1986 yılında İngiltere’de kalabalık bir futbol stadyumunda gerçekleşen bir kaza neticesinde Anthony Bland, kendisini kalıcı bir bitkisel hayata sokan hiposik beyin hasarına maruz kalmıştı. Bland’ın beyin sapı her ne kadar işlev görmeye devam etse de beyin zarı oksijen yetersizliği nedeniyle tahrip olmuştu. Ancak tüm bu talihsizliklere rağmen Bland hala hayatta kabul ediliyor, yani hukuken ölüm gerçekleşmiş sayılmıyordu. Durum böyle olunca, doktorlar tarafından Bland’ın “haysiyetiyle, acısız ve ızdırapsız” ölmesi için tedavisine devam edilmesi yerine doktorların tedaviye son vermelerine izin verilmesi için mahkemeye başvuruldu. Akabinde İngiltere’de dava görülmeye başlandı ve yargılama aşamasında mahkeme tarafından görevlendirilmiş avukat, bu talebin doktorun hastasına karşı yükümlülüğünün ihlalini teşkil edeceği iddiasında bulundu. Yargılama devam ederken mahkeme hakimi tarafından hastanın son durumunun tespiti için hastaneye gidildi. Yargıç tarafından hastanın durumu şu şekilde izah ediliyordu:
Kişi hastanede yatıyor. Burnundan boğazına geçerek midesine inen bir tüpe pompalanan sıvı yemek ile besleniyor. Mesanesi penisine takılmış bir sonda ile boşaltılıyor. Ki bu da zaman zaman pansuman ve antibiyotik tedavisini gerektiren enfeksiyonlara neden oluyor. Katılaşmış eklemleri uzuvlarını sert bir şekilde kasmış; öyle ki kolları göğsü boyunca sıkı bir şekilde sarılmış; bacakları da doğal olmayan bir şekilde bükülmüş. Boğazındaki refleks hareketleri kusmasına ve ağzından salyalar çıkmasına sebep oluyor. Bland’ın hiç bilinci yok.. Karanlık ve boşluk.. Hiç bitemeyecek.
Yargılama, yargının neticesi kesin bir hukuka uygunluk bulunmaması üzerine bir süre daha devam etti. Her ne kadar 5 hakimin tamamı da Bland’ın hayatının sonlandırılmasına izin verilmesi konusunda hem fikir olsalar da kararın gerekçesinde, ötenazi uygulanarak Bland’ın hayatının sonlandırılmasının hangi hukuk kuralına, hangi ilkeye dayandırılması gerektiği konusunda bir ortak noktada buluşulamadı. Böylece hem hayatın kutsallığı hem de hastanın otonomluğu arasında sonu çıkmaz sokak olan bir yerde kalındı. Ötenazi tartışmasında, Bland’ın örneğinde olduğu gibi, hastanın açık rızası/talimatı yokluğunda yargıçların nasıl hukuka uygun karar verecekleri sorusu hali hazırda günümüzde de devam etmektedir.
Hakimlerin uzunca bir süre verdikleri kararı hukuki çerçeveye uydurma çalışmaları, araştırmaları devam etti. Daha sonra, süregelen hukuki tartışmalar, hukuki inceleme ve analizler neticesi itibariyle Bland’ın beslenmesi ve sıvı yüklemesinin durdurulmasının bir suç teşkil etmeyeceğine oybirliği ile karar verildi. Gerekçe olarak da hayatının sonlandırılmasında veya tedavinin devam ettirilmesinde Bland’ın menfaatine dayanan herhangi bir hususun bulunmaması gösterildi.
Yukarıdaki davada görüleceği üzere hastaya ötenazi uygulanması doktorlar tarafından talep edilmiştir. Peki ötenazi nedir ve çeşitleri nelerdir?
