Sanat, insanlığın en ilkel dönemlerinden itibaren varlığını sürdürmektedir. Opera; sanat dalları arasından tarihi çok eski zamanlara dayanan, yer yer anlaşılmayan lakin sanat camiasında sıra dışı etkisini daima koruyan bir türdür. Bu yazımızda bütün geçmişiyle ve ilkleriyle operayı mercek altına alacağız.
Opera Nedir?
Opera, konusunu tarihten, mitolojilerden ve efsanelerden alan müzikal ve teatral formdan sergilenen bir sahne sanatıdır. Bu sahne sanatında sözlerin bir çoğu müzik ile bestelenmektedir. İçinde oyun, dekor, dans, kostüm, ışık barındırması sebebiyle güzel sanatların arasında en kapsayıcı olarak opera ele alınabilir.
Tarihçe
Opera, kendi kimliğinden ayrı olarak çoğu kaynakta bir tiyatro türü olarak yer almaktadır. Bunun en önemli sebebi ise Rönesans Dönemi‘nde İtalya’da oynanan pastoral tiyatronun yerini alması olarak gösterilebilir. Pastoral tiyatro, koroyla söylenen şarkıları barındırdığından dolayı ilk opera örneği sayılmaktadır. Operanın, tiyatronun bir türü olarak görülmesindeki bir diğer etkenlerden biri de kaynak olarak tiyatro oyunlarının kullanılmasıydı. Floransa‘da Camerata isimli müzik bilginleri eski Yunan sahne oyunlarını yeniden canlandırmışlardır. 1595 yılından ”Defne” isimli oyunu şiir şeklinde müzikle oynamışlardır. Bu tür gelişmelerden sonra da 1637’de ilk büyük opera İtalya’nın Venedik kentinde inşa edilmiştir. İtalya’da başlayan tiyatro oyunlarını müzikal şeklinde oynama furyası bütün Avrupa’ya yayılmıştır. 18. yüzyılda Venedik’te 11 opera binası inşa edilmiş ve 400’den fazla oyun oynanmıştır.
İngiltere’nin opera ile tanışması 1656 senesinde ”Rodos’un Kuşatılması” oyunuyla gerçekleşmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de Fransa’nın Paris kentinde izleyicilerle buluşmuştur opera. Güzel sanatların yanı sıra, opera Avrupa mimarisine de büyük ölçüde katkı sağlamış bir sanat dalıdır. 15 ve 16. yüzyıllarda Rönesans mimarisi ile başlayan, 18 ve 19. yüzyılda da gotik mimari ile devam eden bir döneme sebep olmuştur. Günümüzde de bu mimari yapılarıyla hâlâ herkesi kendilerine hayran etmektedirler.

Operanın Gelişimi ve İlk Örnekleri
Yukarıda da belirtildiği üzere opera sanatının ana vatanı İtalya’dır. Yunan trajedilerini şiir şeklinde müzikle okuyarak başlayan opera serüveni, bu müziklerin nasıl olacağına dair çıkan tartışmalarla başlamıştır. Mısraları Renuccini tarafından ve Peri tarafından 1594’te bestelenen Euridice ilk opera olarak adlandırılmıştır ve sanat çevresi tarafından büyük ilgiyle karşılanmıştır. Daha sonralarda operanın gelişimine katkı bulunan isim Claudio Monteverdi oluyor, orkestra figürünü ön plana alarak, ses türlerini çeşitlendiriyor ve 1607 yılında L’Orfeo‘yu besteliyor. Burjuva kesiminin operaya ilgisinin artmasıyla sanatçılar, bir kişinin duygu ve düşüncelerini yansıtan aryalar yazmaya başlamışlardır ve böylece Venedik’te para karşılığı opera izlenebilen alanlar oluşturulmaya başlanmıştır. Akabinde operanın merkezi, Floransa‘dan Venedik‘e geçmiştir. Venedik operasında koro, ikinci plana atılmıştır.
17. yüzyıldan itibaren operanın değişimi Venedik’ten Napoli‘ye doğru olmaya başlamıştır. Ve Napoli’de gelişen opera bütün Avrupa’ya yayılmaya ve Avrupa’yı etkisi altına almayı başarmıştır. 19. yüzyılda büyük gelişme gösteren opera sanatı, bu yüzyılın ilk yarısında güldürücü bir şekilde yazılan opera buffa olarak sergilendi. Bu tür, İtalya’da Rossini, Donizetti ve özellikle Mozart ile büyük yankı uyandırdı.
Almanya’da Hamburg şehri operanın merkezi haline geldi. Oynanan ilk Almanca opera eseri Seelewig adlı eser oldu. Hasse ve Graun ”opera buffa” türünde başarı gösterdiler.
Operanın yaygınlaştığı ülkelere bakıldığında, İngiltere’de saray maskeleri bu sanata rakip olarak görülmekteydiler. İlk İngiliz operası sayılan John Blow‘un ”Venüs ile Adonis” adlı eseri de maske başlığı taşımaktaydı. John Gay ve Johann Christoph Pepusch‘un hazırladıkları ”Dilenci Operası (The Beggars Opera)” ile İngiliz operası hayat buldu.
Fransa’da opera furyası 1645 senesinden sonra ülkeye gelen İtalyan gezginler sayesinde başladı. İlk opera binası Acadèmie Royale de Musique, Cambert adlı bestecinin ”Pomane” adlı eseriyle açıldı.
Türkiye’de ise opera, Cumhuriyet döneminden beri ilgi görmektedir. Ankara Devlet Operası’nın kurulmasıyla Türk besteciler de opera örnekleri üretmişlerdir. Adnan Saygun‘un Kerem‘i ve Nevit Kodallı‘nın Van Gogh‘u dünyaca bilinen eserlerimizdendir.
20. yüzyılın başında modernizmin de etkisiyle opera sanatında caz ve romantizm esintileri görülmektedir. Opera sanatı, yüzyılın ortalarına doğru gelişen post-modernizm akımı ve İkinci Dünya Savaşı‘nın sanat dalları üzerindeki yıkıcı etkisiyle dikkat çekici bir değişikliğe uğramıştır. Günümüzde tıpkı diğer sanat dalları olduğu gibi opera da bu yıkıcı etkiden yavaş yavaş kurtulmaktadır.

