Herkes içinde biraz da olsa yalnızlık taşır. Kimisi arkadaştır yalnızlıkla, kimisi ise düşmandır. Fakat bazı kişiler vardır ki içinde olduğu yalnızlıktan nefret ederken bile onunla beslenir, güçlenir; yalnızlığını sanata dönüştürür, âdeta kelimeleriyle yalnızlığı dansa kaldırır. Bu, bazı yazarların yalnızlığa dayanabilmek için kullandığı bir yöntemdir. Çünkü kaçmak istese bile o duygudan kaçamaz, yalnızlık içine işlemiştir. Bu kişiler için yalnızlık, hem hayata dayanabilmesini sağlayan hem de hayatı dayanılmaz kılan bir güçtür, güçlüktür. Oğuz Atay buna en iyi örnek olacaktır.
Oğuz Atay şeffaf, sıra dışı, içten ve dürüst bir yazar; daima doğruyu arayan ve hep doğrunun peşinde olduğu için yalnız kalan bir tutunamayandır. Çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği boyunca diğerleri tarafından yalnızlaştırılmıştır. Yaşamındaki yılların çoğunda maruz kaldığı derin yalnızlık, eserlerinde saydam bir duvar gibi karşımızda durmaktadır.
“’Önce kelime vardı,’ diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık. Kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, kelime ile birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.”
Oğuz Atay Kimdir?

“Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.”
İnebolu’da İstanbullu ilkokul öğretmeni Muazzez Zeki ve Kastamonulu, milletvekilliği yapan hukukçu Cemil Atay’ın çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi tarafından erken yaşlarda okuma yazma öğrenmiştir. Okul hayatındaki başarısıyla birlikte babasının da isteğiyle 1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinde inşaat mühendisliği eğitimine başlamıştır. Pek sevemediği okulu bittikten sonra meslek hayatında mühendisliğe devam etmiştir. Bu istemediği hayattan kitaplara sığınmış, sürekli okumuş ve araştırmıştır.
İlk romanı Tutunamayanlar ile 1970 yılında, TRT Roman yarışmasında başarı ödülü kazanmıştır. Diğer eserleri ise; Tehlikeli Oyunlar, Bir Bilim Adamının Romanı, Oyunlarla Yaşayanlar ve Korkuyu Beklerken’dir. 1976’da Eylembilim’i yazmaya başlamış fakat tamamlayamamıştır. Oğuz Atay, 13 Aralık 1977’de hayatını kaybetmiştir.
Tutunamayanlar’ın ana karakterlerinden biri olan Selim Işık: “Soğuk bir günde ölürsem de kimse gelmeyecek. Birkaç kişi bulunacak cenazede” der. Oğuz Atay, romanda bahsettiği gibi soğuk bir günde son yolculuğuna uğurlanırken Selim Işık aracılığıyla söylediklerinin aksine, büyük bir kalabalıkla uğurlanmıştır. Edebiyat dünyası ve hayranları onu son yolculuğunda yalnız bırakmamışlardır. Hâlbuki bütün hayatı boyunca yalnız bırakılmıştır.
Tutunmaya Çalışmak

“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.”
Oğuz Atay‘ın ilk romanı olan Tutunamayanlar, Türk edebiyatının ilk çağdaş romanı kabul edilmektedir. Bilinç akışı tekniğiyle yazdığı bu kitap alışılmışın dışında, modern bir eserdir. Bu yüzden anlaşılması ve kabul edilmesi hiç de kolay olmamıştır. En büyük hayali bu kitabın yayımlanması olan Atay en sonunda bu hayalini başarmıştır.
Eserleri yayımlanmış olsa da beklediği ilgiyi göremeyen Atay’ın huzursuz, ve olumsuz ruh hali eserlerindeki karakterlerde can bulmuştur. Bir röportajında eserlerinde “hayata tutunamayan, hayat karşısında genellikle hayal kırıklıklarına uğrayan insanları” anlattığından bahseder. “Büyük hayaller kuran fakat küçük hesapları, ürkeklikleri, tutuklukları ve endişeleri yüzünden hep hayal kırıklığına uğrayan kahramanlar.” Bu kahramanların hepsi yazarından bir parça taşımaktadır. Kitaplarında acının keskinliği kadar derin bir mizah da bulunmaktadır. Aslında hayat gibidir, biraz acı biraz neşe. Derin acılarda en tuhaf davranışları sergiler insanlar, Oğuz Atay da bunu eşsiz bir şekilde resmetmiştir.
Çabalarının karşılığını alamayan Oğuz Atay, Tutunamayanlar romanında dediği gibi kendi içine kapanmıştır. İnsanlarla daha az vakit geçirmeye başlayan ve kendi dünyasının dışına çıkmayan Atay, vefatından sonra Günlük olarak yayımlanacak günlüğüne şöyle yazmıştır:
“Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. ‘Kimseye söyleyemeden içimde kaldı, kayboldu.’ dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni ya da istediğim gibi dinlemiyorsa günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız.”
İçinde biriken bütün hayal kırıklıklarını, isyanlarını son cümleyle ortaya koymuştur. İnsan, hiçbir insana tutunamadığında yalnızlaşır en çok. Daha doğrusu birine tutunmak isteyip de tutunacak kimse bulamadığında yalnızlaşır insanlar. Oğuz Atay eserleriyle, tutunacak birileri olmayanların, yalnızların sesi olmuştur.

