Oscar Wilde, 19. yüzyılın sonlarına doğru yaşamış bir İrlandalı yazar, şair ve oyun yazarıdır. Wilde, estetizm akımının öncülerinden biri olarak kabul edilir. Eserlerinde estetizmi, mizahi eleştiriyi ve zengin dil kullanımını birleştirerek öne çıkmıştır.
Hayatı, zengin bir ailede doğması ve İngiltere’nin elit kültür çevrelerinde büyümesiyle şekillenmiştir. Oxford’da eğitim aldıktan sonra, edebi kariyerine başlamış ve sosyal yaşantısıyla da dikkat çekmiştir.

“Dorian Gray’in Portresi” adlı romanı, Wilde’ın en bilinen eserlerinden biridir. Estetizminin ve ahlaki eleştirilerinin ön planda olduğu bu eser, Wilde’ın edebi kişiliğini yansıtır. Aynı zamanda “Önemsiz Bir Kadın” ve “Ciddi Olmanın Önemi” gibi tiyatro eserleri de büyük ilgi görmüştür. 1895 yılında ahlaki suçlamalarla hapse mahkum edilmiş ve cezasını çektikten sonra sağlığı bozularak 1900 yılında Paris’te yaşamını yitirmiştir. Wilde, edebi mirası ve özgün yazım tarzı ile 19. yüzyılın önemli figürlerinden biri olarak anılmaktadır
Oscar Wilde, bugün yaşasaydı hangi filmleri önerirdi hiç düşünüp merak ettiniz mi? Bugünkü yazımızda bu konu üzerinde duracağız. Wilde’nin hafif mizah ve zekâ dolu eserler yazıp bu türden hoşlandığını düşünürsek, romantik komediler ve entelektüel zekâyı ön plana çıkaracak düşündürücü filmleri tercih ederdi. Gelin, bu filmler neler, birlikte inceleyelim.
1. The Grand Budapest Hotel (2014)
The Grand Budapest Hotel, Gustave H. (Ralph Fiennes) adlı otel müdürü ile onun sadık lobi görevlisi Zero Moustafa (Tony Revolori) arasındaki eşsiz dostluğu konu edinen bir film. Gustave, oteldeki zengin müşterilere özenli hizmet sunan bir karakterdir. Bir müşterisinin ölümü üzerine ortaya çıkan miras anlaşmazlıkları ve çalıntı bir sanat eserinin peşinden yaşanan olaylar, filmi zengin ve karmaşık kılar. Hikaye, farklı zaman dilimlerinde anlatılır: 1930’larda otelin altın dönemi, II. Dünya Savaşı sonrası düşüş ve 1968’de günümüzden anlatıcı perspektifiyle. Film, absürd mizah, entrikalar ve beklenmedik dönemeçlerle dolu bir macera sunar.
The Grand Budapest Hotel estetik açıdan dikkat çeken sahneleri, derinlikli karakterleri ve hikayesindeki karmaşıklıkla Wilde‘ın ilgisini çekebilecek bir film olarak öne çıkar.
2. Amélie, 2001

Amélie, 2001 yapımı bir Fransız filmidir. Filmin konusu, Amélie Poulain (Audrey Tautou) adlı genç bir kadının Paris’te sıra dışı bir hayat sürmesini ve çevresindeki insanların hayatlarına dokunarak onlara yardım etmesini anlatır. Olağanüstü olayları günlük hayata entegre eden bir büyülü gerçekçilik anlayışına sahiptir. Amélie’nin diğer karakterlere olan etkileşimi ve onlara yardım etme çabası ile birlikte insan doğasının farklı yönlerini ele alır. Wilde’ın yazmış olduğu eserlerinde de karakter derinliği ve insan ilişkileri konusundaki zenginlik, onun ilgisini çekebilir.
Sonuç olarak, Amélie, estetik açıdan zengin, büyülü gerçekçilikle bezeli ve insan doğası üzerine düşündürücü unsurları içeren bir film olduğundan, Oscar Wilde’ın bu filmi beğenebileceğini düşünebiliriz.
3. The Lobster (2015)
The Lobster, Yorgos Lanthimos‘un yönettiği bir distopik komedi-drama filmi olarak öne çıkar. Film, bekâr insanların belirli bir süre içinde eş bulma zorunluluğu olduğu bir toplumu konu alır. Bu süre zarfında eş bulamayanlar, hayvana dönüştürülme riskiyle karşı karşıyadır. Film, absürd bir dünyada geçer ve bu absürdlüğü mizahi bir dille işler. Wilde’ın eserlerindeki mizah anlayışıyla paralellik gösterir. Mizah, filmdeki tuhaf kurallar ve ilişkilerle dolu dünyayı anlamamıza yardımcı olur.
Ayrıca, The Lobster toplumsal normlara ve modern ilişkilere eleştirel bir bakış sunar. Wilde’ın toplumsal eleştiriyi mizahi bir şekilde işleme eğilimiyle bu film arasında benzerlikler bulunabilir. Film, ilişkilerin zorunlu normlara göre değerlendirildiği bir toplumda bireyin özgürlüğünü sorgular. Filmdeki karakterler karmaşık ve sıra dışıdır; bu da Wilde‘ın eserlerindeki gibi ilginç karakter dinamikleri ve ilişkileri sevme eğiliminde olan yazarı cezbedebilir. The Lobster, insan doğasının karmaşıklığına dair çeşitli katmanlar sunarak, Wilde’ın edebi zevkleriyle örtüşebilecek derinlikte bir film olarak öne çıkar.
4. Inception (2010)

