“Kesin söyleyeyim kendimi anlatıyorum, sürekli olarak kendimi anlatıyorum. Burada ortaya çıkan sonuçlar benim. Benim dünyamdır, bana ait duygulardır… Ben kendi tutkumun damgasını vururum. Ben başka bir maksatla resim yapmıyorum.”
Çağdaş Türk Resim Sanatı ressamlarımızdan Nuri İyem, gözlemlediği her şeyi tuvale döken bir ressamdı. Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın betimlemesiyle ise o, bir “yaratılış mucizesiydi” adeta. Hayatı boyunca portre, ölü doğa, manzara ve nü gibi resim sanatındaki temel konuların hemen hepsinde başyapıt olarak nitelendirilebilecek eserlere imza attı. Yeni eğilimlerle sanatını ortaya koyan ressamların arasında o, toplumcu gerçekçi anlayışla yaptığı resimleri ile kendi dönemine damga vurdu. Sanat tarihinin Beş Gerçekçi Türk Ressamı kategorisine giren bu ressamımıza gelin birlikte daha yakından bakalım!
İlk Yılları ve Resimle Tanışması
Hayata 1915 yılında gözlerini açan Nuri İyem, İstanbul Aksaray’da bir ailenin son çocuğuydu. Çocukluk yılları Kurtuluş Savaşı‘nın o zor günlerine rastlarken aynı zamanda babasının görevi sebebiyle de Güneydoğu Anadolu kentlerinde geçti. Bu kentlerden Mardin’deyken tanıştığı resim sanatı ise daha sonrasında tüm hayatının merkezine yerleşti.
Nuri İyem’in çocukluk yıllarından bahsettiğimizde onun için en değerli olan kişinin ne annesi ne de babası olduğunu görürüz. Onun biriciği, ablası Aliye’ydi. Bir röportajında “Ablam bana baktı. O kadar ki, ben annemi pek sevmezdim açıkçası. Ama ablama bayılırdım. Beni dayaktan, her türlü fırtınadan korurdu.” diyen İyem’in, bu sevgisini uzun yıllar boyunca kalbinde yaşamak zorunda kaldığını ve resimleriyle geçmişe dönmenin, ablasının bakışlarına kavuşmanın bir yolunu bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz belki de. Çünkü yedi sene gibi kısa bir sürede, 1922 yılında kaybetmişti ablasını. 19 yaşında evlenen Aliye, ilk çocuğunu doğururken bu hayata gözlerini yummuş, arkasında ise hayatı boyunca onun gözlerini resmedecek kardeşini bırakmıştı.

“Bir başka türlü güzel ve anlamlı gözleri vardı. Çok göz resmettim, biliyorsun. Ama Aliye ablamınkiler, benim yaptıklarımdan falan çok ayrı bir şeydi.”
1923 yılında dedesinden kalan miras nedeniyle annesi ve teyzesiyle Arnavutluk’a gidip orada yaklaşık bir sene eğitim gören İyem, daha sonra tekrar İstanbul’a dönerek orta öğretimini tamamladı ve küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu resme yönelerek Türk izlenimcisi Nazmi Ziya Güran‘ın desteğiyle Güzel Sanatlar Akademisi‘ne başladı. Ne annesinin ne de babasının desteği vardı ressam olmasında, Tıbbiye’ye girsin ve rahat bir hayat yaşasın istiyorlardı sadece. Günümüz şartlarında sanata bu denli önem verilirken bile hala aileler, çocuklarını koruma isteğiyle hareket edip meslek olarak sadece sanata yönelmelerine karşı bir isteksizlik barındırırlarken o dönem İyem’in ailesinin böyle bir tedirginlik barındırması tabii ki de doğaldı. Fakat bana kalırsa hem babasının maddi kaygılarına hem de annesinin “Ah oğlum bu resimler yüzünden cehennemde yanacaksın.” gibi sözlerle ifade ettiği manevi kaygılarına rağmen sanatını, en başarılı olduğu şeyi seçmesi ileride işini ne kadar iyi yapacağının da bir göstergesiydi.

