Oppenheimer: Dünya Bugünü Hatırlayacak

Editör:
Günsu Akçatepe
" hide_table_content="td_encvalW2dpemxlXQ=="]

Prometheus, ateşi tanrılardan çalarak insana vermiş, bu sayede insanlık doğaya egemen olma gücüne sahip olmuştur. Tanrılar, bu sebepten dolayı Prometheus’u kayalara zincirleyerek, onu sonsuz bir zulme ve işkenceye mahkum bırakmışlardır. Prometheus’un, yaptığının sonuçlarına katlanma konusundaki direnci, onun mitolojide son derece sevilen bir figüre dönüşmesini sağlamıştır.

Oppenheimer‘ın açılışını oluşturan Prometheus’un bu hikayesini aklınızdan çıkarmayın, çünkü izlediğiniz film, onun hikayesinin insanlaştırılmış ve yaşanmış bir paraleli. II. Dünya Savaşı döneminde nükleer silah üretmek için başlatılan Manhattan Projesi kapsamında ilk atom bombasını icat eden teorik fizikçi J. Robert Oppenheimer‘ın dünyaya kendi kendini yok etme gücünü vermesinin hikayesini konu alan, Christopher Nolan‘ın merakla beklenen son filmi, üç saatlik süresi içinde tek bir kere bile tempoyu düşürmeden zirveye oynuyor. Atom bombasının arkasındaki adam gibi, bu film de izleyicinin zihninde silinmez bir etki bırakan sinematik bir bomba niteliğinde.

Beyninizi adeta bir plütonyum çekirdeği gibi parçalara ayıran film, Cillian Murphy‘nin olağanüstü başrol performansıyla birlikte Emily Blunt, Robert Downey Jr., Matt Damon, Florence Pugh ve birçok değerli oyuncunun incelikli performansları ile dolu. Kimi ünlü  oyuncular yalnızca tek bir sahne için bile olsa filme dahil olmuşlar, bu tercihlerle birlikte filmin ne kadar değerli bir yerde konumlandığını görebiliyoruz. Nolan’ın bu üç saatlik sunumu, üç farklı dönemi iç içe geçirirken, her biri önceki dönemi yeniden ziyaret ederek açılıyor. Bu zaman zıplamaları kimi zaman filmi siyah beyaza çekiyor, IMAX kameralarla çekilmesine rağmen filmdeki siyah beyaz kullanımı atmosfer açısından oldukça etkileyici bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Nolan’ın bu derinlemesine karakter çalışması, tematik olarak uyumlu bir hikaye, soluksuz bir ses tasarımı ve epik görsellerle birleşerek, uyumla çalan bir orkestrayı andırıyor.

Hikaye, tarihi olayları ustaca birleştirerek gerçekle kurguyu patlayıcı bir şekilde harmanlıyor ve J. Robert Oppenheimer’ın hayatının özünü yakalayan bir hikaye yaratıyor. Oppenheimer, asılı yargıçlar komitesinin önünde kendini savunurken, film onun anekdotları aracılığıyla geçmişe geri dönüyor ve Nolan, hipnotize edici çok katmanlı bir hikaye anlatım yapısı oluşturuyor. Bu yapıyı kullanarak, Oppenheimer’ın hayatını ve bombayı yaratmasını şekillendiren gizli süreklilikleri ortaya çıkarıyor. Oppenheimer’ın okul hayatında ve sonrasında karşılaştığı birbirinden önemli isimler, ekranınızın önünden geçip gidiyor. Albert Einstein‘da onlardan biri. Einstein, filmin başlangıcında, büyük bir felaketin kıyısında ve filmin sonunda yer alarak, adeta büyüttüğü teorik fiziğin başka bir beyin aracılığıyla dünyayı yerinden oynatmasını izliyor.

1945 tarih çizgisinin her iki tarafına da gidip gelerek, Oppenheimer’ın genç bir bilim insanı olarak her şeye nasıl başladığını izliyoruz. Yalnız ve mutsuz, kuantum mekaniğindeki yeni gelişmelerle birlikte heyecanlanan, anti-faşizmi ile Nazilerden önce bombayı geliştirme isteğini canlandıran genç bir solcu var karşımızda. Yüzlerce bilim insanının çalışmalarını yönlendiriyor.

