Asırlar boyunca her yüzyılda, tarihin baş sayfalarında yer edinmiş konulardan biri olan vampirleri bu defa Jim Jarmusch’un objektifinden, kendi yazıp yönettiği efsanevi yapıtı ‘’Sadece Aşıklar Hayatta Kalır’’ filmiyle bir kez daha gün yüzüne çıkartıyoruz. Bir halk efsanesi olan vampir söylentileri, ağızdan kulağa insanların zihinlerinde bir realiteye dönüşerek toplum içinde kendine bir yer edinmeyi başarmıştır.
2013 yapımı filmin türünün Dram/Korku/Romantik olmasının yanı sıra konu bütünlüğü olarak da bizlere insanlar gibi vampirlerin de farklı olabileceğini aktarır. Bunu yaparken, ince ince detaylarla karakterler arasındaki bağları ifade ederek, insan oğlunu açık bir şekilde eleştirir.
Filmin oldukça zengin oyuncu kadrosunda; Tom Hiddleston (Adam) – Tilda Swinton (Eve) – Mia Wasikowska (Ava) – John Hurt (Marlowe) – Anton Yelchin (Ian) ve Jeffrey Wright (Dr. Watson) yer almaktadır.
Sağlam bir kadro ve başarılı bir senaryo ile beyazperdeye giriş yapan eser birçok festivalde yer almış, fakat istenilen etki alınamamış olsa gerek bu başarısını 3 ödül ve 9 adaylıkla taçlandırmıştır. O ödülleri sizlere aktaralım:
- Cannes Film Festivali’nde ‘’Cannes Film Müziği Ödülü – 2013’’
- Sitges – Katalonya Film Festivali ‘’Jüri Özel Ödülü – 2013’’
- Vancouver Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri ‘’En İyi Kadın Oyuncu Ödülü – 2015’’
- Ek olarak New York Film Festivali ve Toronto Film Festivali’nde yer almıştır.
Biraz da filmin içeriğinden bahsedelim. Adam ve Eve asırlar boyunca birbirlerine olan tutkularıyla, insanlar arasında saklanarak yaşayan iki aşık vampirdir. Adam Detroit’te kendine ait bir alanda kendini bilime ve müziğe adamışken, Eve ise Fas’ta bulunan Tanca şehrinde yaşar ve daha çok kitaplar ve doğa tarihi hakkında uzmandır.
Kendi kabuklarına çekilmiş iki aşıklardır, fakat aralarındaki çekim her geçen gün biraz daha artar ve yeniden tek bir çatı altında buluşurlar. Bu olayın ardından Eve’in kız kardeşi Ava onların yanına gelir ve romantiklik kokan filmin senaryosuna biraz kan bulaşır.
İlk olarak karakter analizi ile başlayalım. Olağanüstü kültürleri ile Adam ve Eve aslında efsanelerdeki bildiğimiz kan emici vampirlerden oldukça farklıdırlar. Onlar bu olayı 15. Yüzyılda arkalarında bırakmış ve zombiler olarak adlandırdıkları insanlarla yaşamaya alışmış olup, beslenme standartlarını kendi içlerinde daha modernize bir şekilde sürdürmektedirler. Bunu daha detaylı açıklayalım. Adam beslenmeye ihtiyacı olduğu zamanlar doktor kılığına girer ve hastaneye giderek orada kan analizi ile sorumlu olan Dr. Watson’dan para karşılığı kan temin eder. Eve de aynı şekilde bu ihtiyacını karşılamak için ortak buluşma noktası olan bir kafeye gider ve orada eski dostu Christopher Marlowe ile görüşür. Marlowe ile bu buluşmaları gerçekleştirmelerinin nedenleri hem Marlowe’un Eve için kan temin ediyor olması, hem de dostluklarının köklü bir geçmişinin olmasıdır. Tüm bu modernliğe rağmen üçü de içtikleri kanların temizliğine, mikropsuz oluşuna ve özellikle de ‘’0 RH negatif’’ olmasına dikkat etmektedir. Yine de ufak bir kanama görüntüsüne bile şahit olsalar, kendilerini ciddi bir hassasiyetle kontrol etmeleri gözden kaçmıyor.
