Ramazan ayını sadece dinî görevlerin yerine getirildiği ve uhrevi duyguların öne çıktığı bir süreç olarak düşünmek eksik kalır. Bilhassa Osmanlı döneminde İstanbul özelinde baktığımızda şehrin bu bir ay boyunca kültürel ve sosyal açıdan pek çok değişiklik yaşadığını görürüz. Osmanlı dönemi İstanbul’unda Ramazan, şehrin tarihi hakkında da önemli bilgiler barındırır. Hayatı şekillendiren bir unsur olarak karşımıza çıkan Ramazan ayı, toplum hayatı hakkında da bilgiler ihtiva eder. Zira Tanzimat Dönemi öncesi ve sonrası Osmanlı toplumunun Ramazan ayını algılayış ve yaşayış tarzı ile birlikte zaman içerisindeki değişimi de gözler önüne serer.
Nerede O Eski Ramazanlar?

“Yılın öteki aylarında İstanbul silüeti gece çöker çökmez kararırken, Ramazan’ın başlamasıyla birlikte ışıltılar şaşırtır insanı.”
Sık sık duyduğumuz ve sarf ettiğimiz bir sözdür: “nerede o eski Ramazanlar?” Eski ramazanları yâd ederken tam olarak neyi kastederiz? Çocukken yaşadıklarımızı mı yoksa büyüklerimizden duyup imrendiğimiz hikâyeleri mi? Peki eskilerin ramazanları nasıl geçiyordu? Eskilerden kastımız Osmanlı dönemi İstanbul halkı ise tahmin ettiğimizden çok daha farklı bir Ramazan ayı yaşadıklarını söylemek mümkün. Öncelikle dinî yönüyle anılsa da, bu ay ibadetlerin yanı sıra çeşitli kültürel faaliyetlere de ev sahipliği yapıyordu. Osmanlı coğrafyasının genelinde Ramazan ayı gelmeden yapılan hazırlıklar olsun, Ramazan geldikten sonrası olsun etkisi hissediliyordu. Bunun ile birlikte imparatorluğun payitahtı olan İstanbul’da bu ay çok daha hareketli ve diğer şehirlerden farklı şekilde yaşanıyordu.
Oruç nedeniyle imsak ile iftar arası çeşitli ibadetler ve iftar hazırlıklarıyla nispeten sakin geçerken iftardan sonrası sokaklar hareketlenmeye başlıyordu. Normal şartlarda Müslümanlar için gece hayatı olmayan şehirde bilhassa teravih sonrası insanlar sokaklara dökülüyordu. Şehrin merkezi noktaları olarak kabul edilen Ayasofya Camii ve Bayezid Camii civarı başta olmak üzere Divanyolu ve Direklerarası eğlencelerin merkezi olmuştu. Özellikle 19. yüzyıl ile birlikte kadınların da iftardan sonra dışarı çıkarak bu eğlencelere katılmaları dikkat çekiciydi. Halkın eğlence anlayışını oluşturan en temel unsur, iftar sonrası kahvehanelerde ve çayhanelerde oturarak yapılan sohbetlerdi. Edebiyatçılar, yazarlar ve gazetecilerin bu mekanlarda toplaştıkları görülürdü. Bunun yanı sıra Karagöz ve meddah gösterileri başta olmak üzere tiyatro halkın en çok rağbet ettiği etkinliklerdendi. Özellikle Direklerarası çeşitli tiyatro sahnelerine ev sahipliği yapması sebebiyle Ramazan ayının en çok tercih edilen mekanlarından biriydi. Öyle ki tiyatro sanki Avrupai bir eğlence değilmişçesine âdeta Ramazan ayı ile özdeşleşmişti.
İstanbul’da Ramazan Kültürü

“Ramazan boyunca Karagöz, meddahlar, ortaoyuncuları, geleneksel oyunları düzenleyenler gibi kent zanaatkarları ve halk tabakalarına dönük geleneksel kültür; kıraathaneleri, tiyatroları, sinemalarıyla büyük ölçüde Batı’dan etkilenmiş modern bir kültürün kendi öğeleriyle birlikte yaşamını sürdürür.”
Ramazan ayı, şehrin yaşantısında olduğu kadar görünümünde de değişiklik yaşanmasına sebep oluyordu. Bu değişikliklerden en önemlisi, geceleri şehrin her yanının aydınlığa bürünmesiydi. Kandiller ve mahyalarla aydınlanan İstanbul, huzurlu ve hareketli bir görünüm kazanırdı. Kandil yakılması gelenek olarak Müslüman toplumlarda görülürken mahya geleneğinin Osmanlıya özgü oluşu dikkat çekicidir. Ayrıca bu geleneğin sadece İstanbul, Bursa ve Edirne‘de olması bu şehirlerin kendine has bir Ramazan yaşayışı olduğunu da gösterir. Ramazanın önemli sembollerinden olan mahyalar, camilerin minareleri arasına gerilen ip üzerine yerleştirilen kandillerden oluşuyordu. Ramazanı öven özlü sözler, dinî ifadeler ve öğütlerden müteşekkil olan mahyaların kurulma aşaması da oldukça meşakkatliydi. Mahyalar kurulurken veyahut değiştirilirken izlemek İstanbul halkının oldukça ilgisini çekerdi. Mahya kuran kişilere mahyeci denirdi ve yaptıkları iş oldukça tehlikeliydi. Soğuk havalarda mahya kuran mahyecilerin zatürreye yakalanmaları işten bile değildi. Ayrıca halatlar üzerinde kandilleri yerleştirirken düşüp ölenler de olabiliyordu.
Ramazan ayı ile özdeşleşen unsurlardan biri de Bayezid Camii’nde kurulan sergilerdi. İlki 1864 yılında Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleşen sergi, ilerleyen yıllarda Bayezid Camii avlusunda kendine yer bulmuştu. İstanbul esnafının ürünlerini sergilemek ve satışlarını arttırmak maksadıyla şehrin merkezi noktalarından biri olan Bayezid Camiinin avlusunda açtıkları bu sergiler halk nazarında oldukça rağbet görürdü. Çeşitli yiyeceklerin de bulunduğu ve iftar hazırlıkları için alışverişlerin yapıldığı sergide hediyelik eşyalar da olmak üzere daha pek çok ürün satılırdı. Özellikle Ramazana denk getirilen bu sergilere farklı coğrafyalardan tüccarlar gelerek ürünlerini satarlardı. Bu sergiler, Osmanlı ekonomisini geliştirmek açısından da kıymete haizdi.
Yazarların Kaleminden İstanbul Ramazanları

