Sanatta; estetik, bilgi, duygu, iyi kötü gibi zıtlıklar ve dahası görsel olarak bizlere sunulmuş, renklerin gücünden de tarih boyunca faydalanılmıştır. Peki romantizmi, tatlılığı, şefkati, masumiyeti coşkuyla çağrıştıran pembe rengi bu yolculukta nerededir? Renk tarihçisi Michel Pastoureau (2007) da pembe rengin Batı’da uzun süre kırmızının bir nüansı olarak görüldüğüne ve yeteri kadar takdir edilmediğine dikkat çeker. Pembe rengi ise popülerliğini, Avrupa’dan yaklaşık 1000 yıl önce Asya topraklarında sürdürmeye başlamıştır. Dönemin önemli zenginlerinden ve saray mensuplarından olan Fransız Jean de Berry (1340-1416), bugün çağdaş sanat olarak bildiğimiz sanat eserlerinin aşığı olarak sanat alanında da pembe modasını başlatmış; kısa sürede bir çok sanatçı, eserlerinde pembe renk kullanmaya başlamış ve pembenin farklı tonlarını üreterek boya paletlerine eklemişlerdir.
Uzun Bir Süre Geri Planda Kalan Pembenin Sahnelere Çıkışı

Renk tabii ki doğal bir olgudur, ancak aynı zamanda karmaşık bir kültürel yapılanmadır. Renk algısında kültürlerin ötesinde bir gerçeklik yoktur… Rengi yapan, tanımlayan ve anlamını veren toplumdur.
-Michel Pastoureau
Mimari, resim, sinema gibi sanatın farklı alanlarında renklerin kullanması toplumlara ve tarihe göre değişen bir durum olduğundan, iki öğeyi de (tarih ve toplum) göz önünde bulundurarak incelemek faydalı olacaktır. 12. yüzyılda kızılağaç ithali ile üretimi yaygınlaşan pembe pigmentinin, sabitleyiciler sayesinde 1380 ve 1400 yılları arasında kalıcı ve canlı tonları elde edilmeye başlanmıştır. Asya’nın gizemli ve parlak pembesi; Avrupa’da ilk kez üretilmeye başlanmış, pembenin güzel tonlarının ortaya çıkışı Avrupa’da saray çevresinde hızla ünlenmesine sebep olmuştur. Ancak pembenin asıl kullanımı Portekizli Gezgin Pedro Alvarez Cabral‘ın 1500’de Yenidünya’yı ve o bölgede kızılağaca birebir benzeyen “vera cruz” şeklinde isimlendirilen ağacı keşfetmesi ile gerçekleşir. Portekizlilerin tekelinde büyük bir ticaret kaynağı haline gelen ağacın ticaretiyle de rengin kullanımı artmıştır. Pek çok dilde kelime karşılığı olmayan bu renge isim olarak en nihayetinde Venediklilere ait olan “incarnato” kelimesinin verilmesinde karar kılınmıştır. Pembe rengi tanımlayan ilk kelime gül çiçeği anlamına gelen “rose” değil, “incarnato” olmuştur. Sonunda bir adı olan pembe, sanat dünyasında kendisini daha çok gösterecektir.
Pembenin Kullanıldığı Sanat Eserlerine Kısa Bir Yolculuk
Pembe kimi zaman duygulara tercüman olmuş, kimi zamansa toplumun nitelendirdiği kimlikler için sembolik bir renk olarak kullanılmış; fakat her ne olursa olsun o tatlı imajını hiç kaybetmemiştir. Pembe, tıpkı güzel bir manzaraya bakarken yaşadığımız o tatlı hisler gibi sanatta da yerini almıştır. Baktığımız sanat eserlerinde bunu açıkça görebiliyorsak eğer, pembeye dair hangi sıfatları kullanırdık? Tatlı, iyi, şefkatli, sevgi dolu, güzel ve dahası… Biraz daha özel bir yerden bakabilmek için pembenin kullanıldığı sanat eserlerine doğru yol alalım.
Firsts Steps

