Reha Erdem Sineması: Doğanın Sesleri

Yazı İçindekiler [hide]

Editör:
Işılay Güzel Yılmaz
spot_img

 

“Aslında doğa kalmadı hiçbir yerde. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın tamamında böyle durum. Gezegen alarm veriyor. Filmlerimdeki doğa, sadece bir hayal mekânı. Bundan sonra ancak filmlerde görebileceğimiz, filmler sayesinde hayal edebileceğimiz mekânlar bunlar, yani hiçbir gerçekliği yok.”

(Reha Erdem’in Agos‘tan Tuğba Esen’e verdiği söyleşiden)

Reha Erdem’in filmlerinde doğanın sesinin izini sürdüğümüz bu içerikte, sinemanın imkanlarını ses üzerinden tartışacağız. Bunun için Reha Erdem sinemasından dört filmi seçtik. Bu filmler, Kosmos, Beş Vakit, Jîn, Koca Dünya. Filmlerin içinde kullanılan seslerin “anlatısı” hakkında bir şeyler söylemeden önce bu dört film hakkında bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz. Bu içeriğin sizi Reha Erdem sinemasına bir adım daha yaklaştırabileceğini de söylemeden geçmeyelim.

Sinema yönetmenliği ve senaristliği ile tanıdığımız Reha Erdem, filmlerinde ikiye bölünmek ve  keskin çizgilerle ayrılmak istenen kimliklerin kendi hayat hikayeleriyle kalıpları reddedişine tanık olmanın bir imkanını yaratıyor. Beklentilere, normlara, önyargılara, iki kutuplu zihinlere tutsak edilemeyecek hikayelerin yer aldığı filmler, sinemanın tüm olanaklarından yararlanıyor. Kısıtlı seçenekler üzerinden ilerleyen yol ayrımlarının yerini dallanıp budaklanan sahnelere bıraktığı filmler, farklı çıkış yollarına imkan tanıyan karmaşık ve akışkan olaylar barındırıyor. Filmler, gün içinde yanından geçip gittiğimiz insanların hayat hikayelerini düşünmeye başlamanın, binlerce olasılık arasına karışmanın dürtüsünü taşıyor.

“Ses apayrı bir âlem, hatta belki görüntüden daha çekici. Çünkü görüntülerin artık belli kodları var. Sürekli görüntü bombardımanı altındayız. Dolayısıyla yeni imgeler oluşturmak zor. Ses ise çok daha özgür bir alan sunuyor, müzik de öyle. Yapmaya çalıştığım, sevdiğim ve savunduğum, yarı yarıya görsel, yarı yarıya işitsel bir sinema. Çoğu zaman görüntüden bağımsız bir yapı kurmaya, dinlenebilir filmler yapmaya çalışıyorum. “

(Reha Erdem’in Agos‘tan Tuğba Esen‘e verdiği söyleşiden)

