Orhan Kemal: Toplumsal Gerçekçi Romanın Usta Kalemi

spot_img

Türk edebiyatının usta yazarlarından biri olarak kabul edilen Orhan Kemal, gerçek adıyla Mehmet Raşit Öğütçü, 15 Eylül 1914’te Adana’da dünyaya gelmiştir. Çocukluk yılları döneminde 1. Dünya Savaşı’na ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna şahit olmuştur. Babası Abdülkadir Kemali Bey, Toksöz adlı bir gazete çıkarsa da Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkmasıyla birlikte gazete kapatılmış ve tutuklanmıştır. 1930’da hapisten çıktıktan sonra Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkasını kuran Abdülkadir Bey, Ahali adlı gazeteyi çıkarmış fakat sonrasında partiyi kapatarak ailesiyle birlikte Suriye’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Bu süreçte Orhan Kemal, bir süre Suriye ve Lübnan’da kaldıktan sonra tekrar Türkiye’ye yerleşmiştir. Kâtiplik, dokumacılık, fabrika işçiliği gibi farklı işlerde çalışması ise, buralardaki işçilerin yaşamlarını yakından gözlemlemesine olanak sağlarken aynı zamanda edebiyat anlayışını da şekillendirmiştir.

Cumhuriyet Dönemi edebiyatının toplumcu gerçekçi yazarları arasına giren Orhan Kemal, eserlerinde toplumun içerisindeki sosyal çatışmaları, yoksulluk ve işçi sınıfının içerisinde bulunduğu durumları tema olarak belirlemiştir. Tarlada çalışan ırgatların, fabrikadaki işçilerin, köyden kente göç eden gurbetçilerin acıklı hikâyelerini gerçekçi bir şekilde konu olarak işlemiştir. Aynı zamanda Orhan Kemal’in kendi yaşamı içerisinde çekmiş olduğu geçim sıkıntısı ve yoksulluk, eserlerinde belirgin bir biçimde kendisini göstermektedir.

Hapishane Yılları

Orhan Kemal 1 Mayıs 1938’de henüz 24 yaşındayken, Niğde’de askerlik görevine başlar. Bölükteki asker arkadaşlarından daha çok bilgili olmasının yanı sıra komutanlarının verdiği derslerde bile yanlışlar bularak onları rahatsız etmiştir. Zaman zaman komutanından şartlı izin alarak Adana’ya karısını ve çocuğunu görmeye giden Orhan Kemal, hem askerde hem Adana’da arkadaşlarıyla şiir, edebiyat, politika, felsefe üzerine konuşmalar yapmaktaydı. Aynı zamanda münakaşa etmekten kaçınmayan yazarın, fikirlerini her zaman kabul ettirmenin bir yolunu bulan kişiliği, onun ne kadar tutkulu bir insan olduğunu görmemizi de sağlamaktadır.

Garnizonda asker çantası içinde Nâzım Hikmet’in şiirlerini, gazetelerden kesilmiş birtakım kupürleri taşıyarak bunları çeşitli yerlerde okurken, genelde içkili yerlerde sivil memurlar ile tartışır, yaptığı ateşli konuşmaların raporları memurlar tarafından tutulurmuş. Bu raporlar sonucunda Orhan Kemal 11 Ekim 1938 tarihinde Nazım Hikmet, Maksim Gorki’nin kitaplarını okumak ve komünizm propagandası yapmak gibi sebeplerden ötürü sakıncalı bulunarak beş yıl hapse mahkum edilmiştir.

Orhan Kemal ve Nazım Hikmet Anıları

Orhan Kemal’in anlatımıyla:

1940 senesi kışı idi. Dikkat edin 1940 dedim. O zaman harp çıktı, devam ediyordu. Fakat henüz yalnız batıda. Ben hapishane kaleminde evraklar ile uğraşıyordum. Amirim olan hapishane kâtibi postadan yeni gelmiş resmi evraka bakıyordu. “Ooo” dedi “gözün aydın üstadın geliyormuş.”

“Üstad da kim?” Hiçbir üstadım falan yoktu

“Hadi hadi numara yapma, canım Nâzım Hikmet işte. Senin üstadın sayılmaz mı?”