İnsanları ısırmadan da insanların kanını içebilen bu varlıkların elbette ki tek meziyetleri kan içip karanlıklar içinde yaşamak değil. Çok uzun yıllar boyunca yaşayabildikleri için birçok tarihi dönemi devirip geçen bu ikili, ciddi bir sanat/bilim uzmanlarıdır.
Örneğin Adam’ın akla hayale sığmayan bir müzik yaratısı vardır. Özellikle gitarların her türlüsüyle özel bir benimsemeyle ilgilenir. Aynı enstrümanla, farklı tekniklerle başarılı sonuçlar almayı başarır. Hatta bir sahnede elektro gitarı bir kontrbas gibi çaldığını görüyoruz. Bunun yanında farklı enstrümanlarda da oldukça yetkindir. Adam’ın intihara meyilli, dramatik, bohem karakterinin altında bir de simyacı yatar.
Eve’in evinde ise, her türden ve çok farklı dillerden sayısız kitap vardır. Özellikle betimlenen bir sahnede onun temel ilgi alanının da kitaplar üzerine olduğunu anlıyoruz. Özellikle şiir alanında okumayı sevdiğini ve yine özellikle sevgili dostu Christopher Marlowe’un şiirlerine bayıldığını söylemeden geçmeyelim. Adam’a kıyasla daha hayata açık ve ironik bir şekilde daha canlıdır. Ayrıca bu iki karakterin, valizlerine kıyafet koymak yerine gitar veya kitap doldurmaları, onların benliğini tamamlayan şeyleri yanlarından ayırmak istemediklerinin de bir göstergesidir. Aşıkların arasındaki bağ adeta bir
‘’Yin ve Yang kuramının içinde, negatif ve pozitif değerlendirmesi’’ gibidir diyebiliriz.
Bu doğrultuda önemli bir noktaya parmak basalım o halde.
Filmde bir sekansta Eve, Adam’ın yanına gitmek üzere yola çıkacaktır. Marlowe da onu uğurlamak üzere orada bulunmaktadır. Bu sahnede Marlowe Eve’e ‘’Doğrusu neden aynı yerde yaşamadığınızı anlamıyorum. Sonuçta birbiriniz olmadan yaşayamıyorsunuz.’’ der. Eve yanıt vermez. Birçok izleyici tarafından eleştirilen ve anlamlandırılamayan bu olayı şu şekilde açıklayabiliriz.
Albert Einstein’ın ‘’Dolanıklık Teorisini’’ hiç duymuş muydunuz?
‘’Dolanıklık teorisi, dolaşık iki parçacığı birbirinden ayırıp ikisini de birbirinden ayrı yere koyduğunda, evrenin iki ayrı ucuna da koysan birinde bir değişiklik yaptığında veya bir etkileşime soktuğunda diğeri de aynı şekilde değişir ve etkileşime girer.’’
Filmin son sahnesinde geçen bu replikler aynı zamanda teorinin tam tanımını da ortaya koyar. İşte Marlowe’un sorusunun yanıtı burada gizlidir. En başta dediğimiz gibi üzerinde durduğumuz eser, ince detayları da içinde barındırır. Eve’in kolundaki taş oyma bilekliği ve Adam’ın boynundaki taş oyma kolyesi aslında onların ‘’kendi dolanıklık teorilerini’’ oluşturuyor. Gördüğünüz üzere minik detaylar yüzlerde büyük tebessümlere yol açtırabiliyor.
Yine ayrıntılar üzerinden birkaç önemli sekansı daha aktaralım.
