Modernizm akımının eksikliklerini kapatmaya yönelik ortaya çıkan postmodernizm, mimarlık alanında başlayıp sanatın diğer bütün alanlarına sirayet eder. 1960’larda sanat akımı olarak kendini tanıtmış olup 1980’li yıllarda tamamen kabul ettirmiştir. Modernizmin, Aydınlanma Çağı ile birlikte akıl ve bilim merkezli bir akım haline gelmesi; kiliselerin, dini görüşlerin, Orta Çağ’a ait siyasi ve sosyal yapıların yeniden sorgulanmasına sebep olur. Gelenekselliğin karşısında duran modernizm, toplumsal yapıyı yeniden düzenlemeyi hedefledi. Modern hayata geçen toplum, günden güne bireyselleşmekte, yalnızlaşmakta, güven problemleri yaşamakta ve yabancılaşma çekmekteydi. Postmodernizm ise tam olarak bu noktaya karşı çıkmaktaydı. Kimlik bunalımına girmiş olan toplumun en karanlık günlerinde adeta güneş gibi doğmuştu.
Edebiyatta Postmodernizm

Modern yaşamın tabularını yıkmak için ortaya çıkan postmodernizm, edebiyat alanında en çok romanda etkili oldu. Modern ve klasik edebiyatın tam karşısında durarak bütün kuralları yıktı. Temel özellikleri arasında üstkurmaca tekniği, metinlerarasılık ve çoğulcu yaklaşım bulunurken gizem ve entrika, iki ana kavram olarak karşımıza çıkar. Postmodern romanlar; kurmaca ve gerçek arasındaki farkı ortadan kaldırmak, estetik değerlerin karşısında durmak, okuyucuya büyük soru işaretleri bırakmak, dili olağanın dışında kullanarak okuyucuya yabancılık çektirmek, bireyin ruh halini bütün karmaşıklığıyla okura sunmak ve bu sayede okur ile romanın kahramanı arasında gizli bir diyalog oluşturmak gibi kurallarla ortaya çıkar. Olay temalı romanlara alışkın olan okur, bilinç akışı tekniğine ilk başta yabancılık çekse de buna adapte olanların sayısı da oldukça fazladır. Karakterin ruh halini, aklından geçenleri, duygusal durumlarını, içindeki karmaşayı empati kurarak içselleştiren okurlar için tadına doyum olmayacak bir haz yaşatma görevini üstlenir.
Postmodernizmin Dünya Edebiyatı’ndaki temsilcisi Italo Calvino, edebiyata çığır açan yenilikleriyle damgasını vurdu. Hayal gücünün sonsuzluğunu eserlerine aktarışı akımın temsilcisi olduğunu kanıtlar nitelikte. Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu romanı kullandığı dil ve kurgusu bakımından postmodern edebiyatın başyapıtı konumuna yerleşti. Okurun, kendini aniden kitabın baş karakteri olarak bulduğu bu kitapta, yazarın aslında anlatmak istedikleriyle sizin çıkardığınız anlamlar birbiriyle çarpışır. Sorgulamaların içinde kaybolduğunuzu anladığınız an, kitabın son sayfasına gelmiş ve kendinizi bulmuş olursunuz. Italo Calvino bu yolculuğu kitabın girişinde belirtiyor: “Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı yeni romanını okumak üzeresin. Rahatla. Toparlan. Zihnindeki bütün düşünceleri kov gitsin. Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin.”
Türk Edebiyatı’nda Postmodernizm

Edebiyatımızda bu akımdan etkilenen popüler yazarlarımız arasında Orhan Pamuk, Oğuz Atay, Bilge Karasu, İhsan Oktay Anar ve Latife Tekin sayılabilir. Toplumun alışkın olmadığı bir sanat anlayışını benimseyen yazarlar, ilk başta rağbet görmese de zamanla bu sanat anlayışına kendini alıştıran bir okur kitlesine sahip olmuşlardır. Oğuz Atay’ın günlüğüne yazdığı “Neden romanlarımı kimse okumuyor?” notu hüzünlü bir isyan olsa da, günümüzün hâlâ en popüler yazarları arasında olduğu gerçeği, sanat anlayışının benimsendiğinin en önemli göstergelerinden biridir.
Postmodern yazarlar, okurdan bir beklenti içerisinde eserlerini kurgularlar. Söylemediklerini anlamalarını ya da söylediklerinin özünde ne anlama geldiğini fark etmelerini, zamanın değişen çizgisine ayak uydurmalarını, olaysızlığın içindeki olayları yakalamalarını ve arada kaynayan olaylara hakim olmalarını, her bir karakterin iç dünyasını bilmelerini beklerler. Okur, yazarın eksik bıraktıklarını tamamlayan ikinci kişi konumunda olmak zorundadır.
