Sait Faik‘in adacılığı, doğayla ve insan sevgisiyle örülmüş bir kaya parçasına sığınan rutin hayatın ta kendisidir. Hayatın her duygusunda bize eşlik eden kitapların nasıl bir yolculuğun sonucunda ortaya çıktığını hiç merak ettiniz mi ? Her eser, yazarının belli başlı alışkanlıklarıyla yoğrulur. Bizler, kimi zaman eseri daha iyi incelemek kimi zaman ise yazın yolculuğunda yolunu aydınlatması için yazma ritüellerini heyecanla araştırır.
İlham Perisi

Tetikleyici unsurlar, yazarların yazma serüveninin başlangıç noktasıdır. Eserleri oluşturmadan önce belli başlı metotlar kullanarak üretkenliklerini artırırlar. Dünya edebiyatında T.S Eliot, Virginia Woolf ve Goriot Baba bu teknikleri kullanan isimler arasında yer alır. Edebiyatımızda modern öykücülüğün öncü isimlerinde Sait Faik‘in de yazma alışkanlıkları vardır. Küçük yaşlardan itibaren deniz tutkusu olduğu bilinen yazarın en üretken dönemleri de bu sürecin bir parçasını oluşturmuştur.
Mehmet Sait Faik Abasıyanık Kimdir ?

Asıl adı Mehmet Sait olan yazar, 1906 yılında Adapazarı’nda doğdu. Ailesiyle birlikte burada yaşarken Milli Mücadele sonrası İstanbul’a taşındılar. İstanbul Erkek Lisesinde eğitim gördüğü dönemde yaşanan iğne şakası sonucu okuldan atıldı. Eğitimine Bursa Erkek Lisesinde devam etti. İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümü kazan ancak eğitimini tamamlamadan yurt dışına gitti. Eğitim hayatına İsviçre’de iktisat okuyarak devam etti. Bir dönem Fransa’da yaşadıktan sonra ülkesine geri döndü. İstanbul’da kısa bir süre ticaretle uğraştıktan sonra öğretmenlik yaptı ancak ruhunu besleyen yazı yazma serüveni ağır basınca her şeyi bırakıp edebiyata yöneldi. Lise yıllarında yazı yazmaya başlayan yazar, ilk hikayesi Uçurtmalar‘ı 1929 yılında Milliyet gazetesinde yayımladı. 1930’lu yıllarda edebiyat hayatına giren Sait Faik, ilk öykülerini Varlık dergisinde yazdı. İlk kitabı Semaver‘i 1936 yılında yayımladı.
Sait Faik’in Edebi Kişiliği

Modern öykücülüğün öncü isimlerinden olan Sait Faik, 1936 yılında yayımladığı ilk öykü kitabı Semaver ile yeniliklere başlamıştır. Öykülerinde olaydan çok durumun ele alındığı görülür. Eserleri bir durum etrafında dönerken bahsedilen olay geri planda kalır. Bu tutumuyla dönemin öykücülerden ayrılır. Sait Faik’in hikayelerinde asıl olay, nasıl anlattığıyla ilgilidir. Eserlerinde günlük yaşamda karşılayacağımız herhangi bir insanın olağan hayatını gerçekçi gözlemler ile okura sunar. İnsan sevgisini esas alan yazarımız, lirik bir anlatıma sahiptir. Siyasal ya da ideolojik bir şekilde topluma yönelmez. İnsanlar arasındaki eşitsiz üzerinden sosyolojik unsurlara değinir. Bireysel bakış açısının hakim olduğu üslubunda bireyin iç dünyasını titizlikle inceler ve aktarır. Akıcı ve sade bir dili olan yazar, süsten uzak bir o kadarda şiirsel anlatımıyla kendine özgü bir anlayış oluşturmuştur. Doğa ve canlılar üzerinden insanların duygu durumlarını hikayeleştirdiği görülür. Hikâyelerinde kendi hayatına yer vermekten kaçınmamıştır. Semaver eserinde, kendisi gibi annesiyle yalnız yaşayan bir çocuğu anlatır.
Eserlerinde Dil ve Üslup

