Mustang (2015), Maryland (2015), Proxima (2019) ve Augustine (2012) filmlerinden tanıdığımız aynı zamanda Cannes Film Festivali ve diğer uluslararası festivallerde ödüllere layık görülen Fransız yönetmen ve senarist Alice Winocour, son filmi Revoir Paris (2022) ile bir terör saldırısından sağ kurtulan bir kadının yaşadığı psikolojik yıkımı, bu acının günlük hayatta nasıl taşındığını, travmalarıyla başa çıkma sürecini ve unutulan hikâyelerin ardındaki insanların hikâyesini anlatıyor.
Hani haberlerde gördüğümüz patlamalar sonrası birkaç gün konuşup, hayatını kaybedenlerin ve geride kalanların acılarına kısa süreliğine ortak olur, sonra da unuturuz ya? İşte Revoir Paris, unuttuğumuz o derin travmaların ardında gerçekte neler yaşandığını sorgulayan, sorgulatan bir film. Hazırsanız Revoir Paris filminin incelemesine başlıyoruz!
Yazının devamı spoiler içermektedir.
Hafıza: Güzel Anlar

Paris sabahına açılan balkon kapısından günün ilk ışıkları içeri süzülürken, çiçeklerini suladıktan sonra mutfakta kahvesini hazırlama telaşı içinde bir kadın, kırılan kahve bardağının parçalarını toplamaktadır. Bu sırada telefonuyla iş görüşmesi yapan bir adam, bu kadını selamlar ve o sabah telaşı devam eder. Sabah rutinlerinin ardında işe yetişme telaşıyla Triumph motosikletine atlayan kadına Radio France’a kadar eşlik ederiz. Bu kadın; Radio France’ta Rusça çevirmen olarak çalışan Mia Loreau (Virginie Efira)’dur.
Mia, akşam bir restoranda birlikte yaşadığı doktor sevgilisi Vincent (Grégoire Colin) ile yemek yerken, Vincent’e acil bir telefon gelir ve yarısı yenmiş bir yemekle yapayalnız kalır. Motosikletiyle eve dönerken yağmur şiddetini artırır ve bir restoran-barda mola vermek zorunda kalır. Boş bir masada tek başına bir kadeh şarap eşliğinde elinde defteriyle ve kalemiyle notlar alırken bir yandan etrafını süzer. Japon kızların fotoğraf çekimlerine ve önünden geçen doğum günü pastasına göz ucuyla takılır. Sanki kendi hayatı durgunlaşırken, başkalarının rengarenk anlarına ortak olur gibi…
Mia, doğum günü kutlaması yapan arkadaş grubunu izlerken, alkışlayıp alkışlamamayı düşünür ama tereddütte kalır. Kalemiyle yazmaya devam ederken mürekkebin parmaklarına aktığını fark edince tuvalete yönelir. Koridor boyunca şık giyinimli insanları izlerken, adeta bir film sahnesinde yürüyormuş gibi hisseder. Geri döndüğünde masasından ayrılır; önünden geçen orta yaşlı bir çifte yol verdiği sırada bir silah patlaması duyulur ve çift yere savrulur. O an sadece korku, panik ve kaos ile birlikte her şey karanlığa gömülür.
Hafıza: Boşluk

Geçen zaman içinde Mia, saldırıdan yaralı olarak kurtulmayı başarmış olsa da, o gece yaşadıkları hafızasında derin bir boşluk ve silinmeyen derin bir yara izi bırakmıştır. Travmalar, bir insanın hayatını tamamen değiştirebilir; Mia’da bunun canlı bir örneğidir. Yaşadığı olay sonrası hayatına devam etmeye çalışsa da, travmanın getirdiği duygusal uyuşukluk, arkadaşlarıyla ilişkilerini ve sevgilisi Vincent’la olan bağını derinden sarsmıştır. İnsanların ona acıyan gözlerle bakması, Mia’yı içten içe çürütmektedir. Travmanın bireyde yarattığı yalnızlık ve yabancılaşma duygusu, burada güçlü bir şekilde vurgulanırken Mia’nın hikâyesinde de çarpıcı bir biçimde kendini gösterir.
Film, Mia karakterine hayat veren Virginie Efira’nın olağanüstü performansıyla derinlik kazanır. Efira, karakterin ruhsal acısını ve travmayla başa çıkma çabasını incelikli bir şekilde ekrana taşır. Özellikle gözleriyle duygusal yoğunluğu aktarma yeteneği, Mia’nın içsel karmaşasını seyirciye başarıyla hissettirir. Efira’nın etkileyici oyunculuğu, karakterin içsel çelişkilerini gözler önüne serer.

