Kimi zaman birine duyduğumuz tepki, o kişiden çok, içimizde çözümlenmemiş bir duyguya aittir. Hayat, bizi çoğu zaman başkalarının aynasında kendimizle karşılaştırır. Farkında olmadan taşıdığımız bir öfkeyi, kıskançlığı ya da suçluluğu, karşılaştığımız insanların üzerine yansıtırız. Bu, zihnin karmaşık ama oldukça yaygın bir savunma biçimidir, projeksiyon… Kimi zaman bizi korur, kimi zaman ise gerçekliği çarpıtarak ilişkilerimize zarar verir. Peki, bu yansımalara ne kadar dikkatle bakıyoruz?
Bazen biriyle karşılaşırız ve ondan aniden rahatsızlık duyarız. Sanki bizde olmayan bir kibri, bizde bastırılmış bir öfkeyi ya da görmezden geldiğimiz bir zayıflığı taşıyordur. O kişiye bakarken aslında kendimize bakıyor olabilir miyiz? İnsan zihni, kendine ait olanı başkasına yüklemenin sayısız yolunu bulur. Yargı gibi görünür, ama çoğu zaman kendinden kaçıştır. Kabul edilemeyen her duygu, bir yerden sızar; en çok da bir başkasının yüzünde belirir. Belki de gerçekten görmek istemediğimiz şey, içimizdedir.
Projeksiyon Nedir? İçsel Gerçeklikten Dış Dünyaya Yansıyanlar

Projeksiyon, kişinin kendinde görmek istemediği duygu, düşünce veya niyeti bilinçdışı bir biçimde başkalarına atfetmesidir. Sigmund Freud’un tanımıyla bu, egonun savunma için başvurduğu bir çarpıtma yoludur. Kişi, kendisinde bastırdığı öfkeyi, saldırganlığı ya da kıskançlığı başkasında “görerek” onu kendinden uzaklaştırır. Bu yolla suçluluk, utanç gibi zorlayıcı duygulardan kurtulmaya çalışır. Ama bu sadece geçici bir rahatlamadır. Çünkü yansıtılan şey aslında hâlâ içeridedir ve fark edilmediği sürece farklı şekillerde kendini göstermeye devam eder.
Anna Freud’a göre, bu tür savunma mekanizmaları yalnızca bireysel çatışmalarla baş etmek için değil, aynı zamanda sosyal ilişkileri sürdürebilmek için de devreye girer. İnsanlar, toplum içinde kabul görmek adına bazı yönlerini bastırır ve bu bastırılmışlık, sonunda başkaları aracılığıyla yeniden ortaya çıkar. Örneğin, sürekli çevresindeki insanları çıkarcı olmakla suçlayan birinin kendi benliğinde bastırdığı bencillik ihtimalini düşünmemiz gerekir. Projeksiyon, bir aynadır; ama camını bulanıklaştırır.
Sorun Kimde?: Projeksiyonun İlişkilerdeki Rolü

Projeksiyon, ilişkilerde sıkça karşımıza çıkar. İnsan kendi içsel çelişkilerini çözmek yerine, karşısındaki kişiye yüklemeyi tercih ettiğinde, gerçek bir bağ kurmak da mümkün olmaz. Melanie Klein, erken çocukluk döneminden itibaren bireyin zorlayıcı duygularla baş etmek için bu yola başvurduğunu ve kimi zaman “iyi” ve “kötü” imgeleri ayrıştırarak dışsallaştırdığını belirtir. Bu, yalnızca bireyler arası çatışmalara değil, toplumsal kutuplaşmalara da zemin hazırlar. “Biz doğruyuz, onlar yanlış” söylemi de bir çeşit toplumsal projeksiyondur.
Heinz Kohut’un narsistik yaralanma kavramı önemlidir. Kendi değersizlik duygusuyla baş edemeyen kişi, eleştiriyi tolere edemez hale gelir ve eleştireni “kötü”, “haset” ya da “anlayışsız” olarak etiketler. Oysa bu tepkilerin kökeninde bireyin kendi benlik değeriyle kurduğu kırılgan bağ vardır. Kendiyle teması kaybetmiş biri, başkalarında yalnızca parçalanmış yansımalar görecektir.
Günlük hayatta bunun örneklerini görmek zor değil: İnsanların ilişkilerde sürekli “beni anlamıyor” dediği yerlerde, çoğu zaman kişinin kendi duygularını tam olarak anlamadığı görülür. Karşısındaki kişiye duyduğu öfke, aslında kendine duyduğu hayal kırıklığıdır.
Yansıtmayı Fark Etmek: Kendi Payımızı Görebilmek Mümkün mü?

Projeksiyonun en temel özelliği, bilinçdışı olmasıdır. Bu yüzden fark edilmesi zordur. Ama imkânsız değildir. Birey, kendi tepkilerini gözlemlemeye başladığında, projeksiyon ihtimaliyle yüzleşebilir.
Sürekli başkalarını “yargılıyor” musun? Hep aynı tür insanlardan mı şikâyet ediyorsun? Karşındakilerin seni “saldırgan”, “kıskanç” ya da “soğuk” olmakla suçladığını düşündüğün oldu mu? Bu gibi sorular, yavaş yavaş kendi iç alanımıza dönmemiz için birer ipucu olabilir.
Carl Rogers’ın “koşulsuz kabul” yaklaşımı, kişinin iç dünyasını açıkça görmesi için güvenli bir zemin yaratır. Kendine karşı yargılayıcı olmadan bakabilmek, projeksiyonları azaltır. Çünkü yargı, savunmanın en rafine halidir. Fakat şefkatli bir bakış, saklı olanı görünür kılar.
Modern psikoloji bu süreçte bilinçli farkındalık (mindfulness), içsel gözlem ve terapi gibi araçlarla bireye destek olur. Her öfke anında kendine “Bu bana neyi gösteriyor?” diye sormak, başkalarından çok kendine yaklaşmanın bir yoludur. Projeksiyon yalnızca zihinsel bir mekanizma değil, aynı zamanda ruhsal bir çağrıdır: Görmek istemediğini fark etmen için seni zorlayan bir işarettir.
Bir Soru
Her insanda bir karanlık yan vardır. Ama bazıları o karanlığı kendi içinde taşır, bazıları ise başkalarının üzerine yansıtır. Belki de en samimi soru şudur:
Karşımızdakine gerçekten bakıyor muyuz, yoksa kendimizden mi kaçıyoruz?
Kaynakça
Freud, Sigmund. The Ego and the Mechanisms of Defence. Translated by Joan Riviere, Hogarth Press and the Institute of Psycho-Analysis, 1936.
Freud, Anna. The Ego and the Mechanisms of Defence. Revised ed., Karnac Books, 1993.
Klein, Melanie. Envy and Gratitude and Other Works 1946–1963. Free Press, 1975.
Kohut, Heinz. The Analysis of the Self: A Systematic Approach to the Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders. University of Chicago Press, 1971.
Rogers, Carl R. On Becoming a Person: A Therapist’s View of Psychotherapy. Houghton Mifflin Harcourt, 1961.
Kapak görseli: imankhan