Bütün eserlerinde bahsettiği, kaçamadığı, kurtulamadığı yalnızlık, sesini kimsenin duymamasındandır. Bir bakıma onun için asıl yalnızlık hiçbir zaman anlaşılamamış olmasıdır.
“Belki de anlatmaya çalıştın birilerine. Kim bilir? Anlatamadın; belki o insanın yüzüne bakar bakmaz anlatmanın yararsızlığını gördün.”
Bu alıntı da dediği gibi, anlaşılmadığın yerde kendini anlatmaya çalışmak kifayetsizdir. Anlaşılmamış ve içinde hep bir boşluk hissiyle yaşamıştır. Yaşarken unutulmuş olduğuna inanmıştır. Bunun sebebi ise büyük bir yeteneğin birçok kişiyi korkutması ve eserlerinde korkunç bir mizahla eleştirdiği aydın sınıfın onu ve yazdıklarını görmezden gelmesidir.
“Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor.”
Umudu Beklerken

“Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar birşeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı?”
Romanlarındaki ana karakterlerin üzerine sinen yalnızlık, kendini sevememe ve kendilerini hep alaya almaları gibi olumsuz karakter kurgusu yazarın kendisindeki zayıf yönleri yansıtma biçimi gibi görünmektedir. Kendi ruhunun ve hayatının parçalarını karakterlerine işlemiştir.
“Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor.”
Yalnızlık, Oğuz Atay’ın ruhunu kemirerek çoğalmış ve zamanla yaşamdan çekilmesine sebep olmuştur, onu dayanılmaz bir sancıya sürüklemiştir. Ve artık kendi iç dünyasına dönmüştür.
“Artık yalnız kalacağıma göre, kimse artık benim yüksek sesle ya da içimden düşündüğümü bilemeyeceğine göre, bundan sonra her şey bana nasıl geliyorsa öyleydi. Yüksek sesle düşünürdüm; istediğim kadar korkar, istediğim kadar ölürdüm.”
Yazar için gerçek dünya kendi dünyası olmuş, dünyanın kötülüklerinden ve sahteliklerinden yorulmuştur. Yalnızlık onun için istemeden de olsa bir kaçış noktası olmuştur. Bir bakıma oradan çıkmak istediyse de tutunamamıştır.
“Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı vardır (dostlarının değerini bilmek için.) İşte tek başıma yıkılmış durumdayım.”
Yalnız olduğu için mi kimseye tutunamaz insan? Yoksa kimseye tutunamadığı için mi yalnız kalır?
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna. Tedirgin etme beni.”
Birine tutunmak ve alışmak sonra da yitirmek korkusu da insanın yalnız kalmasına sebeptir. Oğuz Atay’ı anlamak, yaşadığı dönemde mümkün olmamış olsa da günümüzde mümkündür. Onu tanımak; anlamak, yalnızlığını, içindeki boşluğu ve hayatı kaçırmanın pişmanlığını, tutunamamasını, tutunmaktan korkmasını görmek demektir. Onu tanımak insanın aslında o kadar da yalnız olmadığını, acı çekerken gülebilmeyi, azmetmeyi ve başarmayı yine de insanları sevmeyi anlamak demektir.
“Oysa yaşamış olduğum birçok yanlışlığı düzeltebilecektim. Bütün ayak izlerimin üzerinden bir daha gidecektim. Yalnız bir kere yaşanıyormuş.”
Yazdığı eserlerle konuşan ama konuştuğu dili herkesin bilmediği yalnızca oyunlarla yaşayanların, tutunamayanların anladığı eşsiz yazarı ve onun bize seslenişini unutmayalım.
“Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?”
Kaynakça:
Atay, Oğuz. Tutunamayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2017.
Atay, Oğuz. Tehlikeli Oyunlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 1994.
Atay, Oğuz. Oyunlarla Yaşayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları, 2004.
Atay, Oğuz. Korkuyu Beklerken: Hikâyeler. İstanbul: İletişim Yayınları, 2016.
Atay, Oğuz. Bir Bilim Adamının Romanı. İstanbul: İletişim Yayınları, 2007.
Atay, Oğuz. Günlük. İstanbul: İletişim Yayınları, 2019.
“Oğuz Atay.” oguzatay.net. Web. Erişim tarihi: 17.07.2025
“Oğuz Atay.” Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Web. Erişim tarihi: 17.07.2025
Kapak Görseli: perspektif.online