Ötenazi kelimesi Yunanca’dan gelir ve kökünde 2 kelimeden oluşur: “Eu-Thatanos“. Eu iyi, güzel, Thanatos ise ölüm anlamına gelir. Böylece Euthanatos kelimesi eski yunancada “iyi ölüm” anlamına gelmektedir. Temel olarak kelimenin kökeninde acısız, haysiyetli ölüm manası yatmaktadır. Kelime Türkçede ise TDK’ya göre “ölüm hakkı” olarak anlam kazanmaktadır. Bu haliyle ötenazi bir hastanın, hastalığından dolayı çektiği acıyı sonlandırmak için kişinin rızası doğrultusunda hayatına acısız şekilde tıbbi yolla son verilmesi eylemidir. Bu tanıma bir örnek verecek olursa Frued, hastalığı neticesinde çektiği acılara daha fazla dayanamayarak doktoruna kendi rızası ile ötenazi uygulaması talimatında bulunmuş ve fazla doz morfin alarak 86 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Bu haliyle ötenazi bir nevi intihar mıdır? Kişinin kendi tercihine bırakılarak yasal çerçevelerde düzenlemesi yapılmalı mıdır?
Ötenazinin etik olup olmadığı sorunu üzerine çeşitli filozoflar eğilmiştir. Ötenazi kelimesi ilk defa Francis Bacon tarafından 1623 yılında ortaya atılmıştır. Bacon, doktorun görevinin sadece hastayı tedavi etmek değil aynı zamanda hastanın acılarını da dindirmek olduğu düşüncesini savunmuştur. Ek olarak da doktorun acıları dindirme görevinin sadece hastayı iyileştirmekle değil aynı zamanda “kolay ve adil” bir ölümü sağlamak aracılığıyla da gerçekleştirilebileceğini iddia etmektedir. Thomas More, David Hume ve Nietzsche tarafından ötenazi savunulmuş, Kant tarafından ise bu fikir kati suretle reddedilmiştir. Thomas More, Ütopya adlı eserinde “Böyle bir hasta yaşayan ölü olduğu için hem başkalarına yük olur, hem de kendi acı çeker. Böyle hastalara rahipler ve devlet adamları ölüme razı olup, acılarından kurtulması için öğüt verirler. Eğer hasta hayatına kendi eliyle son veremiyorsa, o zaman kendi adına başka birisinin yapmasına izin verirler. Bu erdemli bir davranıştır ve Ütopya’da yüksek saygı görür.” görüşünü savunmuştur.
Hukukta ötenazi “acıma duygusu nedeniyle, tedavisi olanaksız ya da çok büyük ve dayanılmaz acılar veren bir hastalığa yakalanmış olan kimseyi çekmiş olduğu ızdıraptan kurtarmak için öldürmek” olarak tanımlanmaktadır (Ömeroğlu 1993/188). Görüldüğü üzere aslında tüm tanımların tek bir ortak noktası vardır: Tedavisi mümkün olmayan hastalık neticesinde acıların dindirilmesi.
Ötenazinin yasal olduğu ülke sayısı çok azdır. Peki uygulamada ötenazi çeşitleri nelerdir? Ötenazi temelde ikiye ayrılmaktadır: Aktif Ötenazi ve Pasif Ötenazi.
Aktif ötenazi iradeye bağlıdır, yani kişinin kendi rızası doğrultusunda talep etmesidir. Pasif ötenazi ise irade dışıdır. Doktor tarafından uygulanması gereken tedavinin pasif kalınıp uygulanmaması ve ölüm neticesinin ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Pasif ötenazi açısından belirleyici olan, hareketin ihmalî bir davranışla gerçekleştirilmesidir.
Hukuki ve tıbbî olarak tartışmalara neden olan ötenazinin bir de felsefî olarak değerlendirilmesi vardır. Burada, “İnsan hayatı kutsallığı, kişinin aksi yöndeki rızasına rağmen uygulanmalı mıdır?” sorusu ön plana çıkmaktadır.