Görüntünün ve sesin kullanım biçimleri, karakterlerin hikayeleriyle iç içe geçiyor, sesler hikayeyi tamamlıyor. Anlatılmak istenen bir mesajı bulma kaygısının peşine düşmeksizin hikaye seyircinin önünde akıyor. Sinemanın olanakları tam da bu akışkanlık içinde kendini gösteriyor. Karakterleri kadar izleyicisine de geniş alanlar bırakan sahneler, boşlukları olan filmleri, farklı şeyler düşünüp söylemek için yaratılmış  alanları içinde barındırıyor. Kurgu içine yerleştirilmiş imgeler, duygular, kelimeler, başka türlü görmeye ve düşünmeye izin veriyor. Karakterlerin hikayeleri, olaylar karşısında gösterdikleri tepkiler ve yansıttıkları duygular kendi hikayelerimizdeki düğümleri ve önyargıları çözmek için bir karşılaşma ya da yüzleşme alanı sunuyor. Ancak söylemeliyiz ki bu alan, öylece hikayenin içine yerleştirilmiş bir şey değil. İzleyicinin hikayesinden bağımsız da değil; çünkü Reha Erdem filmlerindeki hikayelerde, karakterlerin başına gelen olayları yorumlama biçimleri izleyiciden bağımsız değerlendirilemiyor. Bu aslında izlediğimiz filmlerde mesajın, anlatının öylece ortada durmamasıyla ilgili. İzleyici olaylara dahil olup film içindeki ses ve görüntüleri kendi deneyimleri ve birikimleriyle çözümledikçe bir mesaja ya da anlatıya ulaşıyor. İzleyici, bir anlam arama kaygısı taşımazken, kendi hikayesinin köşelerine çarpan bir imge tarafından uyarılıyor. Bir yapboz parçası gibi iç içe geçemeyecek farklı hikayeler, olaylar gezegenin herhangi bir yerinde kendi gerçekliğiyle var oluyor. Reha Erdem, hiç tanık olmadığımız bu gerçekliklerin biz farkında olmasak da birinin mücadelesi olabileceğini gösteriyor. Biriciklik algımız, kendi dışımızdaki hikayelerin tanığı oldukça törpüleniyor.

 

Kosmos

Film, filme adını da veren Kosmos karakterinin Kars’taki bir köye karlar arasında koşarak girmesiyle başlıyor. Filmin ilk sahnesinde rüzgar sesi karakterin hareketleriyle bütünleşiyor. Rüzgarın uğultusu, karakterin koşarken kaçtığı şeyi gizliyor ya da karakterin eylemliliğini vurgulayarak onu varmak istediği noktaya yaklaştırıyor. Böylece Kosmos, onun gibi olmayı hayal dahi edemeyen ve onun gibi yaşama fikrine yabancı insanların arasına karışıyor. Ancak bu homojen bir durum değil. Tüm sadeliğine rağmen kapalı kutuları olan bir karakterden bahsediyoruz. Kosmos, köylüler için kökeni, amacı bilinmeyen ve hoşgörüyle tahammül çizgisinin arasında bir yerde tutulan kimliksiz bir yabancı. Ama gittiği yer neresi olursa olsun, her yabancının kendini anlatabileceği biri vardır. Kosmos ve Neptün isimli karakterlerin de işte bu noktada hikayeleri birleşiyor. İşte o zaman doğanın sesleri şamanistik anlatıyla yeni bir iletişim kanalı oluşturuyor. Kuşların, rüzgarın, ağaç yapraklarının sesi… Neptün ve Kosmos’un aralarındaki iletişimi ören, sesleri besleyen birer çağrışım ve taklit unsuru olarak düşünülebiliyor. Çünkü bu ikilinin arasındaki iletişimi çözümlemek aşina olunana başvurma ihtiyacı hissettiriyor. Belki yabani hayvanların taklit edildiği, belki de doğadaki seslerin yeniden dizildiği bir iletişim kanalı bu. Ancak tanımlanamayan kendini gösterdiğinde, sahne içinde aşina olunan üzerinden bir benzeşim kurma, anlamlandırma ihtiyacı hissediliyor. Peki ya anlam dediğimiz şey köksüzlükten besleniyorsa, aşina olunan sesler bize nasıl yardımcı olabilir?

Beş Vakit

Zaman, insanın gerçekliğinden bağımsız olarak da var olan, insana içkin olmayan bir olgu.  Zamanı mekanın içinde yeniden kurgulayan, çeşitli sembollerle kendiyle ilişkilendiren ise insanın anlamlandırma becerisi. Beş Vakit, insanın bir günü sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olarak çeşitli aralıklara böldüğü gerçeklikten kopuk olmayan günlük olayların da bu zaman dilimleri içine yerleştirildiği bir film. Filmde, insanın sosyalliği, kültürü ile ilişkili olan tanıdık seslerin yanı sıra güneşin hareketiyle değişen seslere, bu seslerin kaynağı olan diğer canlılara kulak verebiliyorsunuz. Çocukların hiçbir şey yapmadan öylece yere uzandığı sahneler size tam da bu alanı sağlıyor. Ses üzerinden tahminler yürüterek bir sonraki sahneyi ses hafızanızı kullanarak çözümleyebileceğiniz bu filmde, izleyici sesle birbirine bağlanmış ve deneyimlerle kurulmuş çağrışımlara da tanık oluyor. Reha Erdem, hiç yabancı olmadığımız döngüler içinde duymaya fırsat vermediğimiz sesleri, bizi bulunduğumuz konumdan özgürleştirerek duyulur kılıyor.