Adam ve Eve’in satranç oynadıkları sahnede Eve: ‘’Kahramanın Christopher Marlowe sana sevgilerini yolladı.’’ cümlesini kurar. Adam ise: ‘’Kahramanım yok benim.’’ karşılığını verir, fakat az önce Adam’ın kan ihtiyacını doktor kılığında hastaneye giderek, Dr. Watson’dan para karşılığı giderdiğini söylemiştik.
İşte bu sahnelerden birinde kamera Adam’ın yaka kartına yakınlaşır.
Adam’ın isim tercihi
‘’Dr. Faust’’ olmuştur. Bu ayrıntı bize Adam’ın karakteri hakkındaki bazı özellikleri daha iyi anlamamızı sağlar.
Eve’e benim kahramanlarım yok derken, aslında bunun kendi içinde bastırmış olduğu bir yalan olduğunu anlıyoruz. Çünkü 16. Yüzyılda yaşamış, dönemimin usta yazarlarından biri olan Christopher Marlowe’un ‘’Doktor Faustus’’ adında bir eseri mevcuttur. İşin güzel yanı bu eser, içerik olarak güç ve bilgi için ruhunu şeytana satan bir adamı konu almaktadır. Film içerisinde adı geçen Marlowe karakteri de pek tabii ünlü Şair Christopher Marlowe’dur. Hatta filmin son sahnesinde Marlowe’un gerçek hayattaki gizemli yaşantısına ve ölümüne de atıf yapılır. Marlowe, gerçek hayatta bir bar kavgası sırasında başına bir kama saplanması ile öldürülmüştür. Filmin son sahnesinde de Eve, Adam ve Marlowe aynı odadayken aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Marlowe, yardımcısı Bilal’e ‘’Tevazuyla bir yere varamazsın.’’ der.
Hemen ardından Eve: ‘’Kanıtı orada.’’ diye ekler ve Marlowe’un duvarda asılmış ve anlına kama saplanmış resmini gösterir.
Analizi tamamlamadan evvel son bir konuya daha değinelim. Filmin insanoğlunu da eleştirdiğini, hatta karakterler tarafından onlara ‘’zombiler’’ dendiğini söylemiştik. Bu konuyu filmin birbiriyle alakalı iki sahnesi ile anlatmaya çalışalım.
- İlk sahnede Adam ve Eve insanlarla olan problemlerinden bahsederken, Adam zombilere ısınamadığını bir kez daha dile getirir. Eve ise; ‘’O çok değer verdiğin bilim adamları peki?’’ diye sorar. Bunun üzerine Adam: ‘’Bilim adamları mı? Onlara neler yaptıklarına baksana. Pythagoras katledildi. Galileo hapsedildi. Copernicus alaya alındı. Zavallı Newton simya hakkındaki çalışmalarını gizlilik içinde yürütmeye zorlandı. Tesla mahvedildi, o muhteşem olasılıkları tamamen görmezden gelindi. Hala da Darwin için carcar edip duruyorlar, hâlâ. Bilim adamları için buraya kadarmış. Şimdi de kendi kanlarını kirletmeyi başardılar, sudan hiç bahsetmiyorum bile.’’ diyerek kelimenin tam anlamıyla insan oğlunun hemen her dönemdeki düşünce yapısını, davranış biçimini, çıkarcılığını ve bilim karşıtlığını sert biçimde eleştiriye maruz bırakmıştır.
- İkinci sahnede ise çiftimiz 1920’lerde harikulade bir mimari ile donatılmış, kendi döneminde konser ve sinema salonu olarak kullanılan, bağımsız bir teknikle avizelerin yansıtılması için aynaların kullanıldığı Michigan Tiyatrosu’ndadırlar. Günümüzde hala var olan tiyatro, hem film içerisinde hem de şu anda bir otopark olarak kullanılarak, insanoğlunun tarihi, kültürel yapılarına değer algısını bir kez daha sorgulatıyor.
Söylenti Dergi olarak Sadece Aşıklar Hayatta Kalır filmini sizler için analiz ettik. Hepsi ve daha fazlası için Söylentiyle kalın…






