Instagram ve Youtube hesaplarında Alıntılarla Yaşıyorum ismiyle tanıdığımız Oğuz Aktürk ile bir röportaj gerçekleştirdik. Teklifimizi kırmayıp sorularımıza içtenlikle cevap verdiği için Oğuz Aktürk‘e teşekkürlerimizi sunar, sizlere de keyifli okumalar dileriz!
![]()
Guşef Alhas: Alıntılarla Yaşıyorum adında bir Youtube kanalınız var. Kanalınızda Dünya Edebiyatı üzerine bir seriye yer verdiğinizi gördük, ülke edebiyatları arasında sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Oğuz Aktürk: Benim en sevdiğim ülke edebiyatının artık net olarak Alman Edebiyatı olduğunu söyleyebilirim çünkü artık o kadar çok Alman Edebiyatı’ndan yazarlar okudum ki ama burada çok ilginç bir şey de var; aslında Alman olmayan Alman Edebiyatı yazarlarını daha çok sevdiğimi fark ettim. Kafka mesela Çekyalı bir yazardır ama Alman Edebiyatı yazar ya da Thomas Bernard, Avusturyalı bir yazardır ama sonuçta Almanca konuşulduğu için yine Alman Edebiyatı’ndan yazar. Hayatımda en sevdiğim kitap Niteliksiz Adam kitabı, bu da Avusturyalı bir yazar ama yine Alman Edebiyatı oluyor. Alman olmayan yazarların Alman Edebiyatı’ndan eserler vermesi beni gerçekten çok şaşırtıyor ve topluma karşı da çok net ve iğneleyici bakış açıları yakalamama sebep oluyor. Aynı şekilde Rus Edebiyatı’ndan örnek verecek olursam Rus Edebiyatı genelde melankoli ve acıyla birlikte oluşturulan varoluşçuluğu savunurken Alman felsefesi daha çok eylem üzerinden giden bir varoluşçuluk akımına sahip. Bu sebeple ben de hayatımda artık “eylem” kelimesini çok fazla barındırdığımı düşünüyorum. Goethe’nin Faust kitabında bir yerde: “Başlangıçta eylem vardı” şeklinde bir söz geçer. Goethe mesela yine Alman’dır, buradan bundan bahsedebiliriz.
Guşef Alhas: Bir okuma grubunuz var. Okuma grubunuzu kurmaya nasıl karar verdiniz? Bu düşünceyi eyleme geçirirken ulaşmak istediğiniz belirli bir hedefiniz var mıydı? Yola çıktığınızda belirlediğiniz hedefinize ulaşabildiniz mi? Geri dönüşler nasıl oldu?
Oğuz Aktürk: Kitap okuma grubuma ben 2020 yılında başladım. Pandemiden dünya kırılırken dünyanın bir yere doğru gittiğini fark edebiliyordum çünkü gerçekten bir geçiş aşamasındaydık ve her insan beslenebileceği farklı kaynakların arayışı içerisindeydi. Sanal sektörün de yükselmeye başladığını fark ettiğim için ben kendi tutkumu farklı bir grupla birlikte bir verim kaynağına dönüştürmek istedim. Aslında kitap okuma grubu fikri, benim içimde barındırdığım bir fikirdi. Her ay bir ya da iki kitap okuyarak bu kitapları insanlarla en azından sanal bir konferansla birlikte tartışabileceğimizi düşündüm, zaten ben eskiden 1000Kitap sitesinde İstanbul moderatörü olduğum için bir okuma grubu deneyimim vardı. Başlangıçta kitap okuma grubu yayınlarına iki üç kişi katılıyordu, şu anda altı yüz elli kişilik bir grubum olmuş oldu. Hiç böyle bir şeyin olacağını düşünemezdim ama insanların böyle bir fikre aç olduklarını ve farklı türler üzerinden giden bir okuma grubu fikrini sevdiklerini gördüm. Üç buçuk yıldır bu grubu yönetmeye devam ediyorum. Bazı insanlar sadece ilgi alanlarındaki kitapları okuyorlar. Roman, hikâye ya da tamamen psikoloji ve sosyoloji okuyan insanlar olabiliyor ama kitap okuma serüveni farklı türlerden kitaplar okuyarak geliştirilebilen bir şey. Bazı insanlar ilgi alanı olmayan bir türe ilgi duymaya başladıklarında o tür içerisinde çok farklı gerçekleri ya da bilgileri keşfedebiliyorlar. Bu yüzden her ay farklı türlerden kitaplar okuyarak kitap okuma yelpazemizi de genişletmeye çalışıyoruz. Başta koyduğum hedeflerin çok daha üstüne çıktığımı bu alanda söylemem gerekiyor.
