Birçok türde çeşitli başarılara imza atarak Hollywood’a adını altın harflerle yazdırmayı başaran ünlü yönetmen Sam Mendes’in hayatını ve tiyatrodan sinemaya kadar uzanan kariyer serüvenini sizin için derledik.
İngiliz yönetmen Samuel Alexander “Sam” Mendes 1 ağustos 1965’te dünyaya geldi. Babası üniversitede profesörlük yaparken annesi çocuk romanı yazarlığıyla ilgileniyordu ve henüz beş yaşındayken ebeveynlerinin boşanmasıyla annesi tarafından yetiştirilmeye başladı. Cambridge Üniversitesi’nden dereceyle mezun olduktan sonra tiyatro alanında kariyerini emin adımlarla inşa etmeye başladı. Üstelik daha en başından gösterdiği çaba ve zeka ile takdir görmeyi başardı. İlerleyen projelerde de rastlayacağımız Judi Dench, yönetmenin ilk deneyimi olan Chekov’un The Cherry Orchard romanından uyarlama oyununda yer alarak ona eşlik etti. Ayrıca yönetmenin bu büyük emeği Critics’ Circle Theatre Award ödülüne layık görüldü. Royal Shakespeare Company için yaptığı çalışmalarını Royal National Theatre takip etti ve artık Sam Mendes, adını gittikçe duyurmaya başladı.
Othello, Oliver! ve Cabaret gibi önemli yapıtlarını izleyicilere sunmaya devam ederken 1995 ve 1996 yıllarında en iyi yönetmen dalında Olivier Award ödülünün sahibi oldu. Tiyatro hayatından başarıdan başarıya koşarken 1999’da yönetmenlik hayatında yeni bir sayfa açılmaya başladı.
Ödülle Başlayan Sinema
“Sırf sen yapmış olduğun için dünyanın sana iyilik borçlu olduğunu hayal edemezsin. Bunun için uğraşmalısın.”
Sam Mendes, 1999’da yönetmenliğini üstlendiği American Beauty ile sinemaya giriş yaptı. Film ilk bakışta basit bir konuya sahip gibi gözüksede, aile parçalanması o dönemde Amerikan toplumunda oldukça yaygın bir problemdi. Orta yaş krizinin de getirdiği bunalımla birlikte ailenin ebeveynleri, hayatlarında verdiği kararları sorgulamaya başlar. Bulundukları konumdan ailesi ile olan ilişkisinden memnun olmayan karakterler, içinde yaşamını sürdürdükleri bataklıktan sıyrılmanın ve biraz olsun nefes almanın yolunu ararlar fakat bu arayış herkesin kaderinin yeniden yazılmasını sağlar.
Yönetmenin ilk yapımı olmasına rağmen tiyatro dönemindeki başarısı ve azmi kendini göstermeye devam etti ve film birçok ödüle layık görüldü. Üstelik En İyi Film Oscar’ına sahip olmasının yanında En İyi Yönetmen Oscar’ı ile taçlandırıldı. Ayrıca projenin yapımı sırasında ilk iki günün çekimi Mendes’in ricası üzerinde yeniden gerçekleştirildi çünkü kıyafetlerin oyuncuların proporsiyonuna uymadığını ve performansların aşırıya kaçmasıyla birlikte mekan seçiminden de pek hoşnut olmadığını belirtti. American Beauty’yi şu an çekseydi belki de o kadar ilgi çekmeyeceğini düşünüyordu ve bu yüzden milenyumun sonu filmin başarısı için iyi bir zamanlamaydı.

Road to Perdition filmiyle gerilim ve suç türünde izleyicileriyle yeniden buluştu. Kadrosu Tom Hanks, Paul Newman ve Daniel Craig gibi yıldız isimlerden oluşan yapım, Sam Mendes’in çekimler sırasındaki hissetiği soğukluğu ve melankoliyi üzerinde taşıyordu. Bir önceki filminin sıcaklığı ve başarısının ardından boşluğa düşünce hissettiği yalnızlığı, eserine yansıtması kaçınılmaz oldu. Film, her ailenin bir kaderinin olduğu inancına sahip evrende oğlunu kurtarmaya çalışan bir babanın yaşadıklarına yer veriyor. Hayatını karanlık yollarla kazanan Michael Sullivan, intikam ve suçlarla dolu dünyasında işleri düzeltmek için çabalıyor.
Üç yıllık bir aranın ardından Jarhead ile ekranlara geri döndü. Filmlerin çekimi genelde uzun sürüyordu ve bu nedenle oğlu dünyaya geldiğinde uzun bir ara vermek durumunda kaldı. Sam Mendes, yeni bir projeye başladığında aklında onu olabildiğince hızlı ve pratik bir şekilde sunmak vardı ama sonrasında seçtiği savaş filmi yüksek prodüksiyon ve fazlaca emek gerektirdi. Yönetmen ara ara kafasında askerde olsaydı hayatında ne türde değişimlerin yaşanacağını tasarladığını söyledi. Böyle bir şeyin pek mümkün olmadığını bilmekle birlikte gerçekten İkinci Dünya Savaşı’nda yer almış biri tarafından yazılan kitap durumu değerlendirmesine yardımcı oldu.