İspanyol ressam Pablo Picasso tarafından 1943 yılında tuval üzerine yağlı boya olarak resmedilmiş bu eserde cilt rengini tanımlamak için kullanılan “incarnato” yani pembe ile özdeşleşen renk, annenin ten rengi olarak kullanılmıştır. Pembenin annenin ten renginde kullanılması ise manidar durmaktadır. İlk adımlarını atan bir çocuğun yaşadığı korku ve zafer karmaşası sırasında, anne arkada çocuğu usulca sarmalamıştır. Annenin yüzündeki hoşgörülü ifade, çocuğun tedirginliğini anladığını ve ona güven duyduğunu gösterir. Bu imgeyi verirken annenin ten renginin buğday tonlarında değil de açık pembe olarak görülmesi pembenin şefkati çağrıştırdığını hissettiriyor adeta.
Portrait of a Boy in a Pink Sailor Suit

İngiliz ressam Thomas Gainsborough tarafından 1782 yılında, pembe denizci kıyafeti giymiş bir çocuğun portresi olarak sunulan bu eser; pembenin bugünkü anlamını kazanmadan önce erkek çocukları için yaygın olarak kabul gören bir renk olduğunu destekleyen örneklerdendir. Pembenin ilk olarak erkek çocukları ile özdeşleşmesi bugünün penceresinden bakıldığında tuhaf gelebilir ama tarih, pembenin kızlardan çok daha önce bu rengin erkek çocuklara atfedildiğini göstermektedir. Bunun en önemli nedenlerinin başında, kırmızı üniformalı askerlerin ve kırmızı cüppeli kardinallerin döneminde; pembe rengin savaşın ve kanın rengini çağrıştıran, kırmızının alt tonlarından biri olması sebebi ile en maskülen renklerden biri olarak görülmesi gelmektedir.
The Pink Boy

Bu kodlamanın, sanatta karşılığını bulduğu diğer önemli sanat eserlerinden biri diğeri 1782’de yine Thomas Gainsborough tarafından, pembe kıyafet giyen erkek çocuğunun portresinin resmedildiği The Pink Boy da yukarıda yer almaktadır.
Queen Victoria With Her Son Prince Arthur

Bir diğeri; 1850’de Franz Xaver Winterhalter tarafından, geneli pembe kıyafetler içerisinde tasvir edilmiş olan, Prens Arthur’un resmedildiği Queen Victoria With Her Son Prince Arthur isimli eserdir.
Pinkie

Thomas Lawrence’ın 1794 yılında yaptığı pembe kıyafetli genç bir kızı resmettiği Pinkie tablosunun, Amerikalı milyoner Henry Huntington tarafından satın alınmasıyla, renk kodlamasında değişikliklere sebep olmuştur. 1938 yılında, Life dergisinde yayımlanmış ve cinsiyet kodlamasındaki yerlerin değiştirmesiyle, yeni bir referans oluşturmuştur.
The Pink Cloud

17. yüzyılın sonlarına doğru başlayan ve 18. yüzyılda devam eden, Rokoko akımı ile pastel tonlar benimsenmeye başlanmıştır. Dolayısıyla pembe rengin kullanımı da artmıştır. Empresyonizm ve Yeni Empresyonizm (İzlenimcilik ve Yeni İzlenimcilik) akımlarını etkilemiştir. Yeni izlenimciliğin önemli sanatçılarından Fransız Ressam Paul Signac, sanatın geleneksel kurallarına aykırı bir şekilde pembe dağlar ve bulutlar çizdiği Pink Cloud isimli eserini 1916‘da yapmıştır. Renklerin gerçekliği ve yansıttığı duygular bir yana, sanat akımları da renklerin kullanımını etkilemiştir. Kullanılan pembe tonlamaları tıpkı bir pamuk şeker gibi gözükmekte ve pamuk şeker ne kadar tatlıysa bu bulutlar da o kadar tatlı görünmektedir sanki.
The Open Window