Inception, Christopher Nolan’ın yönettiği bir bilim kurgu başyapıtıdır. Film, hırsızlık alanında uzmanlaşmış Dom Cobb‘un (Leonardo DiCaprio) liderliğindeki bir ekip etrafında döner. Ancak bu ekip, sadece bilgi çalma işleri yapmaz; aksine, bilgi yerine bir fikri zihinlere yerleştirme yeteneğine sahiptir. Bu işlem “inception” olarak adlandırılır ve zihin bükme konsepti etrafında şekillenir. Dom Cobb, işinde bir virtüozdür ancak aynı zamanda geçmişinden kaynaklanan kişisel zorluklarla da mücadele eder.
Cobb’un suçlamalar ve trajedilerle dolu bir geçmişi vardır. Bir yandan ekibiyle karmaşık bir görevi başarmaya çalışırken, diğer yandan kendi içsel çatışmalarıyla yüzleşir. Film, katmanlı bir hikaye yapısına sahiptir ve izleyiciyi gerçeklik ile rüya dünyası arasında gezdirir. Wilde’ın zekâya ve entelektüel derinliğe olan ilgisi bu karmaşıklığı takdir edebilir. Inception, gerçeklik, rüya ve bilinçaltı gibi felsefi konuları işler. Wilde’ın eserlerindeki gibi felsefi düşüncelere ve derin temalara sahip olması, onun ilgisini çekebilir.
5. Dorian Gray (2009)

The Picture of Dorian Gray adlı romanın film uyarlamasının konusu da, Oscar Wilde’ın orijinal eserine dayanmaktadır. Roman ve film, genç ve çekici Dorian Gray‘in (Ben Barnes), portresini yapan ressam Basil Hallward (Ben Chaplin) ile tanışmasıyla başlar. Dorian, ressamın arkadaşı Lord Henry Wotton (Colin Firth) ile tanıştığında, Lord Henry’nin hedonistik ve çürük yaşam felsefesinden etkilenir. Dorian, gençliğini ve güzelliğini kaybetmemesi için portresinin yaşlanmasını ve çirkinleşmesini üstlenen bir anlaşma yapar.
Zamanla, Dorian’ın yaşam tarzı ahlaki bir çöküşe ve birtakım suçlara yol açar, ancak kendisi fiziksel olarak değişmez. Dorian, yaptığı kötülüklerin bedelini portresi üzerinden ödemedikçe genç ve çekici kalır. Roman ve film, ahlaki değerler, güzellik takıntısı, günah ve bedelinin ödenmesi gibi derin temaları işleyerek, okuyucuyu veya izleyiciyi etkileyici bir içsel yolculuğa çıkarır.
Oscar Wilde bugün aramızda olsaydı, büyük bir olasılıkla kendi eseri olan The Picture of Dorian Gray romanını beyaz perdeye uyarlamış bir filmi önerirdi. Kendi eserinin sinematik yorumu, izleyiciye karakterlerin derinliklerini, ahlaki çatışmalarını ve estetik zenginliklerini daha yakından deneyimleme fırsatı sunardı. Wilde, bu özel filmle kendi görsel sanat anlayışını ve edebi eserinin sinematik adaptasyonunu paylaşma şansını kaçırmazdı.