Jîn

Daha ilk sahnelerinde izleyiciyi doğanın büyüleyici güzelliğiyle karşılayan film, belki de ileride sadece filmler sayesinde hatırlayabileceğimiz biyolojik çeşitliliği kayda alıyor. Ancak çok geçmeden duyulan silah sesleri ormandaki hayvanları tedirgin ediyor, akışın içinde bir düğüm gibi ortaya çıkıyor. Filmdeki ana karakter Jîn’in hayat hikayesi, ekofeminizmdeki  tahakküm kavrayışıyla örülmüş çok çarpıcı bir mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadele içinde karşımıza çıkan her bir ses önyargılarımızı ortaya çıkarıyor. Karakterin ormanda ve diğer mekanlarda karşı karşıya kaldığı sesler, izleyicinin kendi türüne karşı beslediği endişeyi, güvensizliği ortaya çıkarıyor. Jîn, “vahşi” olarak nitelendirdiğimiz hiçbir hayvandan zarar görmezken, karşısına çıkan her sesin arkasında kendi türüne duyduğu güvensizliğin ortaya çıkardığı endişeyle yüzleşiyor. Orman, dağ, nehir, görkemli ağaçlar… Kendi türünüze karşı bir sığınak haline gelen şeyler diğer türleri nitelendirdiğiniz kavramlar bu filmde anlamını yitiriyor. Ses, bu filmde güven alanını ve “öteki” içindeki konumunuzu yeniden düşünmenizi sağlıyor.

Koca Dünya

Gezegenimizde her geçen gün tahrip ettiğimiz doğa, bir gün sığınağımız olarak karşımıza çıkabilir mi? Koca dünyada, doğaya dair çok şey yitirdik. Onu kendimizin dışında bir kaynak olarak gördük. Şimdi koca dünyada sığınabileceğimiz tek gerçeklik varlığımızın doğaya bağlı olduğu gerçeği. Filmdeki zaman ve mekan akışına göre değişen hayvan sesleri yaşamın çeşitliliğini hatırlatıyor. Kendi etrafımızı saran olayların dışındaki dinginliği ve telaşı yine hayvanların sesleriyle kulağımıza taşıyor.

Koca Dünya, iki kardeşin aralarında bir duvar gibi duran engelleri aşarak bir ormana sığınmaları ardından yaşadıklarını anlatıyor. İki kardeşin mücadelesi ise ormana gelmelerinden çok önce başlıyor. Anne babalarına ne olduğu hakkında fikir sahibi olamadığımız bu iki kardeş, kökenlerindeki bulanıklığa rağmen birbirlerine tutunuyor. Her birinin hikayesi ormanda birleşiyor.

Filmdeki köksüzlüğü anlatan, belki de en etkileyici anı karşımıza çıkaran yukarıda bir karesini paylaştığımız sahne çok çarpıcı örtük anlamlar barındırıyor. Yüzündeki örtüyle bir anlığına kimliği gizlenen karakterin ormanda ölen yaşlı bir kadının elini tutması, hayattaki mücadelesini sürdürmek için var etmeye çalıştığı bağları temsil ediyor. Ses, korkularımızı daha görünür kılarak hayati fonksiyonlarımızı harekete geçirmeye yarayan bir araçken, sessizlik de tıpkı ölüm gibi döngünün bir parçası olarak kendini gösteriyor.

spot_img

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.