“Benim resimlerim hiçbir şey anlatmayan görsel imgelerdir. Akla gizemi getirirler. Doğrusunu isterseniz, benim resimlerimi gören biri kendi kendine şu basit soruyu sorar: ‘Bunun manası ne?’ O resmin bir manası yoktur. Çünkü zaten gizem de aslında hiçbir şeydir, bilinmeyendir.”
René Magritte
Bugün gerçeküstücülük dendiğinde akla ilk gelen isimlerden René François Ghislain Magritte’in Le Coup au Coeur (The Blow to the Heart) tablosunu inceliyoruz.
René Magritte Kimdir?

Belçika’da 1898 yılında dünyaya gelen sürrealist ressam, 1910 yılında çizim dersleri almaya başladı. Çocukluk ve gençlik yaşamıyla ilgili bilinenler sınırlı olsa da, henüz Magritte 14 yaşındayken, annesinin nehre atlayarak intihar ettiği ve annesi nehirden çıkarılırken Magritte‘in buna tanık olduğu bilinenler arasındadır.

Eşi Georgette Berger ile 1913’te tanışmasının ardından, 1920 yılında tekrar bir araya gelerek 1922 yılında evlendi. 1926 yılında ilk gerçeküstü resmini yapana kadar çeşitli sanat akımlarını öğrendi. 1927 yılında açtığı ilk sergisinde altmış bir adet eserini görücüye çıkardı fakat ağır eleştirilere maruz kaldı. Buna bağlı olarak yaşadığı depresyon sonucunda Paris’e taşındı. Burada André Breton ile arkadaşlığının da etkisiyle sürrealist ressamlar arasında anılmaya başlandı. 1960’lı yıllarda eserleri ilgi çekmeye başladı, ne yazık ki 1967 yılında pankreas kanseri sebebiyle hayata gözlerini yumdu. Günümüzde Belçika’da bulunan René Magritte ve Magritte Müzeleri sanatçının eserlerinin büyük bir kısmını ve hayatıyla ilgili birçok detayı ziyaretçilere sunuyor.
René Magritte ve Güller
Gül, Magritte‘in anlatımlarında kullandığı ikonik simgelerdendir. Yapıtlarının bir çoğunda detay olarak bulunurken, bazılarında ise ana tema olarak karşımıza çıkar.


Arkadaşlarıyla olan mektuplaşmalarında da zaman zaman güllerle ilgili düşüncelerine ve araştırmalarına rastlanmaktadır. Örneğin modern sanat koleksiyoncusu olan Alexander Iolas‘a “Şu anki araştırmalarım güllerle ilgili. Onlar hakkında söylenecek saygıdeğer bir şeyler bulmalıyım.” diye yazmıştır.

Bundan bir ay sonra ise, şair arkadaşı Paul Éluard‘a yazdığı mektupta: “Yaklaşık iki aydır ‘gül sorunu‘ dediğim şeye bir çözüm arıyorum. Araştırmamı şimdi tamamlamış olarak, sorumun cevabını muhtemelen uzun zamandır bildiğimi fark ettim…” diyerek güllerden söz etmiş; gülün güzelliği ve yumuşaklığı ile dikenlerinin acımasız keskinliği arasındaki çelişkiden de bahsetmiştir. Zaten Magritte‘in öne çıkan en önemli özelliği, bu çelişkilerden oluşturduğu kendine has tarzıdır. Çizdiği pipo resminin üstüne “bu bir pipo değildir” yazarken de, kendisinin portresini isteyen arkadaşı için yaptığı otoportrede yüzünü bir elma ile gizlerken de bu tezatlıklardan faydalanmıştır.
Şimdi birlikte ‘The Blow to the Heart‘ isimli tablosunda da yarattığı zıtlığın uyumunu inceleyelim..
The Blow To The Heart

