Düşünün ki karşınızda Tanrı’nın sözlerinin olduğu iddia edilen bir kitap var ve onu ne okuyabiliyorsunuz ne de anlayabiliyorsunuz. Onu yalnızca belli bir grup okuyup, size okuduklarını almış olduğu uydurma bir eğitim ile aktarabiliyor. Eğer “ben de okuyayım” derseniz ya da “farklı bir fikir olabilir” diye düşünürseniz de bu sefer öldürülebiliyorsunuz. Böylece bilgisiz, baskı ve korku içerisinde, gelişime kapalı ve batıl inançlar çerçevesinde yetişiyorsunuz. Tek doğrunuz kilisenin size söyledikleriyken kilisenin tek doğrusu ise kendi çıkarları… Bir yerlerden kulağa tanıdık geliyor gibi değil mi? Orta Çağ’ın karanlığına hoş geldiniz!
Günümüzün her gün değişen gündeminden, yaşadığımız toplumsal buhranlardan bunaldığımızda ya da sosyo-politik eleştirilerimizi dile getirirken zaman zaman bir durup “Yok! Ben bu çağa ait değilim.” derken buluruz kendimizi. Bunda bazen geçmiş zaman özlemi bazense bizlere anlatılan “eskiden bu kadar da kötü değildi” diye masalsılaştırılan ögelere duyulan özlem ve onları hiç yaşayamamışlığımıza olan iç çekişlerimiz etkili olur. Peki, gerçekten de bu çağa ait miyiz, yoksa eski çağlarda yaşasaydık şu anki bilinç düzeyimizle ne kadar var olabilirdik, hiç düşündünüz mü? Bu yazı serisi ile Orta Çağ Avrupası’na doğru bir yolculuğa çıkmadan önce uyaralım: Okurken içinizden “cehlin yıktığını irfanla yapacağız” pankartları açmak veya İlber Ortaylı edasıyla “çok cahilsiniz!” demek gibi ani gaza gelişler yaşayabilirsiniz😊

Orta Çağ Avrupası hakkında bugüne dek pek çok tuhaf sayılabilecek gelenek, inanış ve adetten bahsedilmiştir. Bunlara kulak aşinalığımız olsa da duyduklarımızı yargılamadan önce tarih okumasında olayları neden ve niçinlere dayandırarak bakmakta fayda var. Bu sebeple öncelikle bu absürtlüklerin ortaya çıkmasına sebep olan Orta Çağ Avrupası’nın ne gibi dönüşümler geçirdiğine bir göz atalım.
Bahsettiğimiz dönem siyasi karmaşaların, Rönesans’ın, dini seferlerle beraber coğrafi keşiflerin de yaşandığı karmaşık bir dönem. V. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar süren Orta Çağ dönemi, Avrupa tarihi açısından dönüşümler silsilesini tetiklediği kadar oldukça yorucu ve uzun bir dönemi de kapsıyor. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden Rönesans’ın doğuşuna uzanan bu dönem bilimden ve gelişmeden uzak, salgın hastalıkların kol gezdiği, kilisenin çıkarları doğrultusunda din faktörü ile insanların baskılandığı “karanlık” bir dönem.
Eğitime Karşı Kilise

Bu dönemde yaşıyorsanız eğitime ulaşmanız neredeyse imkansızdı; çünkü X. yüzyılda eğitim yalnızca okuma ve yazma ile sınırlıydı. Bu hakkı elde etmeniz için soylu ya da yüksek rütbeli kişi olmanız bile zaman zaman yeterli olmuyor, yalnızca kilise mensubuysanız bu hakka erişebiliyordunuz. Eğer bilimle ilgileniyorsanız kilise tarafından dinsiz ilan edilip aforoz edilmeniz ise kaçınılmazdı (Gümüş, 27-32).
Skolastik düşünce ve dinsel eğitimin olduğu bu dönemde kilise kendisine antitez üretecek bilim alanındaki gelişmelerin önünü kesiyordu. Bu yaklaşım XI. yüzyıl sonrasında ise yavaş yavaş terk edilecek ve dönüşümler hızlanmaya başlayacaktı (Sebetçi, 103-105). Fakat biz bu adı üstünde “karanlık” olarak adlandırılan dönemden devam edelim.
Yaş 35, Ömrün Tamamı

“Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün” diyemezsiniz çünkü ömür hepi topu bu kadar. Bilimin ve ilerlemenin olmadığı bu dönemde insanların hayatta kalma oranları ortalama 30-35 yıldı. Mesela bu çağda doğmuş olsaydınız muhtemelen çocuk olarak yaşama şansınız çok azdı çünkü doğum sonrası ilk iki yıl içerisinde sağlıksız koşullar ve tetikleyicisi olan sağlık sorunları sebebiyle ölmüş olacaktınız. Her ne kadar buna şans denilir mi bilinmese de diyelim ki şansınız yaver gitti ve yaşadınız. Eğer bir erkek olarak dünyaya gelmişseniz her an zorunlu olarak askere alınabilir, zorlayıcı yaşam koşulları sebebiyle açlıktan ya da bir hastalıktan ölebilirdiniz. Peki ya kadın olarak doğmuşsanız? işte o zaman da cadı olarak yaftalanabilir, türlü işkencelere maruz kalabilir ve öldüğünüzde ruhunuzun şeytandan arındırıldığı söylenebilirdi.
Hak-Hukuk-Adalet

Böylesine tuhaflıklarla dolu bu çağda hak, hukuk, adalet nasıldı derseniz, hayvan mahkemelerinden başlayalım derim. Bu dönemde tıpkı insanlar gibi hayvanlar da mahkeme karşısına çıkıyor ve hatta sanık sıfatıyla yargılanıyorlardı. Gerçek bir hakim ve avukat eşliğinde gerçekleşen hayvan mahkemelerinin XIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar varlığını sürdürdüğü biliniyor.
Orta Çağ’da bir hayvanın sanık olduğu en az 85 mahkeme kaydı bulunuyor. Böceklerden büyükbaşlara kadar tüm hayvanlar yasayı ihlal ettikleri şüphesi üzerine mahkemeye çıkarılıyordu. En azılı suçlular ise genelde domuzlardı çünkü insan vücudunu kemirmemesi gerekirken bu suçu işliyorlardı ya da bir çiftçinin oğlunu öldürmemesi gerekiyordu. Sonuç olarak bazen kazığa bağlanıp yakılıyor, bazense asılarak idam ediliyordu.

1386 yılına dair bulunan mahkeme kayıtlarında bir domuza yelek ve eldiven giydirilip, insan kılığına sokularak idam edildiği belirtiliyor. Tabii hayvanlar alemi içerisinde tek azılı katiller domuzlar olamazdı, bir de horozlar vardı. 1474’te bir horozun yumurtanın üzerine oturması ile yumurtladığı düşünülmüş ve bunun doğaya kesinlikle aykırı olduğu gerekçesi ile suçlu bulunmuştur.
Bu hak ve adalet arayışında farelerle ise dürüst ve sağlıklı bir iletişim kurma yoluna gidilmişe benziyor 😊 Edward P. Evans’ın, Hayvanlara Yönelik Cezalar ve İdam Cezaları (The Criminal Punishment and Capital Prosecution of Animals) adlı belgesinde farelerin istenmeyen ilan edildiği ve evleri terk etmeleri için onlara dostça bir tavsiye mektubu gönderildiği yazılmıştır. Tırtılların da bahçedeki bitkileri yemesi sebebiyle kasabaları derhal terk etmeleri emredilmiştir. Sonuçta neden olmasın, değil mi? 😊 Üstelik bu olaylara karışan direkt failler değil, onların yanında bulunan yavruları ya da sürüdeki iş birlikçileri de tutuklanarak yargılanıyordu. Sonuçta suç ortaklığı söz konusuydu ve cezasız kalamazlardı.