“Resim yapmak beni mutlu eden tek şeydi. Ama aynı zamanda bu suçluluk duygusundan kurtulamayışımın da tek nedeniydi. Yine de annem ile babamı dinlemediğim için, onları hatırladıkça üzüntü kaplar içimi.”
Akademi Yılları ve Birinci Resim Dönemi Anlayışı
Avrupa’ya gitmeden, hiçbir müze görmeden sadece akademinin elinden yetişmiş ve sanatı bu denli iyi kavrayarak Avrupa anlayışında eserler üretebilmiş bir sanatçıdır Nuri İyem. Bu sebeptendir ki akademi yılları onun hayatında önemli bir yer edinir. Toplumsallığın ve ulusallığın yanı sıra resim tekniğini ve dilini çok iyi kavramış, ressam gibi ressam olmayı arzulayan bir kuşağın içinde okuduğu bu dönemde, iç hesaplaşmalarını bir “ressam” olarak halletme peşinde olan bir grupla çevrilidir.
1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümü başkanlığına Fransız ressam Léopold Lévy‘nin gelmesiyle yeni bir eğitim süreci de başlamış, hatta 1940’tan sonra resim sanatında yeni bir dönem oluşmuştur. Bunun sonucunda birçok ressam adayı ve Nuri İyem o yıl açılan Yüksek Resim Bölümü‘ne devam etmiştir. Bu bölüme devam eden öğrencilerden bir kısmı ise o yıl, yeni bir sanat anlayışı altında Yeniler Grubu adı ile toplanmaya karar vermişlerdir. Bu grup, resim sanatının batı etkisinden kurtulmasını ve toplumsal sorunlara eğilmesini amaçlıyordu. İlk kez sadece Türkiye’de eğitim gören sanatçılardan oluşan grup, toplumcu-gerçekçi bir çizgide yerel tavırlı, özgün resim anlayışının arkasındaydı. Grup üyelerinden Abidin Dino, Türk resminin sağlam bir temele dayanmasının ancak halk sınıfını ve halkın gerçeğini doğrudan anlamakla mümkün olabileceğini vurgularken Nuri İyem; Güneydoğu Anadolu kadınının toplumsal-psikolojik yaşamını, kadının toplum içindeki yerini irdeleyerek çoğu kadın portresi olan resimlerinde, simgesel ve gerçekçi anlatımların birlikteliğine yer veriyordu.

Üç ana bölüme ayrılan sanat anlayışının ilk yıllarında, özellikle 1940’larda Yeniler Grubu ile de toplumsal sorunları inceleyerek gerçekçi figüratif resimler üstünde duran Nuri İyem, halk kültürünün kökenlerini toplumcu gerçekçi bir sanat anlayışıyla irdelemeyi benimsemişti. Halka her anlamda yaklaşmaya çalışan İyem; halkın hoşlanacağı tarzda resimler üretmenin, konu seçiminde doğrudan güncel yaşamdan yararlanmanın önemine dikkat çekerken bu yolla sanatın, halkın sevebileceği bir hale gelebileceğini vurguluyordu. Bu düşüncelerini de göz önüne aldığım zaman benim aklıma bu anlayışı savunurken aslında ailesinin resim sanatına bu kadar uzak oluşunu kırmak istediği de geliyor. Nuri İyem belki de bu yolla ailesine sanatı sevdirmek istiyordu içten içe.
1940 yılının bir diğer önemli yanı ise Yeniler Grubu’nun ilk sergisi olan Liman Sergisi‘nin açılmasıydı. Sergi açılış kurdeleleri Ferman Reis‘in balık ağından bir parça iken serginin adının Liman Sergisi olmasının nedeni ise İstanbul’un bir liman kenti olmasıydı. Serginin ressamlarının hepsi İstanbul çocuğuydu ve en iyi bildikleri yeri anlatmak istiyorlardı. İstanbul’un en çarpıcı özelliği ise limanlarıydı.
İkinci Resim Dönemi Anlayışı
Nuri İyem’in ikinci dönemi yaklaşık 1948’den 1960’lı yılların sonunu kapsayan, başlarda bolca soyut çalışmalarla ilerlerken sonrasında somut çalışmaların artışıyla kapanan dönemdir. Özellikle 1948 yılındaki resimlerinde geometrik biçim arayışı görülür. İyem’in başta soyuta yönelişinin nedeni ise resimlerinden renk, çizgi, biçim, doğa ve çevre kökenli tasvirleri olabildiğince arındırarak adeta müziğe benzer çeşitlemelerle bezenmiş bir ifade gücüne erişmektir. Fakat bu tarz denemeleri daha çok non-figüratif manzaralar ve nesne soyutlamalarıyla sınırlı kalmıştır. Bu dönem en az ürettiği eserler ise natürmortlardır.