Magritte’in 1952 yılında yaptığı “The Blow to the Heart” eserine ismini; onun şiirlerinden etkilendiği Belçikalı bir şair ve filozof olan Paul Nouge vermiştir.
Esere ilk bakışta adeta ressamın imzasını taşır gibi iki zıt imgenin birlikteliği göze çarpar. Başta gül yapraklarına takılmış bir hançer varmış gibi gelse de, dikkatli bakıldığında hançerin gül dalının devamı olduğu, bu daldan yetiştiği görülmektedir. Arkada resmedilen hava oldukça kasvetli. Gül; rengine, dik duruşuna ve bol yapraklı haliyle oldukça canlı olmasına rağmen genel anlamda iç sıkan bir durağanlık söz konusu. Bol bulutlu karanlık gökyüzünün altında yine karanlık ve durgun bir deniz dikkat çekerken, gülün yetiştiği zemin de çölü anımsatacak kadar kurak görünüyor. Ve yine arkadaki uçsuz bucaksız suya rağmen, öne çıkan bu kuru toprak, çelişkiler zincirine bir halka daha ekler.
Tablonun ismi olan “Kalbe Darbe” sözcüklerinden yola çıkarak, gül ile ifade etmek istenenin aşk olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Zira gül renk çeşitleriyle, kokusunun güzelliğiyle, katmerli yapısıyla, taşıdığı gerçek ve sembolik anlamlarıyla hem sanat hem edebiyat dünyasında en sık başvurulan sembollerdendir. Sevgiyi ve sevgiliyi ifade etmekte bir araçtır. Açtıktan sonra solması geçiciliğine, kokusu ve renkleriyle etkilediği kadar dikenleriyle ayrılmaz bir bütün olması; onun saflığının aksine kötülüğü de bünyesinde barındırabileceğine vurgu yapmaktadır. Ele alınıp koklandığında bile, dikeni batar korkusu yaşanması da tüm ihtişamına rağmen temkinli yaklaşılmasına sebeptir.
Magritte eserinde, yukarıda bahsettiğimiz arkadaşı Paul Éluard‘a yazdığı mektupta “gül sorunu” olarak adlandırdığı duruma bulduğu çözüm olarak değerlendirmiştir. Merkezde yer alan bir gül dalından gelişen hançer, açmış gül ile tezatlık oluşturan bir görüntü sunar. Nouge’un esere verdiği isimle bir yandan sevgi ve sevgiliye gönderme yaparken, yazdığı bir pasajda da gül görüntüsünün doğasında var olan bu çelişkiyi ele alır: “Gülün hafif parfümünü yürek parçalayan bir anı ile algılıyoruz.”
Pembe gülün zarafet, masumiyet ve nezaketi temsil ettiği de düşünülecek olursa, Magritte‘in bir uyarıda bulunmak istediği varsayılabilir. Tablodaki pembe gül koklandığında, hemen yanı başındaki hançerin, koklayan kişiye zarar vermemesi pek de mümkün değil gibi görünmektedir.
Bu tabloda aşka, sevgiliye bir vurgu yaptığı düşünüldüğünde Magritte, gülün dalından uzayarak kalbine bir darbe indirecek olan hançeri ön planda tutmuş ve en az gülün masumiyeti kadar dikkat çekmesini istemiştir. Tüm güzelliğiyle gülü sahiplenirken, hançerin yaralama ihtimalinin unutulmamasını, imgeler dünyasındaki anlatım ustalığıyla betimlemiştir.
Küçük Prens kitabında geçen şu cümleler; René Magritte‘in güller için harcadığı zamanı düşündüğümüzde, adeta sebebini bize anlatır..
“İşte sana bir sır dedi tilki, çok basit bir şey, gülünü senin için önemli kılan onun için harcamış olduğun zamandır.”
Küçük Prens
Kaynakça
- Phillips
- Gzt
- idildergisi.com
- tr.celeb-true.com
- Saint-Exupéry de Antoine, Küçük Prens, İstanbul: Can, 2015