Zaman zaman adaletin göz yaşarttığı olaylar da yaşanmıyor değildi. Mesela 1457’de bir anne domuz ile yavruları bir çocuğu öldürmekten yargılanıyorken, anne asıl suçlu bulunarak idam edilse de domuz yavruları yaşları nedeniyle masum olarak görülüp serbest bırakılmıştır. Bir maymuna karşı gerçekleşen taciz davası sonucunda maymun erdemli bir hayvan olarak belirtilmiş ve mağdur sıfatıyla oturduğu sandalyeden mağrur bir edayla kalkmayı başarabilmiştir. Bir eşek ise katılmış olduğu bir karmaşadan dolayı serbest bırakılmıştır çünkü eşek kime göre bilinmez, ama olaylara istemeden karışmıştır.
Bu davalarda yunuslar, köpekler, atlar, keçiler, inekler, boğalar hatta böcekler bile yargılanmıştır. Peki ya kediler? Pek çok farklı kültür ve dönemde büyünün sembolü olarak görülen kediler Mısır’da kutsal, Antik Yunan’da gizemli canlılar olarak belirtilir. Orta Çağ’da ise şeytanın işini yaptıklarına inanılıp sürekli idama mahkûm edilmişlerdir.

Bugün internette Papa IX. Gregory’nin “Kediler şeytandır, onları öldürün!” şeklinde bir ferman verdiği bilgisi dolaşsa da buna dair net bir kanıt bulunamamıştır. Kedi popülasyonundaki düşüşün fareleri çoğaltması ve bununla veba hastalığının yayılmasın tetiklediği biliniyor. Papa’nın bu fermanı dolayısıyla kedilerin öldürüldüğü ve vebanın arttığı söylense de Papa IX. Gregory’nin ölüm tarihi ile veba salgınının tarihi arasında 100 yıllık bir farkın olması bu bilgiyi geçersiz kılıyor.
Günümüzden bakılınca gözümüzün önüne teatral bir sahne beliriyor olsa da bunlar Orta Çağ’ın gerçeklerinden yalnızca bir kaçı. Orta Çağ üzerine araştırma yapan bilim insanları hayvan mahkemeleri ve davaları ile ilgili bu tür işlemlerin neden gerçekleştiğine dair çok sayıda olası açıklama öne sürmüşlerdir. Bunlardan bir tanesi de Orta Çağ toplumlarındaki güçlü batıl inançlar ve ilahi bir Tanrı inancına dayanan katı bir anlayışın olmasıdır. Bazı akademisyenler bu anlayış sebebiyle düzen bozucu herhangi bir şeyin ciddi suretle ele alınması gereken bir olay olarak görüldüğü fikrini öne sürmektedir. Diğer bir görüş ise hayvanlarla neredeyse günün en az on altı saati bir arada yaşayan insanların hayvanlar yoluyla baskı altına alınasını sağlayabilmektir.
Orta Çağ Avrupası’ndaki mahkemeler yalnızca hayvanların yargılamalarında ibaret değildi. Daha da kötüsü bu dönemdeki yargılamaların sonucunda korkunç işkenceler de yapılıyordu. Kısacası ne insan olmak kolaydı ne de hayvan… Yazımızın devam serisinde boşanma davalarından başlayarak, evlilik süreçlerine ve dönemin eğlence kültürüne kadar pek çok konu başlığını ele almaya devam edeceğiz.
Kaynakça:
Gümüş, Tolga. “Ortaçağ’dan Erken Modern Döneme Batı Avrupa’da Eğitim Tarihi: Yeni Yaklaşımlar.” Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 6.1 (2010): 25-40.
Sebetci, Havva. “11. -12. Yüzyıllarda Ortaçağ Avrupası’nın Eğitime Genel Yaklaşımı.” Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi (SKAD) 2.3 (2016): 91-105.
“Back In The Middle Ages, Naughty Animals Were Given Lawyers To Defend Them In Court”. allthatsinteresting. Web. 12.04.2025.
“Papa IX. Gregory’nin “Kediler şeytandır, onları öldürün” fetvası verdiği iddiası”. dogrula.org. Web. 12.04.2025.
“Ortaçağ hakkında bilmediğiniz 15 rahatsız edici gerçek”. CNNTürk. Web. 12.04.2025.