İnanamadım. Elinde tuttuğu müzekkereyi uzattı; “14 Mayıs 1966 tarihinde bitecek olan ceza süresini doldurmak üzere tutuklu Nâzım Hikmet idarenizde bulunan cezaevine naklen gönderiliyor.”

Bana hapishane bahçesinde dikilmiş zambakların yeşil yaprakları üzerindeki karlar erimiş gibi, umumi afla serbest bırakılmışım cezamın bitmesine kadar olan yıllar birden tükenmiş gibi geldi. Herkes gibi ben de ona gıyaben hayrandım. Herkes gibi kendimi bilmeden onu seviyordum. Muazzam koca şair…

İdareden usulcacık çıktım. Hapishanede şiir yazan kendilerini şair sanan bizler üç kişiydik; Necati, İzzet ve ben. Fakat birincilik bende idi. Ne de olsa yazdıklarım basılıyordu. Koşmamak kendimi zor tutuyordum. Necati’nin koğuşuna gittim. Necati Nâzım’ı İstanbul Tevkifhanesinden tanıyordu.

Nâzım’ın geleceğini duyar duymaz Necati bir çocuk gibi ellerini çırpmaya sıçrayıp hoplamağa başladı.

“Yaşasın!”

Sonra da “Aman!” dedi, “Sakın ha şiirmiş soruymuş canını sıkmayın. Bundan hiç hoşlanmaz, pılısını pırtısını toplar başka koğuşa gider. İzzete de tembih et.”

İki saat geçmeden bütün hapishane öğrenmişti; Nâzım’ı getiriyorlar.

Aradan birkaç hafta geçti, yine böyle kurşuni sisli bir sabah evrak karıştırıp pencereden karla örtülü yeşil zambak yapraklarına yine bakarken Necati nefes nefese kaleme geldi: “Nâzım Hikmet’i az önce getirdiler!”

İyice hatırlıyorum, kalemimi elimden düşürdüm.

“Müdürün yanına soktular, ona senden bahsettim gel şimdi neredeyse avluya çıkaracaklar.”

Bunları nefesi kesilerek bağırıyordu. Elimi kaparak beni neredeyse çekmeğe başladı. O kadar heyecanlıydım ki başım dönüyordu. Onu; Benerci, Jökond, Bedrettin destanlarını yazan insanı, şimdi görecektim demek!

Kapı açıldı, gülümseyerek çıktı. Göz göze geldik. Mavi gözlerinde, gülümsemesinde tertemiz apaçık çocuksu bir şey vardı. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünürmüş gibi durakladı sonra Necati’yi gördü. Ona doğru gitmek istedi fakat Necati Nâzım’a doğru koşarak beni takdim etti. Nâzım askerce topuklarını birleştirerek ve yüzüne ciddi bir ifade vermeye çalışarak kendini takdim etti:

“Ben Nâzım Hikmet!”

İşte karşılaşmamız böyle oldu, böylece talebesi oldum.

Ben de ona kendimden fazla inanıyordum.

Hapishane yıllarında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışması ve 3 yıl kadar süren koğuş arkadaşlığı, Orhan Kemal’in yaşamında dönüm noktası olmuştur. Nazım Hikmet, oda arkadaşı Orhan Kemal’i sık sık teste tabi tutar; eğitim durumunu, dil bilgisini ve felsefeye olan ilgisini sorgulardı. Orhan Kemal’in şiire olan ilgisini duyunca yazdıklarını görmek istemiş fakat daha ilk dörtlükte şiirine “Berbat” diyerek önünü kesmiştir.

