Performatif Erkek: Tüketim, Cinsiyet ve Performans

Editör:
Berru Buldanlıoğlu
spot_img

Sosyal medyada trendleri ve tarzları kürasyon hâline getirip adlandırmak artık alıştığımız bir durum olmaya başladı. Starter pack memeleri de bunun örneğidir; bir kişinin ayakkabısından tuttuğu partiye kadar karakterini yansıtan birçok unsur tek görselde toplanır. İnternette ya da sokakta karşılaştığımız herhangi birinin görünümünden ya da söylemlerinden hareketle kategorize etmeye çalışmak kesinlikle yeni bir şey değil. Günlük hayatın akışı dışında edebiyatta da yüzyıllardır insanlar hem kendilerini hem de başkalarını tanımlayabilmek ve daha iyi karşıya aktarabilmek için birtakım göstergelere ihtiyaç duyuyor. Bu göstergelerin sık sık bir araya getirildiği sosyal medyada, çoğu zaman mizah amaçlı yapılan görsellerde siz de eleştirinin öznesi olabilirsiniz. Giydiğiniz ayakkabı, taktığınız çanta… Hepsi belki her zamankinden daha da politik. Kullandığınız ürünler vegan mı, sömürüyle mi üretildi ya da her isteyen alabilir mi… Adına ister “starter pack” ya da başka bir şey densin, artık kişiliklerimiz yan yana getirilmiş tüketim malzemeleriyle açıklanmaya çok müsait hâle geldi. İndirgemeci bu tavır ise ne ideolojilerdeki ne de yaşam tarzlarındaki nüansları göstermeye yetiyor.

Birkaç tüketim nesnesi ve kıyafetin yan yana getirilerek yansıtılmaya çalışıldığı en yeni “karakterlerden” biri de şüphesiz performatif erkekler. Amerika’dan yayılan bu fenomen kimileri için yalnızca bir güldürü nesnesi, kimileri için ise cinsiyet kalıplarını konuşmak için yeni bir fırsat oldu. Cinsiyet ve medyanın en yeni kesişim noktalarından biri olduğu için ben de konuşmamazlık edemezdim.

Cinsiyet ve Performans

Javier Hirschfeld

Öncelikle “performatif erkekler” kimlerdir, internette tanımlandığı şekliyle açıklayayım: Matcha latte içen, tote bag takan, Clairo dinleyen ve kafamızdaki klasikleşen maskülen erkekliğin tanımından epey uzak yerde duran erkekler. Sıraladığım şeylere aşina değilseniz belki de şöyle genelleme yapmak yanlış olmaz: Kadınların sevdiği şeyleri seviyormuş gibi görünerek onlarla romantik olarak ilişkilenmeye çalışan erkekler. Buradaki “-mış” gibi yapmak tanımdaki “performansı” işaret ediyor. Keskin tanımlardan her ne kadar kaçınmaya çalışsam da şakanın çıkış noktası bu tanım olduğu için ne dendiğini anlamakta yarar var. Peki cinsiyet meselesinde performans “-mış gibi” yapmak mıdır yoksa zaten cinsiyetin kendisi de bir performans mıdır?

Tam bu noktada günlük dil ile akademik tanımlar arasına çizgi çekmek gerekli. Türkçede de performans kelimesi aklımıza sahneyi getiriyor ve sahici olmayan tavırları tanımlarken çoğunlukla performans kelimesinden yararlanıyoruz. İngilizcede de bu şaka tanımlanırken yine günlük dildeki anlamıyla “sahteliğe” vurgu yapılmak için kullanılmış. Cinsiyet rollerini tartışırken değinilmeden geçilemeyecek düşünürlerden olan Butler ise performansı bu konuda farklı kullanıyor. Butler’a göre cinsiyet (gender)’ın tekrarlanan hareketlerle öğrenilen, uygulandıkça yani performe edildikçe şekillenen bir mevhum.

Kısacası biyolojik olarak kadın cinsel organlarıyla doğan birinin “kadın” olmayı öğrenmesi evde, okulda, sokakta “kadınlar bu şekilde oturur, kalkar, güler, çalışır..” denmesiyle başlar. Bunların yanı sıra performans süreci kişinin sosyal normları görerek hareket etmesine de bağlıdır. Tabii ki performans, sahtecilik ya da kişinin seçimlerinden bağımsız edilgen oluşundan gelen bir pratik değildir. Eğer cinsiyeti Butler’ın anlattığı şekliyle anlayan biriyseniz performatif erkeklik kulağa tuhaf gelebilir çünkü kafada şu soru doğar: Performatif olmayan erkek mi var? Bu noktada bence teoriden sıyrılıp genel olarak insanlar neden bu kelimeyi bir grup erkeğe yakıştırmış ona odaklanmak daha faydalı olabilir.