Çoğu zaman “savruk dil” –dağınık dil- olarak adlandırılan üslubu nedeniyle birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Ölümünden sonra evinden yapılan incelemeler sonucu oluşturduğu dilinin alelade bir şey olmadığı bilinçli ve üzerinde derinlemesine çalışmalar yaparak oluşturduğu söz dizimi olduğu anlaşılmıştır. Konuşma dilini yazı diline aktarırken devrik cümleler kullanmayı tercih etmiştir. Cumhuriyet dönemi sonrası toplumda yaşanan olaylar edebiyatımızı da etkilemiştir. Kimi yazarın toplumsal sorunlara yöneldiği görülür. Sait Faik ise gündelik yaşamı gözlemleriyle kaleme almayı tercih etmiştir. Bulunduğu çevreyi izlenimleri sonucu yazıya aktarır. Hikâyelerindeki betimlemeleri şiirsel havayla yansıtır.
ele aldığı karakterlerin hem var olan yaşamına hem de bilin dışın yönelir. Sıradan, dışlanan basit, kenarda kalmış insanın yaşamındaki ayrıntılara yönelir. Elindekiyle yetinen kendi halinde yaşam sürerler.
Rota Değişimi

Gençlik döneminde hayatı, yaşamayı seven ve her daim insan sevgisine inanan bir yazar görülür ancak insanların çıkar ilişkilerini gördükçe sevgiye inancı azalır. İdeolojik kaygı gütmeden savunduğu çalışan sınıfın hiç tanımadığı yüzlerini görmesi kendisini yıkıma uğratır. İnsanlara inancının azalmasıyla birlikte eserlerinde şahıs kadrosu giderek azalmıştır. Son dönemlerine doğru sosyal konulara tamamen sırtını döndüğü ve bireysel temalar üzerinde yoğunlaştığı görülür. Hastalığının ve ilaçlarının etkisiyle daha çok insan dışı varlıklar üzerinden kurgu yaptığı görülür. Uğradığı hayal kırıklığı ve yalnızlığını doğaya savurmuştur.
Sait Faik Hikâyelerinde Ada

Ada, köyden ve kentten bağımsız bir yapıya sahiptir. İkisinin harmanlandığı yeni bir mekandır. Şehir hayatı gibi karmaşa yoktur ancak köy kadar da geri kalmış bir yer değildir. Cumhuriyet döneminde yaşanan köy-kent çatışmasını farklı şekilde ele almıştır. Daha çok toplum içerisinde yer alan işçi sınıfı ve ada halkı üzerinden çatışmayı aktarır. Sınıfsal olduğu kadar duygusal çatışmalara da rastlanır. Çoğunlukla saf ve iyi insanların bir arada yaşadığı alan olarak verilir. Bazı hikâyelerinde ise köydeki kurnaz tüccarların ada içerisinde yaşadığı da aktarılır. Burası kimsenin kimseden üstün tutulmadığı ve farklı ırkların bir arada yaşadığı evrensel bir parçadır.
Sait Faik’in Yazma Ritüelleri: Basit Bir Hayatın Muhteşem Günlerinden İzler

Sait Faik için basit bir günün olağan akışı eserlerinin mihenk taşıdır. Başta ada olmak üzere insanların gündelik yaşamları ve ona dair her unsur, yazarın hayal gücünü besleyen sonsuz bir kaynağa dönüşür. İstanbul ve ada sokaklarındaki uzun yürüyüşlerde dikkatini çeken her durumu resmedecek şekilde ilmek ilmek işlemiştir. Buralardaki yaşamı, izlenimlerini romantikleştirerek kaleme almıştır.
Sait Faik Hikâyelerinde Sığınılan Mekân Olarak Burgazada

Yazarın eserlerini incelerken herhangi bir sayfasında kendimizi Burgazada sokaklarını dolaşırken veya bir balıkçının oltasına takılan balığın haline bakarken buluruz. Böylece başta Burgazada olmak üzere okuru mekâna dahil eder. Hayatının büyük bir kısmını Burgazada’da geçiren Sait Faik için burası, hayatına nüfuz etmiştir. Balıkçılarla sohbet etmek, onların her anına şahit olmak rutin halini almıştır. Lüzumsuz Adam ve Son Kuşlar eserlerinde yakından tanıdığı balıkçıların ve ada sakinlerinin hayatını hikâyeleştirdiği görülmektedir.
Samimi ve etkileyici dil kullanmasıyla adayı, hem metafor hem gerçekçi anlamıyla coğrafi bir konumun ötesine taşır. Şehrin kalabalığından ve yer yer yalnızlık duygusunda kaçmanın bir yöntemindir. Burası, kendilerini kötücül unsurlardan izole etmiş iyi insanların toplandığı alan olmuştur. Bu yüzden burada samimiyet rüzgarları eser. Başta doğa olmak üzere sıkı dostlukların kurulduğu ve herhangi bir sıfatın diğerinden üstün tutulmadığı bir yerdir. Her şeye sevgiyle yaklaşılan bir atmosfer yaratılır.
“‘Ne var, ne yok Sait?’ dedim. ‘Hikâye yazıyor musun?’
‘Yok,’ dedi, ‘yaşıyorum.’’’
Yazı yazmanın hayati bir ihtiyaç olduğunu düşünür. Temel yaşam kaynağı olarak gördüğü kurşun kalem ve not defterini yanında eksik etmez.
Doktoru Fikret Ürgüp‘ün “yalnız adam” olarak adlandırdığı Sait Faik, doğa gezintileri dışından genellikle sakin ve gece yazma alışkanlığına sahiptir. Gecenin sessizliği içerisinde kağıtla buluşan yalnızlığını kalabalığa dönüştürür.
Hikâyelerindeki Pusula: Burgazada

Gerek konum gerekse mecazi olarak ada parçası bağımsız bir unsurdur. Burası, dış dünyadan bağımsız çevrelenmiş apayrı bir evrendir. Büyük kentin acıları ve sahteliği bu suları aşamaz. Haritada Bir Nokta eserine baktığımızda ada tüm gerçeklerden uzaklaşmak için sığınılan bir limandır. Kendisi için İnsan ve doğa sevgisi adeta bir tutkuya dönüşmüştür. Alemdağ’da Var Bir Yılan eserinde bir ağacın ağzından doğanın sesini kelimelerle aktarmıştır. Eserlerinde ana konu, toplumun alt tabakası olarak nitelendirilen küçük insanın büyük dünyasıdır. Mekân-karakter bağlantısı üzerinde yoğunlaşmıştır. Karakterlere bakıldığında gündelik hayatta karşılaştığımız balıkçılar, kahveci, ayakkabı tamircisidir.
”Bu yeşil, sarı, lacivert bayrak sizin bayrağınız. Komşu kabilenin bayrağı aynı renkte, aynı şekilde fakat üzerinde dokuz yıldız var. Onun için mi boğazlaşıyorsunuz? Kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başı sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğu bu dokuz yıldız için mi öldüreceksin? Anlaşıldı ben bayrakları değil, insanları seviyorum. Öyle ise yuvarlak dünyanın üstünden akıp geçen yıldızlara bakan vapurda ömrüm geçecek.”
Günümüzün yanı sıra yazarın yaşadığı dönem içerisinde Burgazada‘da birçok Ermeni, Rum ve Yahudiler gibi farklı kimliklerin yaşadığı bilinmektedir. Evindeki pencerenin kiliseye açılması sonucu birçok gayrimüslimi yakından gözlemleme fırsatı bulmuştur. Dolayısıyla gayrimüslim ve ada esnafı eserlerinde fazlasıyla yer alır. Diğer yazarlardan farklı olarak ötekileştirmeden tüm insanları eşit bir zihniyetle okura sunar. Stelyanos Hrisopulos Gemisi eseri bu durumun en güzel örneğidir.
Bir Kıyının Dört Hikâyesi’ndeki Ada Yaşantısı

