Portre Fotoğrafçılığında Karakter Yakalamak

Editör:
Esra Şahin
spot_img

Önce bilimsel bir icat olarak sonra -zamanla gerçekliğinden ve hatta varlığından yitiren- hafızanın yerini alan bir belgeleme yöntemi olarak; şimdilerdeyse ilgi çeken sanat olarak karşımıza çıkan fotoğraf, Elio Montanari tarafından “Fotoğraf esasen ışıkla yazmaktır” şeklinde ifade edilmiştir.

Kelimenin kökenine baktığımızda, Yunanca φωτός (fotos), “ışık (gök cisimlerinin)“, “aydınlık“ ve γράφειν (grafein), “çizmek“, “kazımak“, “yazmak” kelimelerinin birleştirilmesiyle; ışık yardımı ile iz bırakmak anlamı kazandığını görmekteyiz.

Fotoğraf Nesnesi ve Anlatım Dili

Deklanşörle yakalanan, fotoğraf nesnesinin ışığa çıkması sayesinde içindeki güzelliğin görünür kılınmasıdır. Fotoğrafın yapısındaki bilimsel çözümlemeye biraz daha yakından bakacak olursak; ışığa duyarlı nesnenin üzerindeki ışık hareketidir temelde. Bütün foto-kimyasal süreçler basitçe bu ilkeyle açıklanmaktadır.

Bu ilkeden yola çıkan Charles Sanders Peirce, fotoğrafın dizinsel değeri olduğunu söyleyerek, fotoğraftaki göstergenin sadece bir işaret olmadığını kasteder: O artık alıntılananın gerçek izlerini sürerek beraberinde getiren bir dizin öğesi, anlatım öğesi olmuştur. Öyleyse ifade biçimi, kelimeden tamamen ayrı işleyen fotoğrafı görsel dile çevirme süreci hakkında ne söyleyebiliriz?

Tıpkı gölgenin gövdeye olan bağlılığı gibi, anlam da bağlı olduğu ile birlikte çevrilir. Bunu sadece odağı değiştirme ya da göz ardı etmeye alıştığımız olguların farkındalığını yenileme yolu olarak değil, ayrıca bir çeşit sorgulama yöntemi olarak ele almalıyız. Anlamlandırılamayanın anlam kazandığı, bir yüzün yeniden çizildiği, güneşin doğuşuna, yağmurun yağışına tekrar tekrar şahit olunduğu bir yöntem.

Kendi kayboluşuna, bozuluşuna, değişimine adanan bir an, akış içinde tetiklenir. Bir ihtimal farkına vardıysak böylesine kısa bir zamanın dünyevi nesnelerle birleşiminin yazdığı; ‘kimi zaman kasvetli bir ton sarmalında sonun kaçınılmazlığı ve tamama erdirilen bir hiçlik duygusunu; kimi zaman tüm hücrelerimizle sonsuza kadar içinde bulunmak istediğimiz anın, hatıranın ölümsüzleşmesinin mutluluğunu’ okuma ve kaydetme şansına ulaşırız. Öyleyse, “imge/görüntü”ye dönüşen, hayattır.

Portre fotoğrafçılığı sayesinde pek çok hayattan, vizöre takılan birbirinden farklı karakterler ve onların hikayeleri bizler gibi başka hayatlarla buluşturulmuştur.

Victoria Dönemi’nde Ruhsal İzlenim Arayışı

Julia Margaret Cameron’dan Sir John Herschel’e, 31 Aralık 1864.

19. yüzyılın en önemli ve yenilikçi fotoğrafçılarından biri olan Julia Margaret Cameron, yaşamı boyunca alışılmadık teknikler kullanması nedeniyle eleştirilmiş olsa da kompozisyonlarının güzelliği ve fotoğrafçılığın bir sanat formu olup olmadığı tartışmalarının en alevli döneminde sanata olan inancı nedeniyle günümüz portre fotoğrafçılığının öncülerinden biri.

Cameron’ın fotoğrafları son derece yenilikçiydi. Kasıtlı olarak odak dışıydı ve çoğu zaman çizikler, lekeler ve parmak izleri gibi sürece dair diğer izleri de içeriyordu.

