Sait Faik Abasıyanık – Lüzumsuz Adam | Öykü Tahlili

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

Sait Faik Abasıyanık edebiyatımızda özgün yazım tarzıyla, doğaya, canlılara ve insana olan sevgisiyle yer edinir. Her şey onun yazılarının konusu olabilir. Eserlerine bir tutam kendi hayatından serpiştirir. Şimdi inceleyeceğimiz Lüzumsuz Adam ise onun hayatının ikinci kısmından bir öyküdür. Sait Faik, hayatının birinci kısmında yazılarında daha umutlu, yaşam sevgisi dolu bir çizgide ilerlerken ikinci kısmında artık daha umutsuz ve karamsar bir çizgiye geçiş yapar.

Sait Faik Abasıyanık Kimdir?

Sait Faik Abasıyanık’ın gençliği | saitfaikmuzesi.org

Sait Faik, 18 Kasım 1906 Adapazarı doğumludur. Çocukluğu da Adapazarı’nda geçmiştir. İstanbul Üniversitesi Türkoloji bölümünü kazanan yazarımız, edebiyat fakültesinin sadece yazmak ve okumaktan ibaret olmadığını, bilimsel araştırmaları da içerdiğini anlayınca iki sene sonra edebiyat fakültesini bırakır. Bunun üzerine babası onu iktisat okuması için İsviçre’ye gönderir. Orada da bohem bir hayata atılır ve eğitimini aksatır. Babası bu durumdan hoşnut olmaz ve İstanbul’a geri dönmesini ister. Sait Faik, diplomasını alamadan döner. Ticarete atılır fakat orada da tutunamaz. Babasının ölümüyle birlikte annesiyle Burgazada’daki evlerine taşınırlar. Burada yazarlık faaliyetine odaklanır. Yakalandığı siroz hastalığı yüzünden 11 Mayıs 1954’de vefat eder.

Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ı

sait faik, siyah ve beyaz iki köpekle fotoğrafı
artdogistanbul.com

Hikâye, “Ben bir acayip oldum. Gözüm kimseyi görmüyor, kimsenin kapımı çalmasını istemiyorum,” cümleleriyle başlar. Bu cümlelerle birlikte öykünün gidişatı hakkında bir fikir de şekillenmeye başlar kafamızda. Sait Faik, bize bu öyküsünde yaşamayı unutmuş, dünyaya hatta kendine bile yabancılaşmış bir insanı anlatır. Karakterimiz hayattadır fakat yaşamaz. Bir dizi sıradan olaylar döngüsü arasında kendini monotonluğa hapsetmiştir fakat bu durumdan hoşnutsuzluk duymaz.

Lüzumsuz Adam karakterinin asıl ismi Mansur Bey’dir. Mansur Bey, sabah kalkar Madame’ın pastanesinde bir kahve içer, Fransız gazetesi karıştırır, oradan çıkar tramvay yoluna gider ve kütüphaneden gazete alır. Çoğu zaman yemek yemek istemez ama mahallesindeki işkembeciyi sever. Orada işkembe içtikten sonra evine gider, gazetesini okurken uyuyakalır. Saat dört buçuğu vurduğunda uyanır ve gezintiye çıkar. Dört sokak arasında yaşamını sürdürür.

Kimseyle konuşmak istemez. Kimseye rastlamak istemez. Öyküde Mansur Bey‘in mahallesindeki çoğu insanla bile konuşmaktan çekindiğini görürüz. İşkembecide çorba içmek dışında yemek yemez, iştahı kapanmıştır. Yaşamının tekdüzeliğini bozacak her olaydan kaçınmaktadır. Hatta öyle ki üçüncü sokakta beğendiği Yahudi kızının -marangoz onu payladığı için- evinin önünden geçmeyi de bu sebeple bırakmıştır.

“Senelerden beri bu nevi çarpıntılara yüreğimi kapamıştım. Nabzım günlerce bir tek vuruş fazla atmazdı. Onu da sayardım: Hep altmış üç, hep altmış üç. Altmış ikiye indiği de olurdu.”

Mansur Bey onu konfor alanından çıkaracak her şeyden ve herkesten rahatsız olur. Böylece artık üçüncü sokağa da gitmez olur. Kendi söylemiyle İstanbul’a olduğu gibi üç numaralı sokağa da darılır. Duygusal olarak bağlanmaktan da kaçınır karakterimiz. İnsanlarla sadece yüzeysel ilişkiler kurar. Varlığını sorgular, dünyaya karşı kayıtsızdır.

“Ne bir kadın yüzüme bakar, ne bir portakalın beş kuruştan yirmi beş kuruşa fırlaması beni ilgilendirirdi.”

saraçhane bozdoğan kemeri
Saraçhane, Bozdoğan Kemeri | eskiistanbul.net

Karakterimiz öyküde mahallesinden bağımsız konuşmaz. Öyküyü okuduğumuz süre boyunca onun mahallesine duyduğu güveni de anlamış oluruz. Mahallesinin insanı mutludur, huzurludur, sıcakkanlıdır fakat diğer insanları öyle görmez, onlardan korkar.

“Yedi senedir işte bu sokaktan gayri, İstanbul şehrinde bir yere gitmedim. Ürküyorum. Sanki döveceklermiş, paramı çalacaklarmış -ne bileyim bir şeyler işte- gibime geliyor da şaşırıyorum. Başka yerlerde bana bir gariplik basıyor. Her insandan korkuyorum. Kimdir bu sokakları dolduran adamlar? Bu koca şehir, ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu. Sevişemeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar? Aklım ermiyor. Birbirini küçük görmeye, boğazlaşmaya, kandırmaya mı? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı, birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor?”