Performatif Erkekler Nereden Çıktı

reddit.com

İlk bakışta bu erkeklere, makul erkekliğin karşısında konumlandıkları için performatif dendiği düşünülebilir. Bu görüşe göre kadınların sevdiği şeyleri erkekler “içten” biçimde sevemez, bu sebeple de sahtedir (performanstır). Heteroseksüel erkeklerin kadınların sevdiği bir şeyi takdir etmesi, sevmesi günümüzde de pek olası karşılanmıyor. Kadınların okumayı sevdikleri romanlar yeterince “edebiyat” olmamakla eleştirilip entelektüellikten epey uzakta kalmakla suçlanıyor (Konuyu daha kapsamlı araştırmak isteyenler McRobbie’nin The Aftermath of Feminism kitabına göz atabilir.) Canla başla sevdikleri şeyleri savunmaya çalışan kadınlar onlarla aynı zevkleri paylaşan (gerçekten ya da değil) heteroseksüel erkekleri görünce de bunun ancak bir performans olabileceğini düşünmüş olabilirler. Yorumlara ve çekilen videolara bakınca benim tahlilim böyle şekillendi.

Asıl ilgilendiğim nokta, bir grup heteroseksüel erkeğin gerçekten kendilerini materyaller üzerinden yansıttıkları gibi mi olduğu ya da bunu sırf kadınların sevgisini ve güvenini kazanmak için yapıp yapmaması değil. Bana kalırsa işin nasıl parodiye döndüğü ve mizah malzemesi olduğu daha ilginç. Öncesinde heteronormatif erkeklik kalıplarına uymayan “soft boy” akımı türemişti; bir noktadan sonra mizah unsuru hâline gelmeleri de bence ortaya çıkmalarının sebebi olan kalıpları başka bir şekilde yeniden üretmeleriydi. Yani kendilerini başlı başına sabit, kimilerini içeride kimilerini dışarıda bırakan tanımlara dönüşüyor. Bu da şüphesiz en çok moda, müzik ve edebiyat gündeme geliyor: tote bag, Clario ve okunduğu meçhul Angela Davis’in herhangi bir kitabı.

Nesneleri Yeniden Üretmek

Pietro Cocco tankmagazine.com

Şimdi yazının başlarında bahsettiğim Butler’ın cinsiyetin nasıl performans yoluyla öğrenilip/sağlamlaştığını hatırlayalım. Renklerin, oyuncakların ve oyunların cinsiyetlendirilişi yaş büyüdükçe okunan kitapların ya da dinlenen müziklerin cinsiyetler arasında pay edilmesiyle devam ediyor. Büyürken bir dönem pembeden ölesiye kaçan, kadınsı görünenin değersiz olduğu düşüncesini içselleştiren çoğu kadın yetişkinliğinde popüler feminizmin fikrine yakınlaşabiliyor. Popüler feminizm; bireysel tercihler gibi görünen, modern kadının hem işte hem evde mükemmel başarıyı sağlayacağını telkin eden “girl boss feminizm”, ya da kadınları çocuklaştıran “kız neşesi” anlayışı, pembe giyinmeyi ya da kültürel olarak sığ bulunan Britney Spears’ı dinlemeyi kötü yükünden kurtarıyor fakat bir taraftan da cinsiyet kalıplarının tekrar tekrar altını çiziyor. Üstüne üstlük kadınları radikalleşmekten iyice alıkoyacak tüketim nesnelerine yönlendiriyor. Angela McRobbie, The Aftermath of Feminism kitabında bahsettiği “post-feminist masquerade” tam olarak bu duruma işaret ediyor. McRobbie, Joan Riviere’in “kadınlık maskaralığı” (womanliness as a masquerade) kavramını güncelleyerek post-feminist bağlama taşıyor. Riviere için kadınlık maskaralığı, erkek alanına giren kadının kendini güvenceye almak için feminenliği abartılı biçimde sahnelemesiydi. McRobbie bu sürecin moda, güzellik ve tüketim kültürü aracılığıyla ele alıyor.