Operanın Bölümleri
Opera, iki temel kısımdan oluşmaktadır: Libretto ve müzik.
Libretto; konunun ele alındığı kısımdır. Genellikle trajedilerden, efsanelerden veya mitolojiden edinilen konuların işlendiği, çoğunlukla şiir şeklinde yazılan söz kısmıdır.
Müzik ise kendi arasında altı bölüme ayrılmaktadır:
- Uvertür; operanın açılış kısmıdır, konunun seyirciye özetlendiği kısım denilebilir.
- Resitatif; orkestrayla sıkı bir birliktelik içinde konuşur gibi serbest şekilde çalınan ya da söylenen bölümdür. Resitatifler sonraları aryaların doğumuna yol açmıştır.
- Arya; çoğunlukla soprano veya solistler tarafından uzunca solo olarak seslendirilen bölümdür. Kendi içerisinde üç bölüme ayrılmaktadır: Birinci bölüm konuşma havasında geçerken, ikinci bölüm -ritmik- andante temposuna sahiptir; üçüncü bölüm ise allegro temposu ile söylenmektedir.
- Koro; oyuncuların bir arada söyledikleri şarkı bölümüdür. Koroyu oluşturan sesler alto ve soprano ise kadın korosu, tenor veya bas ise erkek korosu ismini almaktadır. Korolar birkaç kişiden 150-200 kişiye kadar oluşan bir topluluk olabilir.
- Final; operanın son kısmıdır. Bu kısımda solo, koro sesler ve orkestra hep birlikte sahne alırlar. Genellikle finaller çok şatafatlı bir bitiş sergilemektedir.
- Bale; operanın uygun yerlerinde bale-rinalar tarafından yapılan danslardır. Balenin üstün olduğu operalara “Baleli Opera” denir.

Oldukça eski zamanlardan itibaren var olan opera sanatı çağlar boyunca gerek efsanelerden gerekse güncel olaylardan beslenmiştir. Barındırdığı çeşitli sanat yelpazesiyle güzel sanatlar arasında yıldızını parlatmış bir sanat türüdür. Sosyolojik olarak toplumların gelişmesiyle opera sanatı da kendini yenilemiş ve hâlâ günümüz dünyasında entelektüel kitlenin hatrı sayılır ilgi ve merakına maruz kalmaktadır. Ne yazık ki opera sınıfsal ayrımın en çok görüldüğü sanat dallarından biridir. Aristokrasi ile halk arasındaki ayrımı gözler önüne sermektedir.
Son olarak, bu yazıyı okurken dinleyebileceğiniz Georges Bizet tarafından yazılan Habanera aryasını sizlere armağan ediyorum. Bütün sanatların, bütün insanlar için eşit olabileceği günler görmemiz dileği ile sanatla kalın.


