Paris; sergi, tiyatro, konser ya da herhangi bir etkinlik konusunda hiçbir zaman şaşırtmayan bir bolluğa sahip ancak şehir bu yaz ve sonbahar ayları boyunca özellikle moda konusunda dolup taştı! Erkek Moda Haftası, Haute Couture Haftası, Louvre Müzesi’ndeki Louvre Couture sergisi ve diğerleri… Bunların içinde hala devam eden bir sergi var ki gidenlerde Stendhal sendromu yaratacak kadar güzel: Karanlık ve kışkırtıcı stiliyle günümüz moda tutkunlarını büyüleyen Rick Owens‘ın retrospektifi!
Her şeyden önce Rick Owens’ın genel felsefesi ve ek olarak onun Venedik ile bütünleşmiş koleksiyonları ile ilgili yazımda ünlü tasarımcının grunge öğeler ve asimetriyle harmanlanmış gotik stilinden bahsetmiştim. Owens, tasarımlarının ötesinde etkileyici defileleri, ayrımcılığı ve erkek egemen kültürü kınayan politik duruşuyla sanat yönetmenliğini üstlendiği, Palais Galliera’nın cephesine ve bahçesine kadar uzanan bir sergi rotası oluşturuyor. Sergide, arşiv parçaları ve çağdaş tasarımların yanı sıra, kişisel belgeler, video enstalasyonları ve daha önce sergilenmemiş materyaller de yer alıyor. Owens, Moda Müzesi’nin büyüleyici sütunları arasında Charles Baudelaire, Joseph Beuys’dan alıntılar yaparken, Gustave Moreau ve Steven Parrino’nun eserlerini ilham kaynakları olarak aralara serpiştiriyor ve eşi Michèle Lamy’nin oynadığı merkezi rolü de hissettirmekten kaçınmıyor.
Rick Owens’ın Tapınağı

Serginin ilk güçlü ifadesi, Palais Galliera’ya girmeden önce açık havada başlıyor. Rick Owens, müzenin dış heykellerini ışıltılı pullu kumaşla sararak gelenek ve ihtişamın hiyerarşisine meydan okuyan cesur ve teatral bir imaj yaratıyor. Owens’ın bu kararında kutsal olanı bozarken aynı zamanda dünyevi olanı yüceltme becerisini görüyoruz. Bu sadece dekoratif bir seçim değil, aynı zamanda mimariye eleştirel bir yorum işlevi de görüyor. Heykellerin kumaşla sarılması hem Christo’nun kavramsal sanatını hem de kuir kültürün yıkıcılığını çağrıştırıyor. Böylelikle 1977’den beri Moda Müzesi olarak kullanılmaya başlanan tarihi saray, bu sergiyle Paris modasını yeniden şekillendirmiş bir tasarımcıya ait olduğunu ilan ediyor ve bahçeye girdiğimiz andan itibaren Owens’ın eksiksiz estetik dünyasına adım atıyoruz…
Sergilerde genellikle göz ardı edilen bir geçiş alanı olan bahçenin; ziyaretçileri, Rick Owens tarafından tasarlanan 30 adet brutalist beton heykelle karşılaması, serginin görünenin ötesinde daha derin olan ideolojisine işaret ediyor: Barınak, anıt ve sunak olarak moda… Sanatçının mobilya koleksiyonundan parçaları anımsatan bu heykeller müzeyi yaratılışa adanmış bir tapınağa dönüştürüyor. Tasarımları genellikle mimari oranlar ve heykelsi silüetler içeren Owens, Galliera bahçesindeki bu düzenlemeyle burayı özel güçlerle dolu bir tapınak avlusuna çeviriyor.
Varoluşçu Mimarlık Olarak Moda

Müzenin içindeki sergi, Rick Owens’ın Los Angeles’taki ilk yıllarından Paris’teki son dönemlerine kadar uzanan yaklaşık 30 yıllık kariyerinin koleksiyonlarından parçalar içeriyor. Etkileyici olan sadece bu tasarımların çokluğu değil, aynı zamanda felsefi tutarlılıkları. Owens’ın spiritüel ritüellere duyduğu tutkuyla, tasarımlarında Joris-Karl Huymans‘tan modern ve çağdaş sanata ve 20. yüzyılın başlarındaki büyük Hollywood filmlerine kadar geniş bir yelpazeden referanslardan oluşan sergi; heykelsi silüetler, radikal estetik ve politik ifadeler arasında vizyoner bir yolculuk sunuyor. En eski tasarımlarından en yeni tasarımlarına kadar Owens mitolojisinin tohumlarını gördüğümüz sergi, sanatçının imzası haline gelen, belirli bir gri tonu olan “dust”a olan bağlılığını da gösteriyor.
Adını Sisters of Mercy grubunun “Temple of Love” şarkısından alan sergide, tasarımcıdan yapılan tüm alıntılar büyük harflerle yazılıyor. Bu tipografik tercih punk, gotik ve endüstriyel sahnelerin kodlarından miras kalan bir estetiğe referanslar gönderirken, tasarımcının heybetli silüetlerini ve mimari kıyafetlerini de hatırlatıyor. Koleksiyonların sıralandığı ikinci odada Rick Owens, radikal olduğu kadar şiirsel bir tavırla müzenin perdelerini açarak doğal ışığın içeri girmesine de izin veriyor, ki bu Galliera için bir ilktir. Böylece giysilerin yaşayıp, solduğuna ve dönüştüğüne işaret ederken bu değişimi yeninin fetişizmine karşı kusurlu bir güzellik biçiminde, doğal sürecin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ediyor.
Michèle Lamy’nin Yatak Odası ve Neşeli Ahlaksızlık