“Ayasofya Meydanından bed’ ile Bayezid’de iki kola ayrılarak biri Fatih, diğeri Valide Camiine kadar imtidad eden caddelerde müstesna bir kalabalık ve fevkalade bir zehâb ü iyâb gördünüz mü, takvimi açmaksızın ve hatta minarelerde mahya ipi aramaksızın hükmedersiniz ki mübarek şehr-i sıyâm hulûl etmiştir.”
Osmanlı dönemi İstanbul‘unda Ramazan ayı hakkında bilgileri dönemin gazetelerinde çıkan yazılardan ve edebî eserlerden öğrenebiliyoruz. Yazarların yaşadıkları dönemde bizzat tecrübe ettikleri şekliyle ramazanı izah etmeleri biricik anılar olması nedeniyle de ilgili çekici detaylar barındırır. Ayrıca kendi çocuklukları ile kıyasladıkları veyahut büyüklerinden duydukları ramazanlar ile mukayese ettikleri anlatımlar oldukça dikkat çeker. Benzer şekilde yüzyıllar boyunca farklı coğrafyalardan çeşitli seyyahların ayak bastıkları İstanbul’da bu kutsal ayda gördüklerine anılarında yer vermeleri önemlidir.
Gérard de Nerval, Doğu’da Seyahat adlı kitabında “hem perhiz hem karnaval olan o hayırlı Ramazan ayı” şeklinde bir tanımlama yapar. Gerçekten de yazarların aktardıkları ramazan anlatılarına baktığımız zaman bu aya özgü dinginlik ve manevi atmosferin yanı sıra sosyalliğin ve serbestliğin de arttığını gözlemleriz. Théopile Gautier, İstanbul kitabında “Normalde İstanbul’un sokakları aydınlatılmaz ve herkesin elinde birini arıyormuş gibi, bir fener olması gerekir; ama Ramazan vakti alışıldığı üzere karanlık olan bütün bu meydanlar ve küçük sokaklar neşeyle aydınlatılmış olur.” demektedir. Gazeteci Ercüment Ekrem Talu da çocukluğundaki Ramazanlardan bahsederken benzer konulara değinerek “Ramazan benim için her zamankinden fazla serbesti, eğlence ve zevk ayıdır” der ve ekler “Her gece beni yatsı ezaniyle beraber yatağa sokan, her sabah horozlarla uyandıran mecburiyetlerden hiçbiri yok. Mektep öğleye kadar azad.”
Cenab Şahabeddin‘in Ramazan ayı hakkında yazdığı ve gazetelerde yayımlanan yazılarından oluşan İstanbul’da Bir Ramazan, İstanbul’da gündelik hayat ve Ramazan ayının şehirde nasıl yaşandığına dair güzel detaylar barındırır. Tarihi yarımadada kalabalık hasıl olduğu takdirde Ramazanın geldiğine hükmetmek gerektiğini vurgulayan yazar “Artık Divanyolundasınız. Ramazan hayatı bilhassa bu yolun iki tarafındaki yaya kaldırımları üzerindedir.” der. Refik Halid ise bir yazısında “Ah eski Ramazanlar!” diyerek eski Ramazanların bolluk ve bereketinin kalmadığından yakınır.
Netice itibariyle Osmanlı İstanbul’unda Ramazan ayı anlatılarına baktığımız zaman bir şehrin kültürel ve sosyal karakterini oluşturan unsurların halkının yaşam biçimi ile de doğrudan ilintili olduğunu görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında Ramazan ayı sadece dinî hayatın bir parçası olarak kalmamış, halkın toplumsal hayatı kadar eğlence kültürünü de şekillendirmiştir.
Kaynakça
Aşık, Fadime. Osmanlı İstanbul’unda Ramazan Kültürü ve Ramazan Sofraları. İstanbul: Ketebe Yayınları, 2020.
Çilli, Özgü. Osmanlı’da Eğlence. İstanbul: İletişim Yayınları, 2023.
Georgeon, François. Osmanlıdan Cumhuriyete İstanbul’da Ramazan. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018.
Şakir, Ziya. Osmanlı Döneminde İstanbul Ramazanları. İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, 2013.
Şahabettin, Cenab. İstanbul’da Bir Ramazan. İstanbul: Dergah Yayınları, 2012.


