Pavarotti’nin Başarı Yolunda Ankara

? Bu yazı Emre Yenidere tarafından editörün seçimi arasına eklendi ?

 “Neden elit müzik olmalı? Afedersiniz. Müzik herkes için olmalıdır.”
Pavarotti

Takvimler 12 Ekim 1935’i gösterdiği sıralarda İtalya Modena’dan yükselen bir bebeğin ağlama sesi ilerleyen 71 yılda tüm dünyanın kulağına resital yaşatacaktı. Dünyaca ünlü tenor Luciano Pavarotti’nin Ankara macerasına geçmeden evvel konu dışı kalabilecek dostları da konuya ısındırmak amacıyla Tenor kelimesinin anlamına değinmek gerekir. Tenor, en kaba tabir ile en tiz ya da ince erkek sesine verilen isim olarak tanımlanabilir. İleriki hayatına müziğe adayacak ünlü sanatçının müzik ile ilk oluşacak bağı, babası Fernando sayesinde olacaktır.

Asıl aldığı eğitimin öğretmenlik üzerine olduğu bilinen Pavarotti, babasıyla birlikte gittiği Galler’de uluslararası şarkı yarışmasında birincilik kazandı. Başarılar ile geçecek hayatında ilk adımı böylece atmış oldu. Öğretmenlik hissi içerisinde kalmış olacak ki gelecekte doğduğu yerde sanat okulu açacaktı. Yine burada yapılacak “Pavarotti ve Arkadaşları” konserleri düzenleyecekti. Konserlerde sunuculuk görevini de üstlenecek olan sanatçı buradan gelen gelirler ile Guatemala, Bosna, Kosova, Irak gibi birçok yere yardımlar yapacaktı. Bosna, yapılan bu iyiliği karşılıksız bırakmamış Mostar kentinde kurduğu Pavarotti Müzik Merkezi’nin yanı sıra sanatçıyı Fahri Hemşehrilik Ödülüne de layık görmüştü.

Pavarotti’nin sanat hayatında başlangıç olarak 1961 yılı göze çarpar. İtalya’da ilk sahnesini aldığı tarihtir bu. Sesinin inceliği o zamanlar daha fazladır. Pavarotti İtalya’da duradursun o dönem Türkiye’sine kısa bir özet geçilmek gerekirse Türkiye’nin ilk askeri darbesi olan ve Adnan Menderes’in de asılma olayının gerçekleştiği 1960 Askeri Darbesi 27 Mayıs’ta gerçekleşmişti. Darbeye rağmen Türkiye sanat açısından gerilik yaşamıyordu. O dönemde İtalya ve Türkiye arasında imzalanan Kültür Anlaşması kapsamında her yıl ülkeler birbirlerine misafir tenor göndermekteydi. Pavarotti’nin kaderinin Türkiye ile kesişmesi buraya dayanır. 1963-1964 yılları arasındaki dönemde Türkiye’ye gelen sanatçı burada üç temsile çıkmak üzere anlaşma yapmıştı. Gençliğinin verdiği zayıflığın yanında sakalsız yüzü hafızalarda canlanan Pavarotti’den çok çok daha farklıydı. Yetmeyen sesi üzerine ünlü tenorun aryasının bir ton aşağı indirilmesi ve enstrümanların sanatçıya göre ayarlanması kararlaştırıldı.

Türkiye’ye geliş amacı “La Boheme” operasını söylemek olan sanatçının gösterdiği performans takdire şayandı. Bu dönem açısından yapılacak araştırmalarda karşılaşılacak bilgi şüphesiz Pavarotti’nin ülkemizden kovulduğu, bu kadar ünlü bir sesin kaybından sorumlu olan kişinin Devlet Tiyatroları başkanı Cüneyt Gökçer olduğu söylenecektir. Lakin olay örgüsü şu şekildedir: Ankara’da dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e sunulan opera sonrası Cemal Gürsel’in sanatçıları takdir etmek amacıyla yanına çağırması üzerine Pavarotti’nin “Ben bir sanatçıyım. O bir diktatör. Ben politikacıların ayağına gitmem. O gelsin.” dediği söylenir. Bunun üzerine dönemin Devlet Tiyatro Başkanı Cüneyt Göçer’inde Pavarotti’den haz etmemesi üzerine sesinin tizliği açıklamasıyla tiyatrodan kovulduğu söylenir. Hemen her yerde karşılaşılan bu bilgiye karşın dönemi canlı görmüş aynı zamanda dönemin Opera Genel Müzik Direktör Yardımcısı Hüsamettin Ünder’in verdiği bir röportaj başlığıysa çoğu kişi tarafından bilinmez. Kalın siyah puntolar ile atılmış o başlık şudur “Pavarotti benim haberim olmadan tuvalete bile gidemezdi.”. Pavarotti’nin Ankara’da bulunduğu süreçte kendisinin yanından ayrılmadığını çünkü o sıralar oradaki en iyi İtalyancaya sahip kişi olduğunu belirten Hüsamettin Bey aynı zamanda dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in, Cumhurbaşkanlığı süresince opera dahil herhangi bir bale ve tiyatroya da gelmediğini ekler sözlerine. Pavarotti’nin söylediklerini çevirecek kimsenin olmadığına da dikkat çekerek kendisi dışında kimsenin Pavarotti’nin Cumhurbaşkanı’na söylenilen ifadeleri çeviremeyeceğini belirtir. Kendisi çevirecek olsa dahi o şekilde çevirmeyeceğini de söyler. Onun bu söylemini La Stampa gazetesinin 2006’da yaşanan TRT Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürü Ersin Erenoğlu’nun “Kapatın şu gavur müziğini.” söylemi sorulunca Pavarotti’nin “Mesleğime Ankara Operasında başladım diyebilirim. Hep coşku ile alkışlandım. Dopdolu opera salonlarında, coşkulu seyirci önünde hiçbir zaman sorunum olmamıştı.” demesi destekler niteliktedir. Pavarotti gazetedeki röportajının devamında Türkiye’de Batı müziğinin özellikle klasik müziğin çok beğenildiğinden bahsedilir.

Kendisinin Ankara’dan sonraki istikameti Moskova olacaktı. Ardından içeriğinde “Yüksek C’nin Kralı” unvanının da bulunduğu birçok başarıya imza atacağı başarılı bir kariyer onu bekliyordu. Opera alanında eser vermesine rağmen pop listelerinde de zirveye oynayan sanatçı İngiliz pop listelerinde beş hafta zirvede kalabilmeyi başarmıştı. Sanatçının aynı zamanda iki tane Guinness rekoru bulunmaktadır. 6 Eylül 2007 tarihinde beş kür kemoterapiden geçmiş olarak pankreas kanserinden kaynaklı böbrek yetmezliği sebebiyle hayatını kaybetmiştir.

KAYNAKÇA

(2007,16 Eylül). Pavarotti Ankara’da benden habersiz nefes bile almadı. Milliyet https://www.milliyet.com.tr/pazar/pavarotti-ankarada-benden-habersiz-nefes-bile-almadi-213892

Sefa Çatal
Sefa Çatal
Varoluşsal bir yok oluş hikayesi

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks