Türkçe’ye Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi olarak çevrilen filmin yönetmen koltuğunda Queer ve Feminist sinemacı Céline Sciamma oturmuştur. Filmin başrollerini; Noémie Merlant ve MeToo hareketinin Fransa’da yayılmasını sağlayan Adèle Haenel paylaşmaktadır. Onlara Luàna Bajrami ve Valeria Golino eşlik etmiştir. Film; Cannes, BAFTA, EDA gibi pek çok festival ve akademi yarışmalarından ödüllerle dönmüştür. Konusunu kısaca özetleyecek olursak; 18. Yüzyılın sonlarında evlendirilmek istenen bir kadının ve onun portresini çizmesi için görevlendirilen bir ressamı konu alır. Kadın evlenmek istemediği ve önceden çizilen resmini sildiği için bunun gizlice yapılması gereklidir. Ressam ona sadece yürüyüşlerinde eşlik edecek biri olarak tanıtılır.
Film pek çok açıdan incelenebilecek bir eser. Bizler de onu iktidarı ve eril bakışı nasıl işlediği ve filmde de bahsi geçen Orpheus’un öyküsü üzerinden inceleyeceğiz.
-
İktidar ve Eril Bakış
Film bir resim kursunda açılır. Marianne adlı karakter kursu alanlara açıklama yapmaktadır: Önce dış hattı çizin. Daha sonra ana hatta geçin acele etmeyin. Önce bana iyice bakın… Daha sonra arkada duran tabloyu fark eder. Sanki bir sırrı açığa çıkmış gibi tabloyu kimin çıkardığını sorgular. Daha sonra öğrencilerine tablonun adının Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi olduğunu söyler. Bu sırada geçmişe gideriz. Marianne bir sandalda yolculuk yapmaktadır. Sandalda yolculuk eden tek kadın olarak hemen izleyicinin gözüne çarpar. Fırtına çıkıp sandığı denize düştüğünde hiç tereddüt etmeden atlar ve alır. Bu sırada sandaldaki diğer yolcular ona sorgulayıcı şekilde bakmaya devam ederler.
Adaya indiğinde tekrar onu sandığını taşırken görürüz. Yardımcı kapıyı açtığında ilk başta tıpkı yolcular gibi sorgulayıcı baksa da daha sonra bu bakış yerini meraka bırakır. Aralarındaki sohbetten Marianne’nin ressam olduğunu ve evin sahibi kadın tarafından çağırıldığını öğreniriz. Kızı Héloïse’nin portresini Milano’daki bir asile gönderecektir. Eğer portre hoşuna giderse kızı onunla evlenecektir. Konuşmanın devamında aslında evlecek olan kişinin Héloïse’nin ablası olduğunu ve bu yüzden uçurumdan atlayarak intihar ettiğini öğreniriz. Héloïse hakkında evin yardımcısı Sophia’ da bu kadarını bilmektedir .3 haftadır burada olmasına rağmen annesi odasından çıkmasına izin verememektedir.Odasına giderken salonda arkası dönük bir tablo görür. Bir ipucu olması umuduyla açar. Ancak tablodaki yüz siliktir. Sonraki gün Sophia gelip yürüyüşe çağırıldığının haberini verir. Merakla aşağı indiğinde mavi bir pelerinle başını kapamış ve arkası dönük Héloïse karakterini görürüz. Geldiğini duyunca kapıyı hızlıca açıp koşmaya başlar. Koşar, koşar, koşar… Uçurumun kenarına geldiğinde kameraya dönerek biz seyircilere kendini gösterir.
“-Yıllarca bunun hayalini kurdum?
+ Ölmenin mi?
-Koşmanın…”
Marianne onu gizlice inceler kulağının arkasını, ellerinin duruşunu… Sonraki günlerde aralarında ki konuşmalardan Marianne’nin ressam konumundan dolayı o yıllarda daha ayrıcalıklı olduğunu anlarız. Başka bir sahnede Marianne evlenmeye mecbur olmadığını belirtince Héloïse ona “senin seçme şansın var o yüzden beni anlayamazsın” diyerek bir kez daha altını çizer. Filmin sonlarına doğru Marianne bir resim sergisine gider. Tablolarının altında dururken bir adam yanına yaklaşıp babasının tabloları hakkında konuşup onun buradaki konumunu sorgular. Marianne resimlerini sergilemek için babasının imzasını kullanmakta ve görmeye gittiğinde bile sorgulanmaktadır. Héloïse’nin bahsettiği ayrıcalık araya eril düzenin girmesiyle yok olur.
Laura Mulvey’in Görsel Haz ve Anlatı Sineması makalesinde “Geleneksel teşhirci rolleri içinde kadınlar, bakıla-sılık mesajını veren, güçlü görsel ve erotik etki amacıyla kodlanmış dış görünüşleriyle aynı anda hem bakılan hem teşhir edilendir.” Milano’daki baron Héloïse karakterini ilk önce tablo olarak görmek istemektedir eğer beğenirse evlenecektir.
Filmin ilerleyen sahnelerinde Marianne, Héloïse karakterine ressam olduğunu itiraf eder ve ona çizdiği portreyi gösterir.aralarında şu diyalog yaşanır:
“-Beni böyle mi görüyorsun?
+Kurallar, gelenekler, fikirler var.
-Hayat yok mu diyorsunuz? Varlık yok mu?”