Mahallesi onun rahat olduğu tüm kaygılardan uzak olduğu yerdir. Ona göre işkembecisi onu ölene kadar besleyecek, Salomon ise -portakalcısı- Yahudi çocuklarına dağıttığı portakallardan onun eline de sıkıştıracaktır. Bunlar onun hayalidir. Sadece elinde olanlara tutunur ve daha fazlasını yapmaz. Böylece onun hayatta bir gayesinin olmadığını ve sadece günü bitirmek için yaşadığını anlarız.

Mansur Bey, ruhsal buhranlarının içinde benliğini kaybetmiştir. Herkesten kendini yalıtmıştır. Özellikle tanıdıklardan. Onlara rastlamak istemez. Bazen mahallede onlara rastlar ancak o kısacık sohbetlerinde bile psikolojik durumunu ele verir. “Serserilikten değil, kendimden vazgeçtim ama dert anlatamıyorum, kendi peşimi bile bıraktım,” der. Kendine bile yabancılaşmıştır. Kendinden vazgeçmiştir.

İbrahim Paşa Hamamı, Saraçhane, 1941 | eskiistanbul.net

Bir gün mahalleden çıkmaya karar verir Unkapanı’ndan vurup Saraçhane’den çıkar. İstanbul, o görmeyeli çok değişmiştir. Şaşırır ama hoşuna da gider. Saraçhane’de yıkılan bir hamamı görünce yedi yıl yıkanmadığı kafasına dank eder. Yedi yıldır yıkanmak aklına bile gelmemiştir. Gidip bir hamamda yıkanır. Burada karakterimizin gerçekten de zaman kavramını yitirdiğini ve insan benliğine yabancılaştığını görüyoruz. Öyle bir ruhsal çöküntünün içindedir ki yedi sene geçtiğinin ve kişisel ihtiyaçlarının bile farkında değildir.

Maçka, 1961 | eskiistanbul.net

Eve döndüğünde neredeyse yirmi saat kadar uyur. Sabah kalktığında ilk işi işkembeciye gitmektir. Daha sonra bir gezinti yapar ve akşamüstü Maçka’ya varır. Dönüşte bir yedi yıl daha mahalleden çıkmamaya karar verir ama bu kararını uygulayamaz. Eski, güvenli döngüsüne devam edemez çünkü o döngüyü kırmıştır artık. Bu iki günlük hayatı bile onu şaşkına çevirmiştir. Belki de artık iki tarafta da devam edemeyeceğini anlamıştır ve devam etmek istememiştir. Hayatta bir amacı yoktur. Kimseye bağlanmak istemez, çalışmak istemez. Hatta o kadar kayıtsızdır ki, “Evi satayım, bir metres tutayım bir sene sonra da öleyim,” diye düşünür. Hayattan umudunu kesmiştir. Yine şöyle der:

“Bineyim bir Boğaziçi vapuruna günün birinde. Bebek’le Arnavutköy önlerinde arka taraftaki oturduğum kanepeden kalkayım, etrafıma bakayım; kimseler yoksa, denizin içine bırakayım kendimi.”

Artık hayatına son vermek, hatta bu eylemi bile sessiz sakin kimseler görmeden yapmak ister. İntihar girişiminde bulunur. Hayatın dalgalarından yorulup kendini kıyıya mahkum etmiştir ama artık bu da ona yetmez. Çareyi denizin dalgaları arasındaki sükûnette arar.


Kaynakça:

  • Arslan, Âdem. Sait Faik’in ‘Lüzumsuz Adam’ Adlı Hikâyesinde İzleksel Kurgu. Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, no.12,2014,pp. 1-25.
  • Okay, Orhan. Sait Faik Abasıyanık. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, vol. 35, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2008, pp. 582-584.
  • Uzunca, Edanur. Sait Faik Abasıyanık’ın Hikâyeciliği. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı, Yüksek Lisans Semineri, t.y
spot_img

12 YORUM

  1. Karakterle kendimi çok bağdaştırdım. Bende bir dönem gerçekten böyle zamanlardan geçtim. Kendi döngümün içerisinde çürür giderim diye düşünürdüm ama çok şükür bundan sağ çıkabildim. Yazılarınızın devamını dilerim. 🫠🥹

  2. Sait Faik’in dünyasını ve Lüzumsuz Adam’ı bu kadar sade ama derin bir dille anlattığınız için tebrik ederim. Karakterin ruh hâlini, yalnızlığını ve içsel çöküşünü çok etkileyici bir şekilde yansıtmışsınız. Yazarın hayatıyla bağlantı kurmanız da yazıya ayrı bir anlam katmış. Gerçekten keyifle ve düşünerek okudum, elinize sağlık.

  3. Öykü tahliliniz çok etkileyiciydi. Sait Faik’in “Lüzumsuz Adam”ında, insanın kendine ve hayata yabancılaşması gibi derin temaları yalın ama etkileyici bir dille işlemeniz dikkat çekiciydi. Karakterin içsel kırılmalarını, yalnızlığı ve anlam arayışını başarılı bir analizle ortaya koymuşsunuz. Bu kısa ama güçlü yorum, hikâyenin dokusunu gayet iyi özetliyor. Başka yazılarınızı dört gözle bekliyor olacağım.

  4. Yazar, Sait Faik’in Lüzumsuz Adam öyküsüne dair derinlikli ve duyarlı bir tahlil sunmuş gerçekten. Kullanmış olduğu fotoğraflarla dönemin atmosferini başarıyla yansıtmış, öyküden alıntılarla da içeriği zenginleştirmiş. Ayrıca yazar hakkında verdiği bilgiler de metni daha anlamlı kılmış. Özenle kaleme alınmış, keyifle okunan bir yazıydı. Emeğinize sağlık

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.