1936 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı Semaver içerisinde yer alan öyküde aynı kıyıda geçen dört farklı hikayeden oluşur. İlk hikaye Soğan Kayığı, Burgazada sahiline soğan yüklü bir kayığın gelmesiyle başlar. Kayıktakiler ada esnafına soğan satmak ister.
“Şekilsiz yahut şekilleri bozuk çıplak ayaklarıyla bu zengin adanın toprağına ayak basar basmaz bir vahşi hayvan siması almıştı.”
Köylü gencin dış görünüşüyle birlikte ekonomik farklılıklar sezdirilmiştir. Kayıktan yalın ayak inen çocuk, karşısında beyaz pantolon mavi gömlekli adalıları görmesi ile yoksul-zengin ayrımı verilir. Karakterin kıyafet betimlemeleriyle sınıfsal farklılıkla keskin şekilde yansıtılır. Diğer eserlerine nazaran buradaki ada esnafı, fırsatçı ve çıkarcı verilmiştir.
”Denizde aynı şaka, aynı cilve oluyor, bu genç sportmene hoş görünmek için her türlü müsamahayı gösteriyorlar, fakat gece olup ışıklar yanınca palasparelerin içindeki çocuğu tanıyamıyorlardı.”
Soğan satmaya gelen genç, adalılar gibi yaşamak ister. Fırsat bulduğunda eski kıyafetleri çıkarıp denize girer. Kadınlar, çocuğa denizde iltifat ederken aynı çocuğu yırtık kıyafetleriyle gördüğünde konuşmaya tenezzül etmez. Ada zenginleri tarafında dışlanır.
“Benimle kayıkçılar ve balıkçılar yanımızdayken konuşmuyordu. Bu beyaz pantolonlu, mavi gömlekli adamla, onların yanında konuşulamayacağını biliyordu.”
Zengin-yoksul yaşamındaki sınıfsal farklılıklar ada yaşantısına da yansır. Ada içerisindeki gündelik kıyafetler aslında zenginlik göstergesidir. Yazarın çocukla konuşması sonucu çocuğu iç dünyasına tanıklık ederiz.
Dülger Balığıyla Ölüm ve Yaşam

1945 yılında yaşamış olduğu siroz hastalığı yazarın yaşamını ve kalemini tamamen etkiler. Daha çok iç dünyasına yönelerek yalnızlığın içinde gark eyledi. Bu dönemi annesiyle birlikte Burgazda’da geçirir. Yazdığı hikayeler içinde bulunduğu yalnızlığa ve ümitsizliğini yansıtır. Dülger Balığının Ölümü öyküsünü hastalığının ilerlediği evrede kaleme almıştır. Eser, yazarımızın o dönemki duygu durumu ve yaşamı hakkında bizlere bilgiler verir. Eserde simgesel bir anlatım dikkat çeker. İsa Peygamber üzerinden balıkçılar ele alınır.
“Birden bire dehşetli bir şey gördüm: Balık tuhaf bir şekilde, ağır ağır ağarmağa, rengini atmağa, hem de beyaz kesilmeğe giden bir hal almağa başlamıştı. Acaba bana mı öyle geliyor? Sahiden rengini mi atıyor? Demeğe, dikkatli bakmağa lüzum kalmadan, yanılmadığımı anladım. Kenarları süsleyen zarların oyunu çabuklaşmağa, balık da, gitgide, saniyeden saniyeye pek belli bir halde beyazlaşmağa başladı. İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu, hepimizin bildiği bir korku idi: Ölüm korkusu.”
Yazar, ölümü çaresizce bekleyişini dülger balığı üzerinden anlatır. Balığın rengini değişmesi, siroz hastalığından dolayı ten renginden oluşan değişimi simgeler.
“Dülger balığının ölüm hali uzun sürüyor. Sanki balık şu hava dediğimiz gaz suya alışmağa çalışmaktadır. Hani biraz dişini sıksa, alışması mümkündür gibime geldi. Bu iki saat süren ölüm halini, dört saate, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı; dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görüvereceğiz sanıyorum.”
Hastalık nedeniyle uzun bir dönem tedavi süreci geçiren yazar için ölüm, ağır ağır işler. Dülger balığının ölümü de benzer şekilde uzun sürer.
“Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pulları kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmaya değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar? Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balık şan ve şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları.”
Dülger balığının ölümüyle yaşama sevinci iç içedir. Dülger balığı, ağalara takılmadan önce halinden memnundur. Ölüm eserde bir anda hissedilmez yavaşça sezdirilmiştir. Yazarın hastalığının ilerlemesi gibi ağlara takılan balığın yavaşça ölüme doğru sürüklenir. Ağlar ile dülger balığının özgür hayatı son bulmuştur. Balığının yaşama isteği, ölüm korkusuyla silinir. Sait Faik‘in hastalığa yakalanmadan yaşama sevinciyle günleri geçirirken hastalığı öğrenmesiyle iç dünyası kararır.
“Benim size ölümü hikaye edeceğim balığın öyle parıltılı yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. hafif belirsiz yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman dişsiz ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Açılır da bir daha kapanmaz. Vücudu kirlice, esmer renkte demiş miydim?”
Dikkat çeken en önemli unsurlardan biri dülger balığı ve diğer balıklar olarak iki farklı toplum tabakası aktarılır. Dülger balığı, dış görünüşü nedeniyle kötü, zavallı ve dışlanan insanları simgeler. Diğer güzel balıklar ise üst tabakayı yansıtır. Dülger balığının nelere sahip olmadığı diğer canlılarda var olan unsurlarla yansıtır. Dülger balığı, değer görmeyen alt tabakadan insanları başarılı şekilde simgeler. Diğer balıklar ise dış görünüşleri itibarıyla güzeldir. dülger balığı gibi yazar da dönem dönem ötekileştirilerek dışlanmıştır. Pulsuz, esmer, kirli ve kocaman balık ile kendini betimler. Zenginlik unsurları ile dülger balığı kıyaslanır. Pulsuz balıklar da parasız pulsuz insanları yansıtır. Yazarımız da paraya önem vermez salaş bir görüntüye sahiptir. Toplum tarafından küçük olarak nitelendirilen insanların yanında olmuştur. Dülger balığı üzerinden anlaşılmayan ve dışlanan insanları sembolize eder.
”Vaktiyle korkunç bir deniz canavarı imiş. İsa doğmadan evvel, Akdeniz’de dehşet salmış. Bir Finikeli denize düşmeye görsün! Devirdiği Kartacalı çektirmesinin, Beni İsrail balıkçı kayığının sayısı sayılamamış. Keser, biçer; doğrar, mahmuzlar; takar, yırtar; koparır atar; çeker, parçalarmış. Akdeniz’in en gözü pek; insandan, hayvandan, fırtınadan, yıldırımdan, belâdan, işkenceden yılmaz korsanı, dülger balığının adından bembeyaz kesilirmiş.”
Hikâyenin ilerleyen kısımlarında aslında balığın görüntüsünün tam aksi bir ruh hali olduğu anlaşılır. Aslınsa dülger balığının görünüşünün aksine korkak, iyi hassas yapısını görünce de onu üzeceklerini söyler. Yazarın kendi dünyasında yaşadığı gibi dülger balığını da anlaşılmayan biri yapacaklar. Bu yüzden dışarıdan görünen ile kişinin iç dünyasında çoğu zaman çatışma yaşanacaktır.
Psikanalitik ve Metafor Bağlamda Huzurun Adresi