JFW Herschel, fotoğraf, Julia Margaret Cameron, 1867, İngiltere. Müze no. 1144-1963. © Victoria ve Albert Müzesi, Londr

Cameron’u diğer fotoğrafçılardan ayıran şey de tam olarak buydu, fotoğraflarının teknik kusurlarının olması. Bazıları özellikle odakları ayarsız, ışıkları yetersiz çekilmişti, bazıları ise yumuşak ve son derece pitoreskti, yani kendi başına bir tablo konusu olmaya değecek güzellikteydi. Soft Focus ismini verdiği bu teknikle romantikleştirilmiş, sepya tonlu, Victoria dönemine ait portreler çekti.

Charles Hay Cameron, fotoğraf, Julia Margaret Cameron, 1871, İngiltere. Müze no. 33-1939. © Victoria ve Albert Müzesi, Londra
Büyük Çocuğum Archie Eugene Cameron’un Oğlu RA, 2 yaş ve 3 aylık, fotoğraf, Julia Margaret Cameron, 1865, İngiltere. Müze no. 45159. © Victoria ve Albert Müzesi, Londra

Fotoğraf karelerinde derin bir görselleştirme kapasitesi vardı ve görüntüleri, seçtiği deneklerin kişiliklerini aydınlatıyordu. Buna “fotoğrafta ruhsal izlenimler aramak” diyordu. Kısa süreli fotoğrafçılık kariyerinde çoğunlukla kadınlara ve onların yüceltilmesine odaklandı.

Aynı zamanda şairler Alfred Lord Tennyson ve Robert Browning, ressam George Frederic Watts, astronom John Herschel ve bilim adamı Charles Darwin gibi seçkin erkeklerin de portrelerini çekti.

Alfred Tennyson with book, by Julia Margaret Cameron
Robert Browning by Margaret Cameron

En bilinen fotoğraflarından biri de, Virginia Woolf’un annesi olan Julia Jackson’ın portresi; “Niece Julia”dır.

My Niecce Julia by Magaret Cameron

Önüme gelen tüm güzellikleri tutuklamayı arzuluyordum ve sonunda bu özlem tatmin oldu” diyen Cameron; teatral yapaylıklarıyla büyük beğeni toplamış, canlı tabloları aratmayan fotoğraflarıyla bir parçası olduğu toplumun, sembolizm ve duygusallık arzularını da doyurmuştur.

“Siyah Güzeldir” Hareketinin Katalizörü

“Beyoncé’den Barack Obama’ya, şöhretlerini bir bakıma “Siyah Güzeldir” anlayışına borçlu olmayan bir siyahi figür düşünmek zor.” -Ekow Eshun, Financial Times

17 yaşındaki Kwame Brathwaite, ırkçı bir cinayet sonucu öldürülen 14 yaşındaki Afro-Amerikalı çocuğun işkence görmüş cesedinin sarsıcı fotoğraflarını gördükten sonra fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı. Fotoğrafların gücünü fark etmişti; insanların öfkesinin eyleme dönüştüğünde, bir fotoğrafın ülkenin siyasi yaşamının gidişatını nasıl yeniden çizebileceğini…

Till Mamie on her knees

Ağabeyi Elombe Brath ile Afrika merkezli politikayı Siyah estetiğiyle birleştirme yönünde; caz, fotoğraf, tasarım, dans, moda ve Pan merkezli kendilerine ait bir hareket başlattılar. Harlem ve Bronx’ta yaptığı gösterileri tanıtımları sırasında genç bir adamın karanlık, dumanlı kulüpte flaş kullanmadan fotoğraf çektiğine tanık oldu. Çok geçmeden bunu kendisi denedi ve orta formatlı bir kamera kullanarak, mevcut ışığı yönetmeyi, gölgeye hükmetmeyi öğrendi.