Post-feminist masquerade kavramı, kadınların görünürde özgür seçimlerle feminenliği pratik etmesini tarif eder; fakat bu durum aslında kadınların iş yaşamında ve kamusal alanda kabul görebilmek için zorunlu hale gelen disipline edici bir performanstır. McRobbie, feminist sanılmaktan korkan kadınların hegemonik erkekliğin alanı olan iş yerinde risksiz biçimde yol alabilmeleri için kız çocuğu gibi davranıp kalem etekler, bileklikler ile süslenmelerini post feminist masquerade olduğunu öne sürer. Bu masquerade McRobbie’ye göre kendi yapaylığını saklamaz; ironi ya da özgür seçim adı altında kendini gösteren bu performans özellikle moda ve güzellik endüstrilerinin kadın bedenini yakın merceğe almasını mümkün kılar. (s. 65-66)

Aslında performatif erkeklerden bahsederken de benzer bir noktaya değinmiş olduk. Tıpkı kadınların feminenliğinin tüketim nesneleri üstünden tekrar tekrar sahnelenmesi gibi erkekler de belirli tüketim pratikleriyle (matcha, tote bag, feminist literatür okumak) kendi kimliklerini sergiler. Farklı olan kısım bu nesnelerin öncesinde makul erkekliğin sınırları içinde olmamasıydı. Özellikle de feminist literatür okuyarak toplumu tehdit etmeyen ve hegemonik erkekliğe sırt çeviren bir kimlik oluşturuyorlar. Kadınların beğenileri ya normları yeniden üretmediği ya da kalıplara uymadığı için toplum tarafından “tehlikeli” olarak kodlanırken, heteroseksüel erkekler hegemonik erkekliği reddetlikleri için uzunca süre orta-üst sınıf ve toplumsal meselelere duyarlı insanlardan takdir gördü. Kadınların, queerlerin pratik ettiği feminizm kalıpları yeniden oynatmaya meyilliyken; tüketim nesneleri üzerinden ilerleyen herhangi bir “feminizm” ise cinsiyet kalıplarını yeniden tahsis ediyor. Performatif erkeklik de aynı ironik biçimde bizleri cinsiyet kalıplarını ve günümüzdeki kültürel dinamiklerini anlamaya iten bir mevhum haline geliyor.

Toplumsal cinsiyetle ilgili güncel meseleler çoğunlukla kültürel yönleriyle tartışılıyor. Tam da bu noktada ekonomi ve tüketim kültürünün kimi zaman pek de üzerinde durulmuyor . McRobbie’nin teorisi (ve kitabın diğer bölümleri de) bence bu sebeple çok kıymetli. Performatif erkeklik dediğimiz şeyi belli bir çerçeveye oturtup tartışmaya çalıştım. Ancak yazdıkça bunun yalnızca bir trend mi yoksa cinsiyet normlarını etkileyecek daha geniş bir hareket mi olduğuna karar veremedim. Özellikle Amerika’dan gelme bir kavram olduğun için, Türkiye’de ne ölçüde geçerli olduğu tartışılır. Kimi anlarda aklıma “Kadıköylü” stereotipi geldi. Yine de tam karşıladığını düşünmüyorum. “Prenses erkeklik” şu sıralar heteroseksüel erkeklerin bir kısmını tanımlamak için daha sık kullanılıyor, ki bu tanımlamayla performatif erkeklik arasında herhangi bir paralellik görmüyorum. Ana başlığı “erkeklik” olarak belirlediğimizde, iki ülkedeki tartışmaların farklı eksenlerde ilerlediği görülüyor. Belki sizler için geçerliliği olmayan bu performatif erkekleri tartışmak cinsiyet normları üstüne düşünmek için bir fırsat olabilir.

Kaynakça


Butler, Judith. Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. Translated by Başak Ertür, Metis Yayınları, 2005.

McRobbie, Angela. The Aftermath of Feminism: Gender, Culture and Social Change. SAGE Publications, 2008.

Öne Çıkarılan Görsel: inquirer.com

 

spot_img

1 Yorum

  1. Çevremizde sıkça gördüğümüz bu erkek fenotipinn üzerine bu kadar düşünüldüğünü hatta buna bir isim konulduğunu bile bilmiyordum. Çok bilgilendiri ve keyifli bir yazı olmuş, elinize sağlık.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.