Serginin en samimi kısımlarından biri, Rick Owens ve Michèle Lamy’nin yatak odasının yeniden canlandırılması. Sahnelenmiş gibi hissettirmekten uzak olan bu alan, serginin diğer kısımlarında hissettiğimiz sert ve dik duruşa karşı duygusal bir kaçış noktası sunuyor. Işık buralarda yumuşuyor ve heykelsi duruş yerini rahat bir ev ortamına bırakıyor. Lamy’nin etkisi serginin her yerinde hissedilmesine rağmen bu kısımda daha somut bir etki yaratıyor. Fotoğraflar, ayakkabılar, giysiler, parfümler… Hepsi Lamy ve Owens’ın yaratıcı dünyasının izleri olarak serginin adına vurgu yapıyor: Aşk Tapınağı…

Eserleri tarihe, koleksiyona veya temaya göre düzenleyen retrospektiflerin aksine, Temple of Love daha gevşek ve daha atmosferik bir yaklaşım benimsiyor. Sizi yönlendirmekten çok içine çekiyor. Serginin etkileyici olan bir başka kısmı da cinsellik ve şiddet içerdiği için reşit olmayanlara yasaklı ve fotoğrafa izin verilmeyen, arka planda Samson et Dalila, Op. 47, R.288 / Act II: Mon coeur s’ouvre à ta voix’nın çaldığı kısım. Buraya girdiğiniz anda Owens’ın başlangıçta kendi evi için tasarlanmış olan gerçek boyutlu işeyen heykeliyle karşılaşıyorsunuz. Sansasyonel defilelerinden sonra böyle bir kısımla karşılaşmamak şaşırtıcı olurdu diye düşünürken ünlü tasarımcının ahlakçılığa karşı politik duruşunu da görüyoruz: Neşeli Ahlaksızlık!
Modanın En Karanlık Vizyoneri

“Hepimizin temsil edilmediğini hissettiğimiz standart kültürel estetiğe bir alternatif sunmak için elimden geleni yaptım… Hiçbir şeyi reddetmiyorum veya kınamıyorum, sadece başka bir seçenek sunuyorum.”
Moda sergilerinin günümüzde sıklıkla pazarlama taktiğine dönüştüğü, insanların bu sergilere çoğunlukla sadece fotoğraf çekmek için uğradığı bir dönemde Temple of Love, titiz ve tür sınırlarını zorlayan bir manifesto olarak öne çıkıyor. Bize Owens’ın geleneksel bir tasarımcı olmadığını; giysilerin, nesnelerin, bedenlerin ve inançların rahatsız edici bir uyum içinde bir arada var olduğu dünyaların yaratıcısı olduğunu hatırlatıyor. Tasarımcı, bir marka yaratıcısı olarak değil, bir mimar ve filozof olarak yeniden düşünmemizi teşvik ederek çözümler sunmak yerine rahatsızlık, coşku, çürüme ve dönüşümle boğuşabileceğimiz alanlar yaratıyor. Owens bu retrospektif sergiyle geçmişe bakmamızdan çok şimdiyi hissetmemizi istiyor…
Sergi, 4 Ocak 2026 tarihine kadar Paris’teki Palais Galliera’da (Musée de la Mode) görülebilir. Fransa’ya yolu düşecek olan herkese şiddetle önerdiğim bir sergi! Temple of Love, benim Paris’te gördüğüm moda sergileri içinde “Iris van Herpen: Sculpting the Senses” sergisinin bile önüne geçebilecek kadar büyüleyici bir deneyim sunuyor ve Rick Owens’ın felsefesiyle fazlaca bütünleşmiş, modanın politik ve estetik dinamiklerini sorgulayan, güç, kimlik ve bedensellik üzerine derin bir düşünme alanı yaratıyor.
Kaynakça:
Kapak Görseli: “Rick Owens on his bombastic Paris retrospective, ‘Temple of Love’”. Wallpaper. Web. 16.10.2025.
“Rick Owens: Temple of Love Exhibiton”. Iconiaavantgarde. Web. 16.10.2025.
“Rick Owens’ “Temple of Love”: An intimate exhibition of fashion’s darkest visionary”. Hautemood. Web. 16.10.2025.
“Why Rick Owens: Temple of Love at Palais Galliera Is the Retrospective Everyone’s Talking About”. Imfirenzedigest. Web. 16.10.2025.
“Temple of Love: Rick Owens sublime l’étrange au Palais Galliera”. Ideat. Web. 16.10.2025.
“L’histoire du bâtiment”. Palaisgalliera. Web. 16.10.2025.