Mia, bir gün doktor kontrolünden sonra otobüsle eve dönerken rotanın değişmesiyle kendini, kaderin cilvesi gibi, saldırının yaşandığı restoran-barın önünden geçerken bulur. Travma sonrası stres bozukluğunda sıkça görülen, olayın geçtiği yere geri dönme dürtüsü burada devreye girer. İçinde bir cesaretle içeri adım atar ve her şey normaldir; saldırının izleri silinmiş, insanlar kendi hallerinde yemek yemekte, hayatlarına devam etmektedir.
Yaşadığı travma, hafızasındaki boşluk, onu sevdiklerinin nasıl öldüğünü öğrenmeye çalışan, hayatta kalan ve kayıp parçaları arayanların olduğu bir destek grubuyla yollarını kesiştirir. Bu grupta, koordinatör Sara (Maya Sansa) ile tanışır. Ayrıca o gece ailesini kaybeden Felicia (Nastya Golubeva), doğum günü pastasının mumlarını üfleyen ve arkadaş grubuyla karşı masasında oturan Thomas (Benoît Magimel)‘da oradadır.
Mia, yavaş yavaş parçaları birleştirmeye başlar: yağan yağmur, pastanın mumları, mürekkep lekeleri, kanlı bir önlük, sol kolunda dövmesi olan bir el… O gece hayatta kalma mücadelesi verirken bir depoda dolabın içinde elini tuttuğu, mutfakta kaçak olarak çalışan Senegalli Assane (Amadou Mbow) kadar götürür. Travmanın zihin üzerinde yarattığı belirsizlikler, unutulmuş ya da bastırılmış anılar, Mia’nın bu süreçte yüzleştiği en büyük zorluklarla birlikte Paris’in gözler önündeki ışıltılı hayattan, görünmeyen öteki yüzüne; göçmen mahallerine, kaçak göçmenlerin hayatlarını da gözler önüne serer.
Keşke Duygusu

“Artık iyi olana kadar kimseye veda edemem.
Her an bir şeyin olacağını düşünüyorum.”
Film, travmanın farklı yüzlerini çarpıcı bir şekilde işlerken, pişmanlık ve keşke duygusu karakterlerin hayatını ele geçiren en güçlü unsurlardan biri hâline gelir. Felicia, ailesiyle o gece yemeğe gitmek istemediği için bütün gün bunun kavgasını vermiştir ve bu tartışmanın onları ölüme sürüklediğine inanır. Aynı şekilde, Thomas ise doğum günü kutlaması yüzünden arkadaşlarının ölümünden kendini sorumlu hisseder. Hafızasındaki boşluk yüzünden, saldırı sırasını hatırlayamadığı için en acımasız pişmanlık ise Mia’nın yüküdür: saldırıdan kurtulan bir kadın, tuvaletin kapısını kimseye açmadığı için Mia’yı suçlar. Aslında bu kapıyı kapatan ve kilitleyen o kadın iken, kendisi olmadığını hatırlamayan Mia, bu suçluluk duygusuyla insanların ölümüne neden olduğu gerçeğiyle travmanın karanlık yüzüyle hesaplaşır.
Film, bu karakterler aracılığıyla keşkelerin insanı, nasıl içten içe tükettiğini ve geri dönülmez acılar yarattığını etkileyici bir şekilde gözler önüne serer. İnsanın içindeki o karanlık tarafın duygusal yolculuğunun kapısı da ardına kadar açılır.
Filmin sinematografisi, bu duygusal yolculuğu destekleyen etkileyici bir araç olarak öne çıkıyor. Görüntü yönetmeni Stéphane Fontaine, ışık ve gölge oyunlarıyla mekânların ruh halini ustaca yansıtıyor; bu, izleyiciye karakterlerin içsel çatışmalarını hissettiren yoğun bir atmosfer yaratıyor. Özellikle dar alanlardaki çekimler, izleyicinin karakterlerin sıkışmışlık hissini deneyimlemesine olanak tanırken, geniş açılar ise Paris’in güzelliklerini ve aynı zamanda tehlikelerini gözler önüne seriyor. Kamera hareketleri, olayların akışını ve karakterlerin duygusal durumlarını yakından takip ederken, doğal ışık kullanımı da gerçekçi bir derinlik kazandırıyor. Böylece Winocour’un anlattığı hikâye, sinematografinin gücüyle birleşerek izleyici üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor.
Kişisel Bir Hikâyeden

Alice Winocour, yaşanmış bir deneyimden 2015 Paris saldırılarından esinlenerek Revoir Paris filminin senaryosunu kaleme almıştır ve çekmiştir. Saldırı sırasında Bataclan Tiyatrosu‘nda bulunan erkek kardeşiyle, mesajlaşarak iletişim kurmuş, saldırı ve sonrasında onun yaşadığı duygusal süreci yakından gözlemlemiştir. Bu deneyim, travmanın bireysel ve toplumsal etkilerini keşfetme arzusunu, kardeşi saldırıdan sağ kurtulduktan sonra Winocour, olayların hafıza tarafından nasıl parçalandığını ve nasıl yeniden inşa edildiğini kendi deneyimiyle de keşfetmiştir. Bir nevi hayatta kalanların hayata devam etmek için çabalarını gözler önüne sererken; kaybın, yeniden doğuşun ve sevginin gücünün desteğiyle geride kalanların hikâyesini ekrana taşımıştır.
Ölürken ya da hayatta kalma mücadelesi verirken, yan yana gelemeyeceğiniz insanlarla son nefesinizi paylaşır, güç ve dayanak olarak hayatta kalabilmenin umudu ve güveniyle bir ele uzanabilirsiniz. Bu bağlamda film, bireylerin kayıplarının ardından nasıl yeniden bağlantı kurmaya çalıştıklarını ve birbirlerinin desteklerine ne kadar ihtiyaç duyduklarını gözler önüne de seriyor. Travmanın getirdiği yalnızlık ve yabancılaşmanın yanında, dayanışmanın ve sevginin yenileyici gücüyle, o unuttuğumuz derin travmaların ardında gerçekte neler yaşandığını ve neler yaşattığını biliyoruz.
Kaynakça
Görseller: Revoir Paris (2022) – IMDb ve Screenshot.
“Revoir Paris’ Review: Virginie Efira Shines As a Shooting Survivor in Artful Drama.”, Indiewire.com Web. 25.10.2024
“Review: From repair to renewal, ‘Revoir Paris’ reveals a city rediscovered after a tragedy.” Latimes.com Web. 25.10.2024