“Ellerime kan bulaştığını hissediyorum.”

Oppenheimer bir Komünist değil, ancak hayatında birçok Komünist’e bağlı bir solcu. Kardeşi, kardeşinin eşi ve Florence Pugh tarafından canlandırılan depresif bohem metresi Jean Tatlock gibi birçok Komünistin, hayatında büyük bir yer edindiğini görüyoruz. Sol kanat siyasetiyle flört halinde olmasına rağmen sosyalizme katılmayı reddetme tercihi, Komünist Parti’ye hiç katılmamış olmasına rağmen, bir parti görevlisinin eski karısıyla evlenmesi ve FBI’ın bunları öne sürerek Oppenheimer için güvenlik izni vermemesi gibi birçok yerden Nolan, onun siyasi kimliğini de yeniden keşfetmemizi sağlıyor.

Aslında bakıldığında filmin büyük bir çoğunluğu bu siyasi çatışma ile alakalı. Atom bombasını yapmak ve onu patlatıp yüz binleri öldürmek ana karanın yüzeyi. Nolan bu film ile bizi patlamanın merkezinde uzun süreler tutmak yerine, patlamanın öncesine ve sonrasına odaklanıp, izleyiciyi Oppenheimer’ın çekirdeğine doğru çekiyor. 1938’de iki Alman bilim insanının atomu böldüğünü öğrenen Oppenheimer, önceleri bu mümkün değil demekte ısrar ediyor, ancak Berkeley’deki meslektaşları, başta Ernest Lawrence olmak üzere, bunun mümkün olduğunu gösterdiğinde aklı ona sadece tek bir şeyi işaret ediyor; bir atom bombası yaratabilme ihtimali. İzleyici olarak Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının patlama anlarına şahit olmak yerine yalnızca, atom bombasının yıkıcılığını ölçmek adına 16 Temmuz 1945’te gerçekleşen ve Trinity adı verilen teste şahit oluyoruz.

1945’in sonuna kadar Hiroshima’da atom bombası saldırısından dolayı yaklaşık 140.000, Nagasaki’de ise 80.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu sayıları aynı bu yazıdan okumak gibi, filmde de Oppenheimer ile birlikte radyodan gelen bir ses aracılığıyla öğreniyoruz. Kendi yarattığı “fiziğin”, dünyayı yok edecek bir “silah”a dönüşümünü binlerce kilometre uzaktan anlıyor. Bunu anladığında kamera, hayatını kaybedenlerin etrafında olmak yerine, Oppenheimer’ın etrafında olmayı tercih ediyor. Bu ve bundan sonrası için dünyanın nasıl bir tehlike ile burun burun kaldığını anlayan yaratıcı, savaşı kazanmanın sevincini yaşayan Amerikan halkının önüne atılıyor. Halkı daha da heyecanlandıracak kelimeler ağzından döküldüğü sırada, içinde bir yerde bastırmaya çalıştığı vicdanı kırılıp üzerimize saçılıyor. Seyirciler arasında gözleri ışıldayan kadınlar, yanıp kavrulmuş kadınlara; sahne arkasında öpüşen sevgililer, birbirlerinin kucağında son nefesini vermiş insanlara dönüşüyor. Film, atom bombasının insan etine ne yaptığını böyle gösteriyor, ancak bunlar Japonya’ya yapılan gerçek saldırıların yeniden canlandırmaları değil: acı çeken Oppenheimer, Amerikalıların bunu bizzat yaşadığını hayal ediyor. Oppenheimer sahneden inip ahşap zemine basarak ilerliyor, fakat zihninde küllerin içinde yürüyor. Film, hiçbir duygu sömürüsüne girmeden patlamanın hasarını, patlamanın yaratıcısının gözlerinden oldukça etkili bu sekans ile vermeyi başarıyor.

Henüz patlamamış bir bomba…kimsenin gerçek olduğunu bilmediği bir tehlike.”

