cinsiyet temelli olduğuna atıfta bulunan eserler üretilmiştir (Antmen: 242). Diğer yandan kadınların sanat kurumları ve müzelerde yer almamasını eleştiren bazı sanatçılar da dernekler kurarak ve kendi sanat kurumlarını oluşturarak sergi ve müze gibi mekanlarda kadınların çalışmalarına görünürlük kazandırmaya çalışmışlardır.
Feminizm ve Postmodernizm
Bu döneme özgü olarak ortaya çıkan modernden modern-sonrası döneme geçişi ifade eden postmodernizm, felsefe, edebiyat, müzik gibi alanlarda kendini gösterirken bir düşünce akımı olarak feminist sanata ve sanat yapıtlarına da oldukça yoğun bir biçimde etki eder. Modernitenin üstün anlatı, dil ve teorilerini yapıbozuma uğratarak her şeyin birbirine bağlandığı bütüncül yapıların olamayacağını ileri süren postmodernizm, Batı dünyasına ve oradan da Doğu’ya çok kısa bir şekilde yayılmıştır.
Postmodern teori, feminist sanat açısından oldukça elverişli bir yapıya sahiptir nitekim bilimin ve sanatın özerkliği, kişiden kişiye değişebilen yorumsamaların artması gibi kırılmalara yol açan; bütün yerine parçaları, birlik yerine çoksesliliği koyan postmodernizm, toplumsal kavramlarımızı, toplumun yapısını ve bireylerin kimliğini de değiştirmiş, yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bu arayış süresince postmodern dönemde sanatta, otoritelere meydan okuyan; performans sanatı, kavramsal sanat, beden sanatı, happening (oluş), fluxus, queer sanat gibi yeni akımlar öne çıkmıştır. Bu nispeten yeni sanat akımlarında her türlü “şey” malzeme olarak kullanılır ve farklı sanatsal teknik arayışları olur. Öte yandan feminist sanat, postmodernizmle birlikte, sanatta biçim kadar anlam ve deneyimin de değerli olduğunu ilan ederek sanata farklı bir perspektiften bakması açısından da önemlidir.

Bu konuyla ilgili farklı bir yazı daha okumak için Sanatta Beden Olgusu ve Ana Mendieta’nın Silüeta Serisi başlıklı içeriğe de göz atabilirsiniz.
Feminist sanatçılar da tüm bu akımların içerisinde kendine yer bulur. Postmodern dönemde üreten feminist sanatçılar daha önceki bedenleşmiş kadın deneyimlerinden ve kadınlık ile erkekliğin rollerinden çok bedeni daha farklı açılardan, patriyarkayı ve onun geleneksel söylemlerini sorunsallaştırmak adına bir protesto aracı olarak kullanırlar. Öte yandan feminist sanat, erkek deneyiminin evrensel olup olmadığını sorgularken yalnızca beyaz ve yalnızca heteroseksüel deneyimi de sorgulamanın yolunu açmıştır ki günümüze değin medya araçlarının kullanımıyla bu tarz sanatsal işlerin öne çıktığını gözlemleyebiliriz.
1985’te cinsiyetçiliğe ve büyük sanat kurumlarına savaş açarak, çeşitli performanslar sergileyerek ve afişler asarak protestolar düzenleyen Gerilla Kızlar; çeşitli görsel tasarım ve grafikler kullanarak “Your body is a battleground” şeklindeki sloganlarıyla reklam afişi ve dergilerde yer alan Barbara Kruger; kadının tarih ve kültürdeki yerini doğum ve yaratılış imgelerini kullanarak irdelediği sanat enstalasyonlarıyla (yerleştirme) tanınan Judy Chicago; film ve dizilerde kurgulanan kadınlık temsillerini kendi portresini kullanarak iğneleyici fotoğraflar çeken dolayısıyla bu kurguları eleştiren Cindy Shermann gibi sanatçılar bu minvalde ilk akla gelen örneklerdendir.

Tüm bunlarla birlikte, feminist sanat kültürü günümüzde çağdaş sanat ve dijital medyayla birlikte pek çok sanatçı tarafından sürdürülüyor. Bu çalışmalardan birkaçına birlikte bakalım.
Feminist Sanat | The Devil Giving Birth to the Patriarchy (Ataerkilliği Yaratan Şeytan)

İlk feminist sanatçılardan biri olarak anılan Amerikalı sanatçı Mary Beth Edelson‘ın 2015-2017 yıllarında MoMA‘da sergilenen Ataerkilliği Yaratan Şeytan adlı çeşitli resim, heykel, baskı, fotoğraf ve duvar kolajlarından oluşan sergisi; çağdaş feminist sanatın en iyi örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Edelson’ın törensel ve cesur çalışmaları, hem bireysel hem de toplumsal mesajlar içerirken sadece erkeklerin dünyasında kadın olmanın gündelik mücadeleleriyle değil aynı zamanda mitler, arketipler ve psikolojik unsurlarla da bağlantı kurar.