1950’lerden başlayarak yetmiş yıl boyunca siyahların yaşamını kayıt altına alacak olan öncü fotoğrafçı Kwame Brathwaite’in kariyerinin bu ilk yıllarında kamerası müziği takip ediyordu. Tutkulu bir caz hayranı ve amatör müzisyen olarak Brathwaite, kamerasının en etkileyici anları ne zaman yakalayacağını dolaylı olarak biliyordu.

Daha geleneksel bir caz fotoğrafının piyanist Monk’un tuşlar üzerindeki parmaklarına sabitleneceği yerde Brathwaite, alışılmadık bir açıyla, aksi durumda dikkatten kaçabilecek daha ince hareketlere dikkatimizi çekiyordu: Monk’un enstrümanına hitap ederken dirseğinin kıvrımına, çalarken mırıldanışına bizi ortak eden dudaklarındaki açıklığa, aşağıya bakan mest olmuş bakışlarına…

Kwame Brathwaite (photograph), The pianist Thelonious Monk performing at the Randalls Island Jazz Festival in 1959

Marcus Garvey’in yazılarından ve Carlos Cooks’un öğretilerinden ilham alarak fotoğraflarıyla, 50’lerin sonu ve 60’ların başında Siyah Güzeldir Hareketi için görsel bir uvertür yarattı.

Brathwaite’in geniş vizyonunda “Siyah Güzeldir“, hiçbir zaman siyahın sadece güzel olduğu anlamına gelmediği gibi, beyaz ırk üstünlüğünü savunanların hayal gücündeki siyahlığın küçümsenen imajını ortadan kaldıracak düzeltici bir slogan olarak da kullanılmadı. Aksine Brathwaite’in tebaasının gözleri bize kıtaları aşan, köleliği, özgürleşmeyi ve devam eden mücadeleyi kapsayan yaşanmış bir deneyimden doğan, zor kazanılmış bir bilgelikten söz eden asilzadelikle bakıyor; siyahlığın kendi doğallığındaki güzelliği hayretle gündeme getiriyordu.

Kariyeri boyunca Miles Davis ve John Coltrane‘in caz performanslarını kaydetti; kamerasını kulüpten sokağa çıkarıp Harlem, Bronx ve ötesindeki siyahların yaşamını belgeledi; 1994’te Nelson Mandela’nın göreve başlama törenini fotoğrafladı. Ayrıca kamerasını sporcuların, müzisyenlerin ve modellerin yanı sıra sıradan insanlara da yöneltti.

Muhammed Ali, Kongo, 1974 by Kwame Brathwaite

Kwame Jr. babası hakkında şunları söylüyor: “Bir fotoğrafçı olarak, canlandırdığınız şeyin her zaman kontrol altında olduğunu ancak aynı zamanda her zaman o kişinin gerçeğine doğru ilerlediğinizi anlamıştı.” “Her zaman o parıltıyı, o içsel ruhu arıyor. Bu onun ustalığıydı.”

Merceğin Arkasındaki Gizemli Dadı

Kimliğini gizli tutma konusunda kendini bir casus olarak tanıtacak kadar ileri giden “Miss V. Smith”, diğer bir deyişle “Bayan Hiçkimse” sanatının izi bir dedektif titizliğiyle sürülmeksizin öğrenilmesi mümkün olmayan bir hikayeyi miras bıraktı bu dünyaya. Adı Vivian Maier olan hikayeyi…

Kim olduğunu ortaya çıkarmak için sanatından başka hiçbir iz bırakmasa da hayat hikayesi sanatını fazlasıyla belirlemiş olduğundan, fotoğraflarındaki her biri birbirinden önemli satır aralarını -ayrıntıları- okuyarak hala boşluklarla dolu olan hikayesini incelememiz için bir yol çizmişti adeta. Tabii ki fotoğraflarıyla.

‘Fotoğraflarına bakarak, Vivian’ın neden hoşlandığını, neyi iğrenç ve neyi gülünç bulunduğunu çıkarabilirsiniz, her şey orada fotoğraflarında duruyor. Sokakta ilgisini çeken şey her neyse dosdoğru ona gidiyor ve onu –makinasıyla- koparıp alıyor, çünkü onlar zaten Vivian Maier’e ait…’ şeklinde çok haklı bir yorumda bulunmuş sokak fotoğrafçısı Joel Meyerowitz. Fotoğraflarında, Vivian Maier’in bütün duyarlılıklarını, gizlediklerini açığa vurmak istediği bir tarafını görüyoruz.

