Büyük bir hevesle aldığım “Piedra Irmağı’nın Kıyısında Oturdum Ağladım”da, açıkçası konu beklediğimden çok daha fazlasıydı, çok daha derin anlamlar çıkarılacak türdendi. Kimisine göre kendini birkaç gün düşündürtecek kitaplardandı.
“Yaşam, biz doğmadan önce vardı, biz bu dünyadan ayrıldıktan sonra da var olmayı sürdürecek.”
Tanrının kadın yüzünü keşfettirirken, bir yandan da Hristiyanlıkla ilgili oldukça geniş bilgiler içeriyordu. Kendini dine adamış ve mucizevi bir gücü olan bir erkeğin aşkını isteyen bir kadını görüyoruz kitapta.
Kendi benliğinden kopup gitmiş, varlığı ve doğayı sorgulamayı geride bırakmış bir kadın yüreğindekileri beklenmedik deneyimlerle yeniden keşfediyor.
Çocukluk aşkıyla kopup gitmiş olsa da mektuplaşmaları sayesinde yolları tekrar keşişiyor ve ikisi de birbirinin büyüsüne kapılmadan edemiyor.
“Tanrı güneşi her gün yeniden doğurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize. Oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz. Bugünün düne benzediği gibi yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz.”
Lakin, bir aşk romanı gibi dursa da bu kitap oldukça mistik düşüncelerden oluşuyor. Altı çizilmelik o kadar çok cümle vardı ki. Okurken bir durup düşündüğüm çok anlar oldu. Kendi benliğimi, düşüncelerimi tekrar tekrar irdelememi sağladı kimi yerde.
Ayrıca, son sayfasına kadar hep bir merak söz konusuydu.
“Beklemek. Aşk konusunda öğrendiğim ilk ders buydu. Gün sürüklenip gitmektedir, binlerce plan yaparsınız, olası tüm diyalogları düşlersiniz, davranışınızı değiştirmeye söz verirsiniz kendi kendinize ve orada öylece beklersiniz, kaygılar içinde, sevdiğiniz insan dönünceye kadar.”
Klasik bir Paulo Coelho üslubuyla birlikte bazı kısımları kimisi için sıkıcı gelebilecek dahi olsa, güzel bir kitaptı. Fakat bence yazarın okunabileceği çok daha güzel eserlerinin olduğunu düşünüyorum.