Guşef Alhas: Felsefeden mitolojiye, distopyadan yeraltı edebiyatına kadar hemen her türlü kitabı okumaya özen gösterdiğinizi fark ettik. Bunun size ne gibi artıları oldu ve herhangi bir negatif tarafıyla karşılaştınız mı? Yeni bir türe başlarken kendinizi hazır hissetmediğiniz ya da zorlandığınız anlar oldu mu? Böylesine geniş bir yelpazeye sahip olmak isteyen okurlara nasıl bir öneride bulunabilirsiniz, bu yola nasıl çıkılmalıdır?
Oğuz Aktürk: Farklı türden kitaplar okumaya başlamamı ben tamamen mitolojiye borçluyum. Her yazarın belirgin bir özelliği vardır ve o da aslında belirgin bir merak duymaktır hayata karşı. Hatta Celal Şengör’e soruyorlar: “Siz niye bu kadar çok okuyorsunuz?” diye o da “Tamamen merak” cevabını veriyor. Bu da benim çok meraklı oluşumdan gelen bir şey. Çocukluğumdan beri sürekli etrafımdaki şeyleri anneme sorardım. Zaten çocukluk daha merakımızı kaybetmediğimiz, hayata karşı heyecanlı olduğumuz bir taraftır ama insanlar büyüdükçe, yetişkin oldukça bu işin içerisine ekonomik kaygı ve geçim derdi devreye girince biz o çocuksu merakımızı ve heyecanımızı ne yazık ki kaybediyoruz ama ben hâlâ içimde o kitap okuma tutkusuna karşı çocuksu heyecanı hissediyorum. Bu yüzden de özellikle 2020’li yıllarda başladığım mitoloji serüvenimi genişlettikten sonra dinler, insanlık, kadın hakları ve sanat tarihi gibi farklı türlerle bu serüveni daha da genişlettiğimde, hayatın çok disiplinler arası bir arena olduğunu fark ettim ve edebiyat tarihinin bile geçmişine baktığımızda aslında mitolojiden geldiğini görmekteyiz. Ben bütün bunları gördüğümde “Oğuz işte gerçekten de farklı türler okumak aslında hayatı daha çok anlamaya bizi yakınlaştırır.” diye düşünmüştüm.
Hazır hissetmeme konusunda da örneğin mitolojiye giriş yaptığınızda çok yabancı bir dünyayla karşılaşabiliyorsunuz, sizi ilk başta zorluyor ama yanınıza bir tane Azra Erhat sözlüğü gibi bir mitoloji sözlüğü aldığınızda oradan o kelimelere bakıp kendinizi bambaşka bir kurmaca dünyasında keşfedebiliyorsunuz. Mesela Rus Edebiyatı okurken de orada geçen Mojikler, Serfler, iktidarlar gibi farklı şeyleri ilk bakışta bilemeyebiliyorsunuz ama o dünyanın içine ne kadar girmeye çalışırsanız, o dünyaya o kadar çok alışıyorsunuz. Bu yüzden zor bir kitap okumak ya da bir konuda zorlanmak benim hoşuma giden bir şey oluyor, insan kendisini ne kadar zorlarsa o konuyu daha çabuk öğrenebilecek potansiyele sahip olabiliyor. Bu konularda okumalar yapmayı tercih eden ya da geniş bir yelpazeye sahip olmak isteyen okurlara olabildiğince farklı türlerin içerisine dalma cesaretini tavsiye ederim, dediğim gibi onların ilgi duyacağı tür belki de o güne kadar hiç okumadıkları bir tür olabilir. Mesela yeraltı edebiyatı benim için çok spesifik ve orijinal bir türdür. Genelde insanlar aşırı ve farklı ofansif türlerden kaçabiliyorlar ama belki de yine o türü çok sevebilirler ve kendi sevdikleri ilgi alanlarından şeyleri o türün içerisinde de bulabilirler. O yüzden okurlara, cesaret etmelerini tavsiye edebilirim.
Guşef Alhas: Peki sizin okurken bıraktığınız bir tür oldu mu?
Oğuz Aktürk: Kişisel gelişim kitapları diyebilirim. Bu tür genel olarak kişisel geliştirmiyor ve gerçekçi olmuyor çünkü gerçek hayatta yaşadığımız şeylerle kişisel gelişim kitaplarında yazılan şeyler birbirini tutmuyor. Ekonomik boyutunu göz ardı ediyorlar, sosyal-toplumsal boyutları çok göz ardı ediyorlar yani biz sadece birey olarak dünyada var olmuyoruz. Toplum da aslında bizi şekillendiriyor, teknoloji de şekillendiriyor. İnsanlık, dış koşullardan bağımsız olamayan bir durum. Kişisel gelişim kitaplarının sosyolojik ve sosyo-ekonomik koşulları göz ardı ettiğini düşündüğümden dolayı kişisel gelişim kitaplarını pek fazla okumamaya çalışıyorum artık.
Guşef Alhas: Okuma alışkınlığını kaybetmek zaman zaman hepimizin başına geliyor ve geri dönüşü de çok zor oluyor. Okuma alışkanlığını kaybedenlere, yeniden düzenli okur olmayı hedefleyenlere tavsiyeleriniz neler olur?