Héloïse bu sahnede kendi konumunu sorgulamaya başlar. Marianne onu nasıl görmektedir? İlerleyen sahnelerde Marianne’ye kendi portresini bir daha çizmesini istediğini söyler. İlerleyen günlerde Marianne portreyi çizerken “özür dilerim ama seninle aynı yerde olmak istemezdim” der. Böyleyece yine konum ve bakışı üzerinden kendini ayrıcalıklı bulduğunu hissettirir. Heloise ise onu yanına çağırır ve şunları der:
“Tam olarak aynı yerdeyiz. Sen bana bakarsan ben kime bakacağım?”
Yönetmen bu sahneyle teşhir edilip gözlenen kişinin de aynı konumda olduğunun altını çizer.
Filmde iktidarı temsil eden karakter ise Kontes’dir. Kontes, Marianne’nin geldiği gün onunla sohbet ederken duvardaki tabloyu gösterir. “Bu tabloyu baban yapmıştı. Ben bu eve gelmeden önce bu tablo gelmişti. Şimdi kızıma da bir tablo yapmanı istiyorum.” diyerek kendi yaşadığı kaderi kızına aktarır. O evdeyken yardımcı, kızı, ressam ve kendisi arasında bir iktidar vardır. Pek fazla konuşulmaz ve evdeki sınırlar bellidir. Marianne alt kattaki odasında, Héloïse kendi odasında, Sophia ise çoğunlukla mutfaktadır. Kızı portre için ikna olduğunda 6 gün sonra dönmek üzere evden ayrılır. İktidar da onunla birlikte evden gider.
Marianne regli olduğunda mutfağa gider. Sophia ona sıcak kiraz çekirdeğini verirken “Benim yine gecikti. 3 aydır olmuyorum. Bir kadına gidecektim ama henüz burada değil” der. Marianne ona tek bir soru sorar. Bu çocuğu istiyor mudur? Yönetmen burada “kadın bedeni üzerinde yalnızca kadının söz hakkı vardır ” söylemini dile getirir. Bu sahneden sonra aralarında bulunan sınıfsal duvarlarda yıkılmaya devam eder. Bir sahnede Sophia kanaviçesini işlerken Marianne şarabını doldurur, Kontesin kızı olan Héloïse ise yemek yapar. Kürtaj olduktan sonra eve gelirler ve kürtaj anını bir kez daha canlandırarak tablo olarak çizerler. Böylece bu anı ölümsüzleştirmiş olurlar. 6 gün sonra kontes eve geri döner. Üç kadın bu konuyu aralarında konuşmasalar bile sınırlarına geri çekilirler.
Orpheus: Kavuşamayan Aşıklar
Orpheus Yunan Mitolojisinde geçen ünlü bir ozandır. Eşi Eurydike’nin ölümünden sonra ölüler diyarına (Hades’e) gitmeye karar verir. Önüne pek çok engeller çıksa bile bunu liri ve aşkına bağlılığıyla alt eder. Hades bile bu duruma duygulanır ve eşi Eurydike’yi bir şartla vermeyi kabul eder. Orpheus eşi Eurdike’nin önünde yürüyecek ve ölüler dünyasından çıkana kadar eşine dönüp bakmayacaktır. Orpheus bu şartı kabul eder. Ama tam gün ışığına çıkmak üzereyken bir şüpheye kapılır ve dayanamayıp arkasına bakar. Böylece eşi ölüler dünyasına o ise aşkına kavuşamadan insanların arasına döner.
Filmde Héloïse bu öyküyü büyük bir heyecanla Marianne ve Sophia’ya okur. Bu konu üzerinden öyküyü tartışırlar. Ve aralarında şöyle bir diyalog geçer.
Sophia: Korkunç! Zavallı kadın! Adam niye ona baktı. Ne olursa olsun bakmaması söylendi.
Marianne: Sebepleri vardı.
Sophia: Öyle mi? Bu bir sebep değil. Yapmaması söylenmişti.
Heloise: Delicesine seviyordu. Dayanamazdı.
Marianne: Bence Sophie haklı dayanabilirdi. Ciddi sebepler değil bunlar. Belki de bir seçim yaptı. Onun hatırasını seçti. Bu sebeple döndü. Bir aşığın değil. Bir şairin seçimini yaptı.
Heloise: Belki de kadındı “bana bak” diyen…
Sophie adamı sorumsuzlukla suçlarken, Marianne sanatçı olmanın getirisiyle onu değil hatırasını seçtiğini söyler. Heloise ise belki de bu tercihi yapanın kadın olduğunu söyleyerek mitolojiyi eril bakıştan sıyırır. Bu öykü de yaptıkları tercihleri kendi ayrılık sahnelerinde de gösterirler.
Héloïse, Marianne evden ayrılırken arkasından gelir. Sessizce “bana bak” demektedir. Ancak Marianne arkasını dönmez ve onun hatırasını seçer. Marianne onu son olarak Vivaldi’nin konserinde görür. Marianne ve onun bakış açısıyla aynı konumda olan seyirciye Orpheus ‘un bakışı konumunu atfeder. Yönetmen burada bizi bir bilinmezliğe sürükler. Héloïse ona bakıldığını farketmiş midir? Yoksa bakmama hakkını mı kullanmıştır? Bildiğimiz tek şey Marienne’nin ona son gecelerinde “pişmanlık hissetme, hatırla” lafını duyarcasına ağlamaya başlar. Belki de ilk kez tek başına evden çıkıp döndüğünde Marianne’ye söylediklerini hatırlar: “Tek başımayken o bahsettiğiniz özgürlüğü tattım. Fakat yokluğunuzu da hissettim…”