Bir hususun etik olarak değerlendirilmesi için iki unsur aranır. Bunlardan birincisi ilgili konunun yanında ve karşısında lehe ve aleyhe olacak şekilde görüşlerin olması ve tartışılmasıdır (Tez-Antitez). İkincisi ise bireyin etik ödev ve yükümlülükleri ile ilgili evrensel ahlakî bir problem olmasıdır. Temelde bakıldığında ötenazi aslında etik bir konudur. Burada sorulması gereken en önemli soru, “Yaşam hakkı gibi ölüm de kişi için bir hak mıdır?” sorusudur.
Günümüzde “insan haklarına değer veren”, “insan hakkı kutsallığını savunan” ülkelerde dahi yasal olarak bu konu hakkında düzenleme bulunmamaktadır. Yasal düzenlemelerin yapılmamasında ana sebep ise insanın yaşam hakkın kendisine rağmen korunması düşüncesinin hakim olmasıdır. Kimi ülkelerde şayet kişi tarafından “yaşam vasiyetnamesi” düzenlenir ve “eğer fiziksel veya aklî yetersizlik nedeniyle kendi tıbbî bakım ve tedavime dair kararlara katılamaz duruma gelirsem aşağıdaki tıbbi koşullarda ve iki bağımsız doktorun makul biri iyileşme umudumun olmadığını onaylaması halinde, hayatımın suni şekilde devam ettirilmemesini arz ederim.” şeklinde açıkça rıza ve beyanının olması halinde bu beyanın geçerli olması gerektiği tartışmaları devam etmektedir. Ancak unutulmaması gereken bir husus, evrensel olarak yapılan araştırmalar incelendiğinde ötenazi talebinde bulunan her 3 hastadan birisi psikolojik olarak ikisi ise fiziksel olarak ötenazi uygulamasını istemektedir. Yani, burada belirli bir noktadan sonra hem psikolojik hem de tıbbî tedavi yöntemleri eksiksiz ve kesintisiz uygulandığında kişinin yaşama döndürülüp döndürülemeyeceği sorusu akıllara gelmektedir.
Bu soruya cevap ararken daha başka bir takım sorunlar hâli hazırda yine karşımıza çıkmaktadır. Kutsal olarak sayılan 3 dinde de kişinin kendi rızası ile ölümü tercih etmesi, intihar etmesi yasaklı sayılmakta ve neticesinde bunun büyük bir günah olduğu kabul edilmektedir. Dini olarak toplum yapısının ahlaki değerlere de göz önüne alındığında uygulama nasıl olmalıdır? Uygulamada hangi etik ve ahlaki değerler, hangi hukuki kavramlar dikkate alınmalıdır? Bütün bu sorular girdap şeklinde insanı içine almakta ve çözümü olmamaktadır. Keza burada da herhangi bir görüşü kesin olarak belirtmek veya savunmak uygun değildir.
Ülkemizde bu husus Hekim Hakları Yönetmeliği’nin 13. maddesinde “Ötanazi yasaktır. Tıbbi gereklerden bahisle veya her ne suretle olursa olsun, hayat hakkından vazgeçilemez. Kendisinin veya bir başkasının talebi olsa dahil, kimsenin hayatına
son verilemez.” şeklinde düzenlenmiş ve yasaklanmıştır.
Pekala, tüm bunlar doğrultusunda yaşam hakkımızın kutsallığının ne denli bilincindeyiz?
Kaynakça
Ömeroğlu, Ömer. Ötanazi. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 188.
Wacks, Raymond. Hukuk Felsefesine Kısa Bir Giriş, Çev.: Engin Arıkan. Tekin Yayınevi: 2015, s. 58.
Oğuz N.Y. Tıp Etiği Açısından Ötenazi, 3P Dergisi, 1996; Pediatrik Ötenazi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 1996: 39, ss. 767-776
Bilgin G.N.. Ötenazi: Tanım ve Tarihçe, Lokman Hekim Journal, 2013; 3(2), ss. 25-31.