Oğuz Aktürk: Bu konuda şöyle bir tavsiyem olabilir, ben de hayatımda her gün kitap okuyan bir insan değilim. İçimde o isteği hissettiğim zamanlarda kitaplara sarılıyorum. Eğer bu okumama süreci çok uzamadıysa bir hafta, iki hafta gibi bir süreyse ve insanlar dışarıdaki sosyal etkinliklerden zevk alıyorsa bence onlara da devam etmeliler. Ben hayatın sadece kitap okumaktan ibaret olmadığını savunuyorum. Ama eğer ki süreleri bir ay, iki ay kadar uzadıysa bunun makale okuyarak aşılabileceğini düşünüyorum, çünkü ben makale okumayı çok severim. Makalelerde daha hap bilgilere ulaşabiliyoruz, okuma alışkanlığı kazanmak isteyenler de sevdikleri bir kitabın yorumu hakkında bir makale okuyabilirler. “Dostoyevski Suç ve Ceza makalesi” şeklinde internette makaleler bularak hem sevdikleri bir kitabın incelemesini okumuş olurlar hem de farklı bir bakış açısıyla birlikte psikolojik ve sosyolojik bir analiz okuyabilirler. Benim ilk okuduğum makaleler, kitaplara karşı merakımı ve heyecanımı arttıran bir şey olmuştu. Aynı zamanda yine kitap içerikleri üreten kanallar izlemek, kitap okuma motivasyonunu arttıran bir durum. Özellikle farklı ve özgün içeriklere sahip kanalları takip ederlerse -objektif olmak gerekirse ben- bunun da çok faydasının olacağını düşünüyorum. Sonrasında çok kitap okuma serüvenlerini daha da çeşitlendirip buna karşı heyecanlarını yüksek tutabilirler.
Guşef Alhas: Peki bunun için kitap okuma gruplarını öneriyor musunuz?
Oğuz Aktürk: İnsanın tamamen tercihine bağlı bu. Benim grubumdaki insanların bundan verim aldıklarını bildiren geri dönüşler yaptıklarını görüyorum. Bir insan okuma grubu dayatmasına girip “Her ay şu kitabı okuyacaksın” yönlendirmesini sevmiyorsa eğer daha özgür bir okuma çizgisine sahip olmayı seviyorsa o insana ben okuma gruplarını tavsiye etmem. Fakat bir insan gerçekten farklı türlerden kitaplar okumaya meyilliyse ya da kendini farklı ve çok yönlü alanlarda geliştirmek istiyorsa böyle bir tavsiyem olabilir kesinlikle. Her insana göre bu sorunun cevabı değişir bence.
Guşef Alhas: Dostoyevski, Marcel Proust, William Shakespeare, Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay en sevdiğiniz yazarlar arasında. Sizin için bu yazarları diğer yazılardan ayıran özellikler neler?
Oğuz Aktürk: Benim bir özelliğim var, ben bu şekilde kendi okuma serüvenimi geliştirdim bugüne kadar. Yazarların okuduğu yazarları okumayı çok seviyorum. Burada örnekleri verilen Dostoyevski zaten Shakespeare okuyan biri ya da Oğuz Atay, Dostoyevski okuyan biri, başka bir örnekle mesela Hakan Günday, Oğuz Atay okuyan biriymiş. Ben de Hakan Günday, Oğuz Atay, Shakespeare, Dostoyevski okuyan bir insanım. Bunların hepsinin aslında zincirleme bir yazar tamlaması gibi edebiyat tarihini oluşturduklarını düşünüyorum. Hepsinden farklı farklı beslendiğimizde biz gerçekten de her yazarın, evrensel olan insanı anlatmaya çalıştığını görüyoruz. İsmi verilen yazarların hepsinin de ortak olarak dertlendiği bazı konular var, özellikle Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan üzerinden gittiğimizde Türk aydınının yer elde etmeye çalışmasını ama bunu bir türlü başaramamasını, sorunları sürekli başkasına atma özelliğini, kendisinde hiçbir zaman hata aramamasını görmekteyiz ve aynı zamanda Yusuf Atılgan özelinde bilinçaltının edebiyatta bu şekilde gayet yetkin bir halde kullanılması, Dostoyevski’nin varoluşçuluğun Rus Edebiyatı’ndaki en önemli temsilcisi olması benim hayatımda sorguladığım şeylerin yazarlıktaki karşılıkları diyebilirim. Bu yazarlarla ben de kendi varoluşumu sorguluyorsam bu dünyadaki, evrendeki kendi varlığımı sorguluyorsam kendimi Dostoyevski’de buluyorum; kendi bilinçaltımı araştırmak istiyorsam Yusuf Atılgan’a sarılıyorum; Oğuz Atay’da da topluma karşı bir tepki görüyorum, o yüzden tamamen kendi karakterimden izler barındırıyor yazarlar.
Bu değerli röportaj için Oğuz Aktürk‘e bir kere daha teşekkürlerimizi iletiyoruz.


