…
Beyaz: Güzel olan her şeyin istisnasız en büyük nişanesi olan beyaz rengi barışı, evliliği, saflığı, temiz olmayı ve daha nice hoş şeyi karşılamakta. Renkler arasında en fazla anlam yüklenen bu rengin tam karşılığını biliyor muyuz peki? Beyaz kelimesi Arapça “bayda” yani “yumurta” anlamına gelmektedir. Kelime Arapçada sıfat olarak kullanılmazken, dilimize sıfat olarak geçmiş ve bir rengin karşılığı olarak kabul edilmiştir.
“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği beyaza verdiler.” (Özdemir Asaf/Jüri)
Kırmızı: Kadınlar en sevdiği renklerden olan kırmızı kadınların pek de sevmeyeceği bir geçmişe sahip. Arapça ve Farsçada “kirmiz/kirmizī” olarak geçen bu kışkırtıcı renk Farsça ve Arapçaya koşnil veya kırmız adı verilen bir kurtçukla geçmiştir. Batı dillerine de Arapça ve Farsçadan geçen bu kelime İngilizcedeki “crimson-koşnil kırmızısı” sözcüğünün temelini oluşturmaktadır. Bu küçük kurtçuğun salgıladığı kırmızı renkli sıvı, kırmızının kadınların eteklerinden, dudaklarına kadar olan serüveninin yaratıcısıdır.
“Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların” (Cemal Süreya/San)
Mavi: Dünyada en fazla rastlanan renk olan mavi dünyada en çok muhtaç olunan şeyden yani sudan türemiştir. Arapça “mā – su”ve “wī – dair/ait” sözcüklerinden türetilen mavi kelimesi Arapçada “māˀī” olarak da geçmektedir.
“Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.” (Yahya Kemal/Deniz Türküsü)
Pembe: Ülkemizde tam anlamıyla bir kadın rengi olarak lanse edilen bu tatlı ve canlı renk kökeni noktasında aynı şeyi resmetmemektedir. Şekerden, duvar rengine kadar her yerde görebildiğimiz pembe rengi Farsça kökenli olup Farsçada “panbe” yani tam karşılığıyla “pamuk” sözcüğünden dilimize geçmiştir. Dilimize uçuk kırmızı renk olarak geçişi şaşırtıcı bir durumdur. Farsçada pamuk dışında kullanılmayan bu rengin dilimize uçuk kırmızı olarak geçişinin 17. Yy. da gerçekleştiği düşünülmekte ve pamuk helvası rengiyle ilişkili olarak türediği düşünülmektedir.
“Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!” (Cahit Külebi/Hikâye)
Siyah: Asalet ve ölümün rengi olarak bildiğimiz bu renk, ışığın olmadığı her yerde krallığını ilan etmiştir. Kıyafetlerde ve taşıtlarda en çok tercih edilen siyah rengi geride bıraktığımız beş rengin dördünde olduğu gibi Farsça kökenlidir. Edebiyatımızda da kendine çok fazla yer bulan siyah renginin Türkçe karşılığı çok iyi bildiğimiz “kara”dır. Farsçada “syāv/syāva” olarak geçen ve kelime karşılığı “koyu renk/esmer” olan sözcük, dilimizde “siyah” olarak değişime uğramıştır.
“Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!” (Sezai Karakoç/Monna Rosa)
Mor: Ece Ayhan severlerin yüzünde minik bir gülümseme oluşturan bu renk aynı zamanda Behçet Aysan’ın da şiirlerinde çok fazla yer verdiği bir renktir. Her ne kadar bu iki şairle yakın bir ilişkisi olsa da benim nazarımda mor renginin en güzel kullanıcısı hem şiirinde hem de tablolarında bu renge hayat veren Bedri Rahmi Eyüboğlu’dur. Dilimize Ermeniceden geçen sözcük Ermenicede “morm” şeklinde yer almaktadır. Ermenice karşılığı “karadut/böğürtlen” olan mor rengi yine aynı şekilde Yunancada “móron”, Latincede “morum” şeklinde geçmekte ve Ermenicede olduğu gibi “karadut/böğürlen” anlamı taşımaktadır. Farsçada “mūrd” bizim bildiğimiz şekilde “mersin” olarak geçen bu renk çok iyi bildiğimiz yaban mersininin de adını oluşturmaktadır.
