Biyografi türünün farklı bir cazibesi vardır. Hiç tanımadığınız birini ya da hayranlık beslediğiniz tarihi kişilikleri yakından tanımanızı sağlar. Okurken kafanızda canlandırdığınız imgeler sinemanın büyüsüyle canlanır. Gözünüzde ulaşılmaz olan insanları bir anda en büyük sırlarını bizimle paylaşırken buluruz. Genius ikinci sezonunda konuk olarak ünlü ressam Picasso‘yu ağırlıyor.
”Bir ressam hayatta kalmak istiyorsa her gün daima fırçasına ve kara kalemine uzanmalıdır.”
National Geographic‘te yayınlanan dizide, Picasso’nun doğumundan ölümüne kadar tüm yaşamı anlatılıyor. Genç Picasso’yu Alex Rich canlandırırken, ileriki yaşlarından ölümüne kadar ressama Antonio Banderas hayat vermiştir.
Dizide ressamlık kariyeri detaylandırılarak anlatılmıştır. Bunun yanı sıra hayatına giren bütün kadınlar, evlilikleri, çocukları ve arkadaşlık ilişkilerine de fazlasıyla yer verilmiştir. Picasso’nun ilham kaynağı olarak hayatına dahil ettiği kadınlarla olan ilişkilerini izlerken, aslında ne kadar çapkın bir erkek olduğunu da öğreniyoruz. Kağıt üstünde kadınları çok önemsiyor gibi görünmesine rağmen, onun asıl aşık olduğu şey: “Sanat.” Aslında kendi sanatı demek daha doğru olur. Çünkü başka sanatçıların kendisinden daha iyi olmasına tahammülü olmayan biri. Henri Matisse‘e duyduğu hayranlık ve kıskançlık arasında gidip gelen duygularına tanık oluyoruz.
”-Dünyayı görmenin yeni bir yoluna ihtiyacım var, bu adam gibi. O anlıyor.
+Neyi anlıyor?
-Ressamların artık insanların nasıl göründüğünü göstermesi gerekmediğini. Bunun için fotoğraflar var. Matisse daha derin bir gerçeği gösteriyor. Nesnelerin rüyalarımızdaki halini, sadece görünüşünü değil. Bütün kuralları esnetmiş. Bense onları yıkmak istiyorum.”
Henüz çocukken resim öğretmeni olan babasından öğrendikleriyle resim sanatına başlayan ve genç yaşına rağmen üst düzey bir yeteneği olduğunu kanıtlayan Pablo, amcasının maddi desteği sayesinde iyi bir sanat okuluna gider. Fakat burada istediğini elde edemez. Ona göre burada başka ressamları taklit etmek öğretiliyordur. Onun isteği, başkalarının resimlerini taklit eden biri olmak değildir.
Tek bir amacı vardır: Ünlü bir sanatçı olmak. O kendi tarzını bulup, sanatını zirveye çıkarmak ve dünyaya adını duyurmak istiyordur.”Ama büyük bir yalnızlık olmadan, ciddi bir iş mümkün değildir.”
Hayatı toz pembe değildir. Küçük yaşta kız kardeşi hastalanır ve ölür. Kardeşi Conchita‘nın ölümünden kendisini sorumlu tutar. Resim yapmadığı için Tanrı’nın onu cezalandırdığını düşünür. İlerleyen yaşlarında da bu değişmez. Değer verdiği biri öldüğünde suçu hep kendisinde arar. Tanrı’nın ona büyük bir yetenek verdiğini ve bunu kullanmadığı zaman onu cezalandırdığına kendisini inandırmıştır. Arkadaşı Carlos Casagemas‘ın intiharının ve ünlü bir şair olan Max Jacob‘ın ölümünün sorumlusu olarak kendisini görür. Aynı zamanda Picasso’nun ”Mavi Dönem” olarak adlandırılan resimleri Carlos’un intiharının bir sonucudur. Picasso’nun kendisini her şeyin sorumlusu olarak görmesini en saf haliyle narsisizm olarak da isimlendirebiliriz. Varlığını böylesine tanrısal olarak nitelendiren birine, bunun aksi olduğuna inandırmak neredeyse imkansızdır. Buna “Tanrı kompleksi” diyebiliriz.
Gertrude Stein’le arasında geçen bir diyalog:
”-Renoir hakkında ne düşünüyorsunuz?
+Beceriksizin teki.
-Monet?
+Duvar kağıdı.
-Cezanne?”
Yıllar içinde sanatının şekillenmesine katkı sağlayanlar; sanatına dolaylı yoldan ya da birebir etki eden insanlarla tanışması, dostluk kurması ve kadınlara olan ilgisidir. Ama ilk aşkı Fernande Olivier‘di. Paris’te yaşadığı ve çalıştığı yerde kapı komşusuydu. Başka bir sanatçının yanında model olarak çalışan ve yaşayabilmek için o adama boyun eğen kadın… Fernande’a olan tutkusu, resim sanatında ilerlemesini sağlamıştır. Hatta Georges Braque‘la birlikte Kübizm‘in ilk örneklerini verdikleri dönemde yanındaki kadın Fernande’dır.