Psikanalitik kuramda deniz, bilinç dışını ve anne ile bağı ifade eder. Denize dalmak, kişinin iç dünyasına ve anneye dönüşüyle bağlantılıdır. Metafor olarak incelendiğinde deniz, anneyi ve ana rahmine dönüşü simgeler. Ahmet Haşim ve Cemal Süreya başta olmak üzere pek çok yazarda örneklerini görmek mümkündür. Bu bağlamda incele yapıldığında Sait Faik‘in bu denli belirli imgeler üzerinde durması, annesine olan düşkünlüğünün belki de eserlere yansımasıdır. Ada şekli itibarıyla kişileri dış dünyadan uzak tutarak koruyan bir konuma sahiptir. Tıpkı bir annenin çocuğunu koruyup kollaması gibidir. İşte bu yüzden adaya dönmek eve yani ana rahmine dönmekle ilişkilendirilir
Kaynakça:
- Abasıyanık, Sait Faik. Bütün Eserleri, Ankara: Bilgi Yayınevi.
- Gemili,V. Sait Faik’in Yalnızlığı ve Küçük İnsanları. Turkish Studies Volume 13/12, Spring 177-214
- Naci, Fethi. Sait Faik’in Hikâyeciliği. İstanbul: Adam Yayınları
- Miskioğlu, Ahmet. Sait Faik Yaşamı, Kişiliği, Sanatı, Yapıtları, Değerlendirmeler. İstanbul: Altın Kitapları.
- Cebeci, Oğuz. Psikanalitik Edebiyat Kuramı. İstanbul: İthaki Yayınları
- Öne Çıkarılmış Görsel