Edelson, çalışmalarında “Ne oldu? Nasıl ele geçirildik? Tanrıça tapınması ne zaman sona erdi ve neden?” gibi soruların izini sürerken Kali, Baubo ve Minos yılanı, Mısır kuş tanrıçaları gibi mitlerden esinlenirken; Wonder Women gibi popüler kültürde yer alan kadınlık imgelerine de göndermeler yapıyor.
%2010.1%20hr.jpg)
Feminist Sanat | Imundas e Abençoadas (Kirli ve Kutsanmış)

Kanonik eserlerin otoritelerini yıkmak amacıyla onların farklı versiyonlarını eleştirel bir tavırla yeniden ele alan çok sayıda sanatçı bulunur ve feminist sanat bağlamında da bu tarz eserlere sıklıkla rastlarız. Bunlardan biri, Brezilyalı sanatçı Camila Soato‘nun “Imundus e Abencoadas” adlı yukarıda gördüğünüz eseridir. Sanatçının, Katolik ikonografisini ve erkek egemen toplumu hicivsel bir açıdan ele aldığı çalışmalarından biri olan eserin, zaten ilk bakışta İtalyan ressam Michelangelo‘nun ünlü freski Creation of Adam (Adem’in Yaratılışı, 1511)’dan esinlenilerek oluşturulduğu aşikardır.

Michelangelo’nun eseri, Tanrının Adem’e hayat verdiği ilahi anın bir tasvirini sunar. Camila’nın eserinin sağ kısmı, yani Tanrı’nın tasvir edildiği bölüm Michelangelo’nun eserindekine oldukça benzerken sağ kısmında Adem’in tasviri yerine bir kadın resmedilmiştir. Camila’nın eseri, sanatta ve sanat tarihinde kadınların görünmez kılınan konumuna bir eleştiri getirir niteliktedir.
Feminist Sanat | A Little Taste Outside Love

Amerikan sanatçı Mickalene Thomas‘ın A Little Taste Outside Love tablosu, kanonik eserlere eleştirel bir tavırla yaklaşan bir başka eserdir. Sanatçının diğer eserlerinde de olduğu gibi Afro-Amerikalı bir kadının resmin odağında olduğunu görürüz. Sanatçı, siyahi bir kadını resmin odağına yerleştirerek sanat tarihindeki çıplak beyaz kadın temsiline gönderme yaparken, Batı resminde siyahi kadınların hizmetçi konumunda tavsir edilmesini eleştirir. Örneğin, Edouard Manet‘in Olympia tablosunu düşündüğümüzde, beyaz çarşafların içinde uzanmış, adeta çarşaflar kadar beyaz bir kadın ve ona çiçek buketi taşıyan hizmetçi bir siyahi kadın görürüz. Kadın o kadar siyah resmedilmiştir ki neredeyse resmin içinde kaybolmuş, görünmez olmuştur. Thomas, eserinde bu temsile meydan okur ve Batılı kadını uzandığı yataktan çıkarır. Aynı zamanda Thomas, Dominique Ingres‘in Grande Odalisque (Büyük Odalık) eserinden esinlenmiştir.

21. yüzyılda feminist sanat daha geniş, daha derin ve daha çeşitli ses ve ilgi alanlarının olduğu bir alan olarak varlığını sürdürüyor. Görülebileceği gibi feminist sanatın salt bir biçimi, tek bir derdini anlatma yolu yoktur; sanatçılar pek çok malzemeyi ve kavramı, konuyu farklı perspektiflerden ele alırlar. Bildiğimizi düşündüğümüz anlama biçimimizi kökten değiştiren çağdaş feminist sanat, politik mücadelesini sürdürmeye devam ederken kendi tarih versiyonunu ve temsil alanını sunmaya devam ediyor.
Sanatla kalın!
Kaynak
¹ 1971 yılına tarihlenmiştir.
A., Ahu, 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar(2010), Sel Yayıncılık.
A., Ahu, Sanat/Cinsiyet(2012), İletişim Yayınları.
G., Uta (Ed.), Women Artist in the 20th and 21st Century (2005), Taschen Book., New York.
M., Vernon Hyde, Sanat Tarihinin Tarihi(2020), Koç Üni. Yayınları.
T., Ellen Yoshi, Contributor to Art Genome Project: What Makes Contemporary Art Feminist?(2015), artsy.net, web.