Başta kimsenin anlam veremediği ve beğenmediği kübist eserleri sonradan ilgi çekmeye başlamıştır, ancak en büyük ilham kaynağı ve biricik aşkı Fernande resimlerini beğenmiyordur. Zaman içinde birbirlerine karşı yabancılaşmaya başlarlar. Picasso Fernande’a beklediği ilgiyi vermez. Bu ilgisizlik sadakatsizliği getirir. Fernande Picasso’yu aldatır. Yaptığından pişmandır ama Picasso onu affetmez. Böylelikle ilk aşkına veda eder.
”Aşk tehlikeli olabilir. Carlos’u mahvedişini izledim. Sonra bunu bizzat öğrendim. Aşk o kadar şiddetlenebilir ki, kendini yakıp tüketir. Aşık olarak başlarsınız, ama dikkatli olmazsanız kendi tutkunuzun kurbanı olursunuz.”
Louvre Müzesi’nden çok önemli bir eser çalınır. Mona Lisa… İki yıl boyunca kayıp olacak bu eserin çalınmasından Picasso’yu ve arkadaşı Guillaume‘i sorumlu tutarlar. İşkence sonucu yalan itirafını aldıkları Guillaume, Mona Lisa’yı Picasso’yla birlikte çaldıklarını söyler ama Picasso mahkemede arkadaşını tanımadığını söyler. Hakkındaki suçlama düşer, arkadaşı suçlu bulunur. İtibarı için arkadaşını yarı yolda bırakmıştır ama Guillaume’in işkenceyle bu itirafı imzaladığını bilmiyordur. (Mona Lisa’nın Vincenzo Perugia tarafından çalındığı ortaya çıkacaktır.)
Fernanade’dan sonra hayatında Eva Gouel girer. Eva, Fernande’ın tam tersidir. Fernande daha özgür ruhluyken, Eva anaç bir kişiliktir ve tam da bu sıralarda tarihteki en büyük savaşlardan ilki başlar. Bu nedenle evlenemezler. Tüm bunlar yaşanırken, Eva’ya akciğer kanseri teşhisi koyulur ve bir süre sonra da ölür.
İlerleyen yıllarda hayatına Olga Khokhlova girer. Olga Rus bir balerindir. Tıpkı Picasso gibi sanatını en iyi şekilde yapmak ister, ama Picasso’nun baştan çıkarmalarına karşı koyamayıp, çapkın ressamın ilk eşi olur. Yuva kurmanın yükünün çoğu kadının omuzlarında olduğu için, Olga çocuk yaparak ”aile” olabilmeleri için hayallerinden vazgeçer, tabii bu vazgeçiş onda hırçınlığa neden olmuştur. İyi başlasa da mutsuz giden bir evlilikleri vardır. Picasso artık ilhamı Olga’da bulamıyordur. Olga’yla evliyken Marie-Therese Walter‘la tanışır ve aralarında uzun yıllar sürecek bir ilişki başlar. Hatta Maya adında bir de kızları olur. Karısından boşanmak ister, fakat yaptığı sanat eserlerinin yarısının Olga’ya verilmesi gerektiğini öğrenince boşanmaktan vazgeçer. Zamanla Marie Therese’den aldığı ilhamı da kaybeder. Resimlerinde öfke ve karamsarlık vardır. Kimsenin onları istemeyeceğini düşünür. Artık daha sıra dışı bir şeyler arıyordur. Ünlü fotoğrafçı ve sürrealist sanatçı Dora Maar‘la tanışır ve yeni ilham perisini de bulur. Dora’yla beraberken aynı zamanda Marie Therese ve Olga’da hayatındadır.
Hep kadınlar arasında geçen bir hayat… Belki ilhamla dolu, ama oldukça zor olmalı.
Franco rejimi İspanya’nın Guernica Kasabasını bombalar. Büyük bir katliam gerçekleşmiştir. O sıralar Paris’te yaşayan Picasso savaşı gazeteden öğrenir. Savaşın yıkıcılığına karşı bir şaheser resmeder: Guernica…
Alman bir generalin;”Bu tabloyu siz mi yaptınız?” sorusuna, ”Hayır, siz yaptınız.” karşılığını vererek tarihte yerini alacak o konuşmayı gerçekleştirir.
