Puslu Kıtalar Atlası’nın yaratım süreci büyüleyici bir serüven. Bu yazıda sizleri, İhsan Oktay Anar’ın derin felsefi arayışlarının ve tarihsel incelemelerinin gölgesinde, kitabın yazım sürecine dair ipuçlarıyla buluşturacağım. Anar, bu eseri yazarken sadece bir hikâye anlatmadı; okuyucuyu, zamanın derinliklerinde bir yolculuğa çıkardı. Peki, bu yolculuk nasıl başladı? Bizleri hangi dünyalar bekliyor? Gelin bu hikâyeyi birlikte keşfedelim, kitabın hem felsefi hem de tarihsel katmanlarına adım atalım. Anar’ın kalemiyle, tarihin ve felsefenin kesiştiği noktaya doğru yola çıkalım.
Dönemin Koşulları: 1990’ların Toplumsal ve Siyasi Atmosferi

“Bu dünya, hakikaten bir hayal, ama her insan bir hakikat olduğunu sanıyor.” (Anar, 1995, s. 34)
1990’ların Türkiye’si, toplumsal dönüşümlerin ve siyasi belirsizliklerin yaşandığı bir dönemdi. Bu dönemde yazılmış olan Puslu Kıtalar Atlası, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde varoluşsal sorgulamaların arttığı bir atmosferde şekillendi. Anar, bu belirsizliklerle dolu ortamda bireysel özgürlüğü, düşünceyi ve yaratıcı bir ruhu ön planda tutarak yazma sürecini şekillendirdi. Bu yıllarda akademik çevrelerde de tarihsel ve felsefi arayışlar ön plandaydı. Anar‘ın bu dönemdeki entelektüel çevrelerle olan bağlantısı, eserine derin bir felsefi ve tarihsel katman kazandırdı. Kitabın temelini oluşturan bu karanlık atmosfer, okuyucuya hem zamanın toplumsal gerçeklerini hem de içsel bir yolculuğa çıkma fırsatını sundu.
Yazarın Kişisel Deneyimleri ve Felsefi Derinlik

“Atlası bulmak isteyen adamın yolculuğu, aslında kendi içine doğru yaptığı bir yolculuktu.” (Anar, 1995, s. 56)
İhsan Oktay Anar, hayatı boyunca felsefi arayışların peşinde koşan bir yazardı. Ege Üniversitesi’nde felsefe eğitimi alması, eserlerine felsefi bir derinlik katar ve insan doğasına dair derin sorgulamalarla dolu bir dünya yaratmasına vesile olur. Anar’ın karakterlerinde, özellikle de Uzun İhsan Efendi‘de, bu felsefi sorgulamaları net bir şekilde görürüz. Uzun İhsan Efendi, gerçeğin ve bilinmezliğin peşinde koşarken okuyucuya da sürekli sorular sorar: “Gerçek nedir?” veya “Bildiğimiz dünya ne kadar doğrudur?” Anar’ın kendi yaşamındaki arayışları, bu karakterin dünyasına yansır ve okuyucuya derin bir içsel sorgulama alanı yaratır.
“Gerçek, rüyalarımızda gizlidir. Uyanıkken rüya görmediğimiz zaman, hayatın gerçeğine de ulaşamayız.” (Anar, 1995, s. 127)
Kitabı okurken, karakterlerin yaşadığı her olayın, yazarın yaşamına dair ipuçları taşıdığını fark edebilirsiniz. Felsefe ve edebiyat, Anar’ın yaşamının ayrılmaz parçalarıdır ve bu iki alanın birleşimi, kitabın benzersiz yapısını oluşturur. Kitabı okurken, Anar’ın hayatı boyunca düşündüğü, hissettiği ve deneyimlediği her şeyin sayfalara nasıl aktığını görmek mümkündür.
Esin Kaynakları: Tarihi ve Mitolojik Derinlikler

“Zaman, hiç durmadan yol alan bir derviş misali, geride bıraktıklarının üstünü tozla örtüyor.” (Anar, 1995, s. 65)
Anar’ın yarattığı dünya, sadece kişisel deneyimlerin bir yansıması değil; aynı zamanda Osmanlı Tarihi, felsefi metinler ve mitolojik anlatılarla doludur. Anar, Osmanlı Dönemi’ne duyduğu hayranlık ve tarihsel olaylara olan ilgisini, Puslu Kıtalar Atlası’nda ustalıkla birleştirir. Eserde, Osmanlı İstanbul’u, hem fiziksel hem de ruhsal bir zemin olarak kullanılır. İstanbul’un dar sokakları, yükselen kubbeleri ve gizemli atmosferi, okuyucuyu tarihin derinliklerine sürükler. Ancak bu tarihi atmosferin yanı sıra, Anar’ın metinlerinde sıkça karşılaştığımız mitolojik öğeler esere bambaşka bir boyut kazandırır. Mitler ve efsaneler, Anar’ın dünyasında sadece birer hikâye değil, aynı zamanda derin bir anlam arayışının sembolleridir.
Eserde kullanılan dil de bu derinliği tamamlar nitelikte. Anar’ın kalemi, okuyucuyu hem Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi dokusuna hem de mitolojik derinliklerine sürüklemektedir. Kitap, sadece bir roman değil, aynı zamanda geçmişin mistik atmosferine yapılmış bir yolculuktur.
Kitabın Kaleme Alınışı: Zamanı Aşan Bir Yolculuk

“Kendimi hiçliğe doğru sürüklerken fark ettim ki, evrenin sırrı da burada saklıydı.” (Anar, 1995, s. 112)
Puslu Kıtalar Atlası, sadece geçmişin izlerini taşıyan bir roman değil; aynı zamanda İhsan Oktay Anar’ın kendi zaman algısını ve dünyaya bakışını yansıtan bir eserdir. Kitabın yazım süreci, detaylı bir araştırma ve titizlikle örülmüş bir kurgu olarak karşımıza çıkar. Anar, kitabı kaleme alırken tarihe dair derin araştırmalar yapmış ve birçok farklı kaynağı incelemiştir. Osmanlı arşivlerinden alınan belgeler, eski haritalar ve felsefi metinler, kitabın yapısını şekillendiren temel unsurlardan bazılarıdır.
Anar’ın bu titiz çalışmaları, kitabın atmosferini ve tarihsel doğruluğunu pekiştirir. Ancak kitabın yazım süreci sadece tarihe dayanmakla kalmıyor, yazarın kendi içsel yolculuğu da bu sürecin bir parçası haline geliyor. Anar, sadece bir hikâye anlatmakla kalmaz; kendi varoluşsal sorgulamalarını, felsefi arayışlarını ve hayatın anlamına dair düşüncelerini de sayfalara döker. Bu süreç, kitabın yazımını zamanın ötesinde bir yolculuğa dönüştürür.
Kaynakça
- Anar, İhsan Oktay, Puslu Kıtalar Atlası, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995.