Kız çocuklarının ellerinden tutan kadınları ve bu çocukların masum sarılışlarını çekmiş.

Genç, yaşlı, şık, bakımlı, kürklü, tüllü şapkalı kadınları çekmiş. Şişman, yoksul, bakımsız, çalışan işçi kadınları ve kapı aralarında sohbet eden kadınları da. 1956’da mesela, New York’ta bir caddenin ortasında kavga ederken polisin müdahale ettiği Ermeni kadın da var fotoğraflarda, kara çarşaflı kadınlar da.

Sokak çocukları, koltuk değnekli sakat dilenciler, evsizler, alkolikler, kimsesizler…

Bütün yüzü ve başı ağır bir yanığın izlerini taşıyan bir adam telefon kabininde yakalanmış objektifine.

Metroda birbirinin omzunda uyuyakalan çiftler ve arka sokaklardaki bıçkın delikanlılar, sokakta çocuğunun ayakkabısını düzgün giydirmeye çalışan iyi giyimli bir baba.

Maier insanları ve sokakları insanlara ait kılan her tür malzemeyi, 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin ve 90’ların gündelik hayatının yaşandığı her köşeyi ayrı bir tutkuyla fotoğraflamış. Hem zamandan hem de kendinden izler bırakmış. Başka hayatlarla oluşturduğu kompozisyonlarla duygularını, düşüncelerini aktaran Maier aynı zamanda çok sayıda otoportre de çekmiş. Su birikintisi, araba aynası, kapı tokmağı, pencere ve vitrin camı gibi her yansıtıcı yüzeyde kendi yansımasını ve kendi koca gölgesini fotoğraflamış.

“Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Diğer insanlar için yer açmalıyız. Bu bir döngü. Binersin ve sonuna kadar gidersin. Yerini bir başkası doldurur. Şimdi ben üzerime düşeni yapmak için bunu kapatıp, hızla bir sonraki kapıya koşacağım.”
— Vivian Maier

 

Kaynak:

Aperture, Kwame Brathwaite’s Photographs of the Black is Beautiful Movement. web

Autre Magazine, The Skirball Cultural Center Presents Black Is Beautiful: The Photography of Kwame Brathwaite in Los Angeles Autre Magazine. web

Bianet, Tarih Kutusundaki Sır: Vivian Maier. web 

e-Skop | E-Dergi, Sanat Tarihi, / Kaleydoskop / Siyah Güzeldir: Kwame Brathwaite’in Portreleri. web

İFSAK Blog, Görsel Hikâye Anlatıcılığında Portrenin Gücü. web

Lomography, 2011, Best of the Best: Julia Margaret Cameron. web

Salt | Kültür, Sanat ve Araştırma Kurumu, Fotografik Nesnenin Belgesel Niteliği Üzerine Notlar | SALT. web

Salt | Kültür, Sanat ve Araştırma Kurumu, In Conversation: Catherine David & Elio Montanari | SALT. web

The Burning Spear, Black Is Beautiful: A homage to photographer Kwame Brathwaite – The Burning Spear. web

The New York Times, Kwame Brathwaite, 85, Photographer With a Lens on Black Pride, Is Dead. web

The Woodstock Whisperer, Emmett Louis Till | The Woodstock Whisperer/Jim Shelley. web

Victoria and Albert Museum, Julia Margaret Cameron – an introduction V&A. web

Victoria and Albert Museum, Julia Margaret Cameron · V&A. web

Vivian Maier Photographer, About Vivian Maier | Vivian Maier Photographer. web

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Amerikan Edebiyatında 4 Yalnız Kahraman

Amerikan edebiyat tarihinin en önemli temsilcileri haline gelmiş kahramanlarımızın ne kadar soyutlanmış bireyler olduğunu farketmiş miydiniz?

Editor Picks