Paris’te düzenlenen parti konferansı için Picasso’dan bir barış sembolü resmetmesini isterler. Başta bunu yapmaya sıcak bakmaz, çünkü yeterince dikkat çektiğini düşünüyordur. Bunun üzerine onu Auschwitz toplama kampına götürürler. Partililerden biri zamanında orada yaşayan esirlerden biridir ve yaşadıklarını şöyle aktarır:
”Özgürlük yoktu. Benim gibi siyasi tutsaklar, eşcinseller ve Yahudiler için de. Buraya gelirken yolda ölmeyenler, gelir gelmez ayrı düştü. Bebekler annelerinin kollarından söküp alındı. Güçlüler çalışmaya gönderildi, zayıflar duşlara. Yalandı tabii. Bu borulardan su akmıyordu. Tavandan sadece zehirli gaz sızıyordu. Çıplak insanlar titriyor, aşağılanıyor, omuz omuza sıkışıyorlardı. Kadınlar, erkekler, küçük çocuklar… Çığlıklar ancak buhar seslerini bastırdığında duruyordu. Boğularak can veriyorlardı. Sanatının bir silah olduğunu söylüyorsun. Öyleyse onu bu iğrençliklere karşı sesini çıkarmak için kullan. Bir barış sembolü çiz Pablo, Paris’teki parti konferansı için.”
Bu konuşmanın sonunda ortaya ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin sembolü çıkar. Tıpkı babasının küçükken çizdikleri gibi. Barışın sembolü olacaktır.
”Sanat gerçeği söyleyen yalandır. Anlamaya çalışma, hissetmelisin. Umarım bu güvercin insanlara gerçekleri hissettirebilir. En korkunç vahşetlerin bizim elimizden çıkabileceğini. O yüzden ona karşı kıyasıya mücadele etmemiz gerektiğini.”
İkinci Dünya Savaşı sırasında son aşkı Françoise Gilot ile tanışır. Françoise henüz 21 yaşında, hukuk okuyan ama hayali ressamlık olan genç bir kızdır. Hayranlık duyduğu sanatçı da Henri Matisse‘tir. Başlarda Picasso’yu hayatına almak istemez. Tek derdi ressam olmaktır. Zamanla Picasso’nun cazibesine dayanamayıp hayatına dahil olur. İki çocukları olur. Picasso’nun bencillikle bezenmiş sanatına olan aşkı yüzünden, Françoise çocuklarla ilgilenmekten resim yapmaya zaman bulamıyordur. Picasso o yıllarda komünisttir ve komünizmin gereği eve Françoise’ya yardım etmesi için biri alınamıyordur. Zenginliklerine rağmen bütün evden Françoise sorumludur. Bu da kadını yorgun ve mutsuz birine çevirir. Zaman içinde de Picasso’yu yeni ilham kaynakları bulmaya yöneltir. Françoise Paris’ten bir iş teklifi alır ve kabul eder. Bu durum Picasso’yla aralarına iyice mesafe girmesine neden olur. Françoise değişime kulak verir ve Picasso’yu terk eden ilk kadın olur. Picasso pişmandır ama Françoise’yı geri dönmesi için ikna edemez. Bu arada Françoise başka biriyle evlenir. Aralarında bazı hukuksal savaşlar olur. Picasso, Françoise’dan onun için yaptığı resimleri geri ister. Françoise ilerleyen yıllarda Picasso’yla yaşadıklarını anlattığı bir kitap yazar. Kitabın adı; ”Picasso ile Yaşamak”tır.
Françoise’yla tanıştığı sıralarda şu sözleri dile getirir:
”Herkes büyük Picasso’dan bir şey istiyor. Keşke beni ben olduğum için isteseydi.”
Picasso 70’li yaşlarındayken hayatına son karısı girer: Jacqueline Roque. Hayatının son on iki yılında Jacqueline’le evli kalır ve 8 Nisan 1973’te bir bahar günü hayata veda eder.
Picasso vasiyet bırakmadan öldü. Sanat eserlerine 250 milyon dolar değer biçildi. Bugünkü değeri milyarlarca dolardır. Hukuki mücadeleler sonucunda 1974’te Paloma ve Claude, Picasso mülkünün meşru varisleri arasında tanındı. Jacqueline Picasso;1986 yılında intihar ettiğinde 59 yaşındaydı. Marie-Therese Walter; Picasso’suz yaşamaya dayanamayarak 1977’de intihar ettiğinde 68 yaşındaydı. Françoise Gilot, Doktor Jonas Salk’la evlendi. Bugün hala hayatta ve resim yapmaya devam ediyor. Dora Maar 1997’de inzivada öldü. Fotoğrafları ve tabloları sürrealist hareketin en önemli eserleri arasında sayılıyor. 1981’de General Franco’nun ölümünden sonra Picasso’nun vasiyeti doğrultusunda eseri “Guernica” sevgili İspanya’sına geri götürüldü.
Pablo Ruiz Picasso (1881–1973), resimleri, heykelleri ve çizimleriyle tanınan İspanyol bir sanatçıydı. Sanat tarihçileri onu, sanat eserlerinin geometrik soyut formları içerdiği avangard bir sanat hareketi olan kübizmin kurucu babalarından biri olarak görüyorlar.