Beklenen gün geldiğinde ikili hapishane müdürünün odasında taşınır, el sıkışır. Öğlen yemeği vaktinde bir sucuklu yumurtayı paylaşırlar. İkili ilk defa burada sohbet eder ve Nâzım, yalnızlıktan hoşlanmadığını söyleyerek Orhan Kemal’e onun koğuş arkadaşı olmak istediğini söyler. Gerekli izinler alınır ve böylece ikili ilk günden koğuş arkadaşı olur. Kemal’in okuduğu şiirleri en ağır yorumlarla yeren Nâzım, ona örnek olması için “Ben İçeri Düştüğümden Beri” şiirinden “Onlar ki toprakta karınca/ Suda Balık/ Havada kuş kadar çokturlar/ Korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar/ Ve kahreden, yaratan ki onlardır” dizelerini okur. Okudukları karşısında Kemal’in büyülendiğini gören Nâzım, ona hocalık yapmayı teklif eder.

Nâzım Hikmet, o günden sonra Orhan Kemal’i saatlerce çalıştırır. Kemal’in yazdığı şiirleri beraber değerlendirir, eksiklerini giderirler. Bu sırada Orhan Kemal, şiirin yanında düzyazılarına da devam eder. Bir gün Nâzım, Kemal’in masasında bir kısa hikâye bulur. Hikâyeyi okuyan Nâzım koşarak Orhan Kemal’in yanına gelir ve sorar: “Bunu siz mi yazdınız?” Nâzım’ın attığı fırçalardan tecrübeli olan Kemal çekingen bir “Evet” der. Bunun üzerine Nâzım da sitem ederek “Birader, niye bahsetmediniz bundan! Siz düzyazı yazın, düzyazı” tavsiyesiyle okuduğu hikâyeyi ne kadar beğendiğini gösterir. Orhan Kemal de o andan sonra düz yazıya ağırlık vermeye başlar.

 

Orhan Kemal’in, Nazım Hikmet ile olan usta-çırak ilişkisinin derinliği, Orhan Kemal’in Bursa Cezaevinden tahliye edileceği zaman yazdığı şiirinde de açık bir şekilde görülür.

Sen
“Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni.

26 Eylül 1943

Seni yapayalnız bırakıp hapishanede

Bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken
Koşacağım memlekete.

Ve tren

Bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,

Gözü yaşlı bir genç kadına

Beş senenin ardından
Kocasını getirecek.

O dem ki boş verip istasyon halkına
Yanaklarından öperken sevgilimi
Sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın
İçimden bana

O dem ki yürekten her şey atılacak
Ekmek – kin – hasret
Fakat Nâzım Hikmet
Sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen
Aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını
Batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını. 

Günler geçecek
Ekmek derdi çökecek omuzlarıma.
Fabrika.
Makinalar.
Tezgâhım.
Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.
Karım yün çorap örecek.
Her hafta mektup yazacağız.
-Askere almazlarsa eğer-

Unutabilir miyim seni?
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü!
-Radyonun yanındaki duvara
Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin-

Unutabilir miyim seni?
Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum
Takunyalarının sesini!

Unutabilir miyim seni hiç?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
Hikâye, şiir yazmayı
Ve erkekçe kavga etmeyi senden!

Orhan Kemal 2 Haziran 1970 yılında araştırma ve seyahat için gitmiş olduğu Sofya’da beyin kanaması geçirmesinin ardından tedavi gördüğü hastanede vefat ederek aramızdan ayrıldı. 5 Haziran 1970 tarihinde ise Zincirlikuyu Mezarlığına defnedildi.

Orhan Kemal ardında 27 roman, 19’u öykü kitabı ile anı, inceleme, oyun, röportaj türünde eserler bırakmıştır.

En bilinen eserleri:

Baba Evi, Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar Üzerinde, Hanımın Çiftliği, Avare Yıllar, Gurbet Kuşları, Ekmek Kavgası, 72. Koğuş, Önce Ekmek, Mahalle Kavgası.

Kaynakça

http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/orhan-kemal

https://tr.wikipedia.org/wiki/Orhan_Kemal

https://www.cumhuriyet.com.tr/amp/haber/cumhuriyet-olum-yildonumlerinde-nazim-hikmet-ve-orhan-kemalin-anilarini-derledi-1742495

https://www.insanokur.org/orhan-kemal-in-hapishane-yillari/

https://www.tustav.org/gorsel-isitsel/orhan-kemal-nazim-hikmet-ile-tanismasini-anlatiyor/

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Editor Picks