Fovizm akımını benimseyen Fransız ressam Henri Matisse, 1905 yılında Open Window isimli eserini alışılmışın aksine resmederek modernizmin ilk ikonik çalışmalarından birini gerçekleştirmiştir. Matisse, yaz aylarında kaldığı Fransa’nın Akdeniz kıyısındaki küçük bir kasaba olan Collioure’da penceresinin manzarasını betimlemiştir. Eserdeki cam pervazlardan çiçeklere, teknelerden gökyüzüne kadar pembenin farklı tonları kullanılırken hiçbir renk bir diğerine müdahale etmemektedir. Alışılmışın dışında deniz açık pembe, dalgalar daha koyu tonda bir pembeyken; gökyüzüne doğru mor, mavi, pembe renkler görülmektedir. Bu, adeta pembenin tonlamalardaki dansını gösterir gibi görünüyor ve bu dansa güzel bir manzarayla bakıyoruz. Havanın güzelliğini duyumsuyor ve tatlı bir yaz gününde pembenin coşkusunu yaşıyoruz.
Pembe Miami Projesi

1983 yılında Miami’de gerçekleşen “Surrounded Islands” projesi pembe rengin en etkili ve gösterişli sanat uygulamalarından biri olmuştur. Yaratıcı çalışmaları ile ünlü Christo ve Jeanne Claude Biscayne Koyu’nda bulunan 11 ada, 6,5 metrekarelik bir alanı kaplayan su üzerinde yüzen pembe bir polipropilen kumaş ile çevrilmiştir. Sanat yazarı ve eleştirmen Baal- Teshuva‘ya göre bu çalışma, Claude Monet‘nin nilüferlerini akla getirir niteliktedir. Adaların pembe kumaşlarla çevrilmesi ise yeşillik ve çiçeklerin birlikte dans edişi gibidir. Kokulu çiçekleri ile ünlü tropik bir bitki olan frangipaninin tatlı tonlarını yansıtan pembe renk, Miami’nin egzotik dokusunu ve ruhunu yansıtan simgesel bir renktir. Eserin yaratıcıları ise; pembe rengi seçmelerindeki nedeni, bu rengin doğa ile güçlü bağları olmayışının ve yapay bir renk olarak algılanmasının sergiledikleri eserin insan yapımı olmasını vurgulamadaki başarısı olarak açıklamışlardır. Sanatçı çift, ihmal edilmiş ve kaderine terk edilmiş bu adaları; sevgi ve mizahla dokuyarak pembe renk ile canlandırmakla kalmamış, çalışmadan önce yaklaşık 40 ton civarındaki çöpü toplayarak adaların nefes almasını sağlamışlardır. Aynı zamanda Miami’nin bu proje ile gözde bir kent olmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu eserin katmanlı yapısını sanat eleştirmeninin ve sanatçının yorumlarına bakarak da anlayabiliyoruz. Ayrıca; sanatın katmanlı yapısını, sanat eleştirmeninin ve sanatçının yorumlarına bakarak da anlayabiliyoruz. Sanat yazarı ve eleştirmeni, pembe rengini doğayla bağdaştırarak görebilirken, sanatçı pembenin doğayla güçlü bir bağı olmayışına ve sanattaki yaratıcılığa gönderme yaparak pembe rengini seçtiğini açıklamış. Her iki bakış açısı da gayet doğru görülürken sanatın bu katmanlı şöleni karşısında heyecanlanmamak mümkün değil!
Şahane Macera Filmi

Pembe, resim sanatında olduğu kadar 1957 yılında ABD yapımı müzikal bir film olan Şahane Macera isimli bir sinemayla da kendisini göstermiştir. Filmde; New York moda dergisi editörü olan Maggie Prescott karakterinin hışımla ofise girdiği ünlü sahnede editör derginin çıkmak üzere olan sayısını beğenmediğini, ve sayının bu hâliyle Amerikan kadınlarını hayal kırıklığına uğratacağını söyler.
Derginin de insanlar gibi etten kemikten insanlar olması gerektiğini belirten Prescott’un dikkatini pembe bir obje çeker ve bir anda “pembe düşün” diye bağırır.
Bir anda gelen bu ilhamla birlikte şarkı söylediği eğlenceli sahne kesitini izlemeniz için ekliyor ve iyi seyirler diliyorum.
Funny Face “Think Pink” / Kaynak youtubecom
Kaynakça
Woodford, Susan. Resimlere Bakmak. İstanbul: Hep Kitap, 2022
Gülşen, Pelin. Renkler. İstanbul: Destek Yayınları, 2022