Postmodern Romanlar
Kara Kitap – Orhan Pamuk
“Aslında, insanın artık hiçbir zaman hikayenin aslı hangisidir, hayatın aslı hangisidir anlayamayacağını anlattım. Çünkü aslında, her şeyi unuttuğumu, her şeyi unuttuğumu, her şeyi unuttuğumu anlattım.”
Orhan Pamuk‘un en popüler kitaplarından biri olan Kara Kitap, yazarın dünyaca tanınmasına sebep olan başlıca kitabıdır. Şeyh Galip‘in ünlü eseri Hüsn-ü Aşk‘ın günümüz uyarlaması olarak okurun karşısına çıkan kitap, pek çok tanındık ismin kitaptaki karakterlere bürünmüş halidir. Mevlana’dan Oğuz Atay’a kadar çokça ismin karakterlere yansımış halini bulmak mümkün. Doğu ve Batı sentezini büyük başarıyla işleyen Pamuk, kurduğu metinlerarasılık ile dünya çapında övgüleri toplar.
Kaybolan eşinin ardından onu bulma savaşı içerisinde tamamen kendini kaybeden Galip’in yaşadıklarına tanıklık ediyoruz bu kitapta. Eşini bulmak için verdiği mücadelede, küçüklüğünden beri hayranı olduğu eşinin abisi Celal’in yerine geçen Galip, bir süre sonra herkes tarafından Celal olarak kabul görmeye başlar. Celal’in evini, kıyafetlerini, yaşayış tarzını, yazılarını hatta ruh halini bile benimser. Çevrilen sayfalar ile beraber Galip’in artık eşini bulmaktan vazgeçişine şahit olurken içsel dünyasına doğru bir yolculuğa çıkılır. Özünden tamamen uzaklaşan Galip’in bu süreçte yaşadığı ruhsal savaşlar okuyucuyu derinden etkilerken aynı zamanda okurun “kendin olmak” fikri üzerine de çok fazla gerçekle yüzleşmesine yol açar.
Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar
“Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.”
İhsan Oktay Anar‘ın ilk romanı olan Puslu Kıtalar Atlası, postmodern roman özelliklerine sonuna kadar maruz kaldığımız bir roman olarak karşımıza çıkar. Yazar bu kitabında din, tarih, efsane gibi başlıklardan çok fazla yararlanır.
Gerçek ve düş kavramlarına oldukça kafa yoran baş karakter, gerçeği yok sayarak o gerçek yerine, sürekli kurulan düşlerin bir gün istenilen gerçekliğe ulaşacağına inanır. Düşüncelerin kendisini bir sonuca ulaştırıp ulaştırmayacağı konusunu sürekli olarak zihninde döndürerek hayatı yeniden tasvir eden karakter, kimileri için rehber niteliğinde kitaplar ortaya çıkartır.
İkilemeler arasında kaybolmanızı sağlayan kitap, yazarla okur arasında bir oyuna dönüşecek adeta. Gerçek ve hayalin aslında ne ifade ettiği, bu defa İhsan Oktay Anar‘ın penceresinden okurla buluşur.
Tutunamayanlar – Oğuz Atay
“Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım, kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.”
Postmodern romanların ülkemizdeki başyapıtı olan Tutunamayanlar, aynı zamanda ülkemizdeki ilk postmodern roman olma özelliğini taşır. İlk olmasının yanı sıra başyapıt ünvanını almış olmasıysa tamamen Oğuz Atay‘ın benzersiz dili ve kurgusunda saklıdır. Anlatım tekniğinin tek bir teknikle sınırlı kalmaması, toplumsal yapıyı eleştiriş şekli ve kullanılan dil bakımından bütün övgüleri toplayan bir eser.
İntihar eden arkadaşı Selim Işık’ın ardından bu durumu sorgulamaya başlayan Turgut Özben, Selim’in bütün arkadaşlarıyla teker teker tanışır ve onlardan durum hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışır. Her arkadaşının bir yönünü Selim’le bağdaştıran Turgut, arkadaşının gerçeğini bu izler sayesinde öğrenir. Arkadaşının hayatta tutunacak tek bir dalı olmadığı gerçeğiyle yüzleşen Turgut, onun topluma ayak uyduramayan tarafını gözden kaçırır. Arkadaşı için yüzleştiği her gerçek kendisinde derin ve onarılmaz yaralara yol açacaktır.
Karakterlerin hayatla olan ilişkisinden her okuyucunun kendinden izler bulacağı bu roman, adı gibi hayata tutunamayanların buluştuğu bir adres.
Kaynakça
www.sanatlaart.com “Türk Edebiyatında Postmodernizm: Giriş” web
www.edebifikir.com “Kısaca Postmodern Edebiyat” web