“Buğday tarlasında devedikenlerinin moru,
Yeryüzünde ne kadar insan varsa bir o kadar mor…
İnsanların hesabı kimden sorulur bilmem
Ama morların hesabı benden sorulur, benden…” (Bedri Rahmi Eyüboğlu/Mor)
Sarı: Ayrılığın ve hastalığın rengi olması sebebiyle halkın dimağındaki yeri bir hayli kötü olan sarı rengi geride bıraktığımız altı renkten farklı olarak öz Türkçedir. Basma elbiselerde ve yeşil düzlükleri renklendiren papatyalarda gördüğümüz bu harikulade renk eski Türkçede “sar/sarığ” şeklinde geçmektedir. Moğolcada da “sira” olarak geçen sarı rengi safran bitkisiyle yakın ilişkilidir. İran’da çok fazla bulunan ve maliyeti bakımından oldukça kıymetli olan safran bitkisi yani bir diğer adıyla “zerde”, “zer/sarı” kelimesinden türemiştir. Eski Türkçede geçen “sarığ” hali “saz” sözcüğüyle de yakın ilişki içerisinde olup, saz sözcüğü sarı sözcüğünün varyant telaffuzudur. Edebiyatımızda Nazım Hikmet’in Saman Sarısı şiiriyle efsaneleşen sarı rengi, en çok yakıştığı yerin bir kadının saçları olduğunu da açıkça ortaya koymuştur.
“saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
…
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu “ (Nazım Hikmet/Saman Sarısı)
Yeşil: İç ferahlatıcılığın ve mistisizmin en bilinen rengi olan ve tabut üzerine serilen örtülerden, daldaki yaprağa kadar her yerde görülen yeşil rengi öz Türkçe olup “yaş/yaşıl” sözcüğünden evrilmiştir. Sözcük yaş/körpe/taze manasında kullanılmaktadır. Canlılığı ve hayatı temsil eden bu renk dini bağlamda daha farklı bir anlam kazanmıştır. Batıdaki siyah rengi yerine, ülkemizde türbelerde ve tabutlarda sıkça tercih edilen yeşil renginin tazelik ve körpeliği yeniden dirilme/yeniden doğuş noktasında karşıladığı söylenebilir. Rengin bu şekilde kullanılması en az rengin kendisi kadar zarif bir düşüncedir.
“Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına,
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.” (Ahmet Muhip/Serenad)
Lacivert: Ortaya çıkış şekliyle geride bıraktığımız tüm renklerden daha şaşaalı olan ve yine tarihi bağlamda büyük öneme sahip olan lacivert rengi Farsça kökenli olup, Farsçada “lācivardī ” olarak geçmektedir. Tam anlamıyla bir krallık rengi olan lacivert Afganistan’da çıkan koyu mavi süs taşı, “lapis lazuli” sözcüğünden türetilmiştir. Farsçaya Sanskritçeden geçen sözcük, Sanskritçe de aynı anlama gelen “rācāvarta” sözcüğünden alıntıdır. Sanskritçe sözcük Sanskritçe rācā “kral” ve Sanskritçe varta “tayın, rızk, pay” sözcüklerinin bileşiğidir. Afganistan yakınlarında çıkarılan taş halkın büyük geçim kaynaklarından biridir ve bir süre sonra taşı çıkarttıran kralın unvanıyla anılmaya başlamıştır. Racavarta için çıkarılan koyu mavi rengindeki taş günümüze kadar evrilerek “lacivert” halini almıştır. Edebiyatımızda mavi rengi nedeniyle kendine pek fazla yer bulamamıştır. Ama yine de tüm geceler laciverttir.
“Upuzun gözlerin ki –lacivert-
Örtüldü akşamın asmalarıyla
Unutma, yaşamından iyisin
Yaşamın senden iyi
Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.” (Edip Cansever/Seniha’nın Günlüğünden)
*Yazımızda yer alan renklerin tümünün etimolojisi Nişanyan Sözlük’ten yararlanılarak kaleme alınmıştır.