Nükleer silahların uzun vadede ne kadar tehlikeli olabileceğini bilen ve bir diğer yandan da kendi vicdani hesaplaşması içinde kalan Oppenheimer, Atom Enerjisi Komitesi Danışma Kurulu Başkanı olarak geri kalan yıllarını nükleer silahsızlanma üzerine çalışmalar ve lobiler yaparak geçirmeye çabalar. 1953’te Sovyetler Birliği’nin patlattığı ilk termonükleer bomba ile komünist casusların Los Alamos Laboratuvarı’nda olduğunun ortaya çıkması, onun ulusal bir kahramandan vatan hainine dönüştürmek için yeterliydi. Aynı ateşi çalıp insanlığa veren Prometheus’un akıbeti gibi. Yaptığı şey için cezası kesilmeliydi artık. Başından beri duruşundan ödün vermediği sol siyasi görüşü ve yeni yapılacak atom bombalarına karşı çıkması onun bir casus olarak etiketlenmesine ön ayak olacaktı.

Nolan bu film ile sadece fizik yapan bir adam ile onun yaptığı bu fiziği nükleer bir silah haline getiren diğer adamları birbirinden ayırmamızı istiyor. Keza duygusal karmaşa içinde olan Oppenheimer’ın atom bombasını atan Amerikan başkanı ile olan görüşmesindeki sahnede başkan ona söyle söylüyor; “Hiroshima seninle ilgili değil. İnsanlar atom bombasını yapanla değil, onu oraya atan ile ilgilenecekler. Ben attım.”

Hiroshima bombasının başarılı patlamasından sonra, Murphy, Oppenheimer’ın şok içinde olduğunu, ancak aynı zamanda coşkuyla alkışlayan meslektaşları ve astlarına aynı coşkuyla karşılık vermesi gerektiğini beden dili ile ustalıkla ifade ediyor. Oppenheimer, silahının gerçek kullanımını göremedi, ölüm olduğunu, dünyaların yıkıcısı olduğunu görmedi ve Nolan’da bunu gösterme kararı alıyor.

Oppenheimer’nin ses tasarımı, duyulara yönelik patlayıcı bir saldırı gibi. Gürültülü patlamalar ve gürleyen bas sesi, sinema salonunu sarsarak, izleyiciler üzerinde her sahnenin etkisini arttırarak, gerginliği en tepeye çıkarıyor. Ludwig Göransson‘ın etkileyici müziği, duyguların artan bir crescendo oluşturarak filme bir başka yıkıcı dinamizm katıyor. Oppenheimer’ın kişiliğinin ve kararlarının diğer insanlar üzerindeki etkisini de anlatarak, hikayeyi yalnızca ona ait olmaktan çıkartıp katmanlaştırıyor.

Nolan, Oppenheimer’ın ve diğer tarihsel öneme sahip kişilerin hayatını estetik olarak cesur bir şekilde dramatize ederken, aynı zamanda tüm karakterlerin ve olayların metaforik ve sembolik olarak kullanılmasına izin veriyor. Böylece bireylerin ve toplumların kararlarının beklenmeyen etkisini anlatan çok daha büyük bir tuval ortaya çıkıyor. Tarihi doğruluğu, anlatısal yaratıcılıkla birlikte dengede tutmak kolay değil. Nolan filminde bunu başarıyor. Atom bombasının etik ve ahlaki sonuçlarının keşfi, izleyicileri insanlığın en yıkıcı yaratısının sonuçlarını düşünmeye zorlayan felsefi bir bomba niteliğinde.

spot_img
Günsu Akçatepe
Günsu Akçatepe
yolda görüşürüz

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Marmaris’te Yaz Rüyası: 5 Günlük Keşif Rotası

Ege ve Akdeniz'in incisi Marmaris için keyifli bir yol rotası.

Feminizmin Gücü: Patriyarka’nın Sosyal Yapılara Etkisi

Patriyarkal sisteme meydan okuyan feminizm, kadını güçlendirip eşitlikçi bir toplum inşasına öncülük eder.

Söylenti Konser Takvimi: Üç Büyükşehirde Kimler Var?

Söylenti müzik ekibi tarafından hazırlanan; İstanbul, Ankara ve İzmir'e müzik coşkusunu tattıracak birbirinden farklı Mayıs ayı konserleri sizlerle!