Kariyerinin ilerleyen süreçlerinde Revolutionary Road ve Away We Go adlı romantik filmleri birbirini takip etti. Ardından Skyfall filmiyle Bond dünyasına giriş yaptı. Yapım yönetmenin en tanınan ve mali olarak getirisi en yüksek filmleri arasına girdi.
Skyfall (2012)
Skyfall filmi sadece James Bond’un değil Sam Mendes’in de yeniden uyanışıydı. MGM’nin iflasıyla birlikte yeni filmin finansal durumunun karşılanması gittikçe zorlaşınca projenin yapımcıları Barbara Broccoli ve Michael G. Wilson süreci durdurmak zorunda oldurduklarını bildirdi. Bütün bu aksilikler akıllara efsanenin tarihin tozlu sayfalarına karıştığını getirsede aslında küllerinden yeniden doğuyordu. Çekim sürecinin sancılı olması işin sonunda büyük bir başarı ile ödüllendirildi ve gişede bir milyar dolar getiri sağlayan ilk ve tek Bond filmi oldu.
Ne kadar ilerlemiş olunursa olsun genel olarak bakıldığında değiştirilecek ya da daha gelişmiş hale getirilecek unsurlar oluyordu çünkü Bond filminde farklı mekanlara, aksiyona ve tabii ki Bond’a ihtiyaç vardı. Aslında ilk başta çeşitli seçeneklere sahip gibi gözüyordu fakat burada senelerdir süregelen bir kurgusal karakterin varlığından bahsediyoruz. Mendes, ortaya koyacağı projede daha önce kullanılmamış yerlerin ve sekansların var olmasını istedi.
Daniel Craig’in başrolünü üstlendiği senaryoda, Bond önceki zamanların aksine bir sorgulama sürecine girer. Yıllarını İngiliz Hükümeti’nde gizli görevler yaparak harcayan ajan, verdiği kararları sorgulamaya başlar. Doğru bildiği yanlışlar gün yüzüne çıktığında kime güveneceğini bilemeyen 007, bazı gidişatları değiştirme ihtiyacı hisseder. Judi Dench’in hayat verdiği M karakteri, Bond üstünde bir annelik tarafına da sahip oldu. Mendes için bu nokta atışlarından biriydi çünkü filmde geçmişten itibaren soyut olan ilişkileri karakter açısından derinleşiyordu.
Zorluklar yaptığı işi seven yönetmen için yolun taşı gidiydi. Ayrıca Sam Mendes, zamanlama konusuna çok sık değinen bir yönetmen ve Skyfall için de zamanlamanın tam yerinde olduğunu savundu. Bilindiği üzere bu karakter yıllarca farklı oyuncular tarafından canlandırıldı, farklı yönetmenler tarafından çekildi ve buna ilişkin olarak kendisinin bütün serilerin değil sadece filmin yönetmeni olduğu belirtti. Empire En İyi Yönetmen Ödülü ile BAFTA En İyi İngiliz Filmi Ödülü’nün sahibi oldu.
Tiyatro ve Sinema Arasındaki Köprü
Sinemada parlak bir kariyere sahip olmasının yanında tiyatroyu asla terk etmedi ve genelde iki filmin arasına bir tiyatro yönetmenliği eklemek için çabaladığından söz etti. Skyfall’un ardında Spectre ile 007 macerasına bir katkıda daha bulundu. Ardından The Lehman Trilogy isimli tiyatro oyunu, 1917 ve Empire of Light çalışmalarını takip etti.
Empire of Light yaptığı filmler arasında en kişisel olanıydı çünkü annesinin mental sorunlarından esinlendi. Üstelik yönetmen kimliğinin yanında senaryo için yazarlığı da üstlendi. İnsanların bu tarz sorunlara derinlikten uzak yaklaşması yönetmeni oldukça şaşırtırken bu projesinde izleyenlere bunu hissettirmek istedi. Küçük bir sahil kasabasındaki aşk hikayesine ışık tutan filmin kadrosu Olivia Colman, Micheal Ward ve Toby Jones gibi isimlerden oluşuyor. Colman’ın canlandırdığı Hilary karakterinin şizofreni rahatsızlığına sahip olması dönemin zorlu şartlarıyla birleşince kolay olmayan bir aşk hikayesini doğurdu.
Kaynakça:
Britannica. Web. 26.03.2023
Irishtimes. Web. 26.03.2023
Indiewire. Web. 26.03.2023
Tribute.ca. Web. 27.03.2023
Hollywoodreporter. Web. 27.03.2023
Collider. Web. 27.03.2023
IMDb. Web. 27.03.2023