Dönemin sonlarına doğru ise İyem daha çok Anadolu yaşamı, köyden kente göç, gecekondular gibi yaşamın gerçeklerini anlatan temalar üzerinde durmuştur. Çocukluk yıllarını geçirdiği Mardin köylerinin yaşamını, hatıralarında kalanlarla resmetmeyi başarmıştır. Tuvallerinde insan unsurunu gerçekliğin bir aynası gibi göstermeye yoğunlaşırken aynı zamanda Anadolu insanını ve yaşam biçimini işleyen kendine özgü bir figür anlayışı geliştirmiştir.

İyem’in doğa resimleri geleneksel peyzaj duyarlılığını barındırmak yerine kıraç yüksek tepelerin çevrelediği toprak ovalarda yükselen damsız kutu evlerle karşımıza çıkar. Göç konusu ise gecekondulaşmanın bir sonucu olarak işlenir. Eserlerinde insanların, yeni bir geleceğe umutla ilerledikleri görülebilirken zaman zaman işsizlik kâbusu içinde bir köyden başka bir köye tarım işi aramak için gittikleri de görülebilir.
Üçüncü Resim Dönemi Anlayışı
1960’lı yılların sonuna doğru İyem; tekrardan figüratif, toplumcu gerçekçi temada eserler vermeye başlar ve bu tema üzerinde yoğunlaşır. Bu dönemde özellikle öne çıkanlar ise daha çok portre çalışmaları ve bu çalışmalardaki gözlerdir. Yine bu dönem “Anadolu’dan İnsan Yüzleri” olarak isimlendirilen çalışmalarında resmettiği yüzlerin kime ait olduğu bilinmez fakat genel anlamda Türk halkının yaşadığı gerçekleri bu yüzlerdeki ifadelerle anlatmaya çalışmıştır.

Nuri İyem’in ısrarla kadın portreleri yapmasının iki temel sebebi vardır. Bunlardan birincisi, daha önce de bahsettiğimiz ablası Aliye’dir. İkincisi ise kadının sahip olduğu, doğanın ona sunduğu doğurganlık özelliğidir. Ona göre her kadın saygı duyulması gereken bir varlıktır ve kadın her zaman haklıdır. İyem’in portrelerindeki büyük kadın başları nazlı ve çekingen bir gülümseyişten yoksun bırakıldıkları zaman karşımıza sitemli, acılı, öfkeli veya dehşetli bir ifadeyle çıkar. Bu kadınlar, genellikle hep resmin dışına bakarlar. Kendi aralarında bir iletişimlerinin olmadığı açıkça hissedilirken daha çok izleyiciye bir şey anlatmak ister gibilerdir. Seyirciyle yüz yüzelerdir; çevre, doğa ise arkalarında kalır. Bir diğer dikkat çekici unsur ise figürlerin kıyafetlerinin de gerçeğe yakın olarak yapılmasıdır. Bu sayede eserler, ileriki zamanlar için bir belge özelliği de taşır.

Nuri İyem, bir insandaki en seçkin yerlerden biri olan gözleri eserlerinde sıklıkla ve etkileyici bir şekilde kullanmıştır. Portrelerinde karşılaştığımız iri gözlü Anadolu kadınları ise onun gözleri resmetmekte ne kadar usta olduğunu bizlere gösterir. Bu kadınlarla göz göze geldiğimizde derin bir hüzün, umarsız ezilmişliğin gizemi karşılar bizi. Gözbebeklerinin acılı kıpırdanışı ve çevrelerini saran ıslaklık, tüm hayatını izleyiciye sadece bakışlarla kurulan bağlar aracılığıyla aktarmasını sağlarken aynı zamanda gözlerindeki ışığın derinliklerinde Anadolu insanının geçmiş zamanlardan bugüne uzanan ve nesillerdir değişmeyen acıları, sıkıntıları, sevinçleri, heyecanları ve gelenekleri bulunur. İyem’in resimlerinde soyut zemin üzerindeki figür, tuvali dolduran büyük bir kadın başı, her zaman izleyicide bir tabiat duygusuna yol açar; dağları, kırları hatırlatır. Portrelerdeki yüzler masum, çekingen, güzel, utangaç ve melankolik halleriyle hem ölen ablasının hayalini hem de zamanı aşan ikonik bir Nuri İyem sembolünü oluşturur.
Çağdaş Türk Resim sanatının önemli isimlerinden biri olan Nuri İyem, 2005 senesinde İstanbul’da hayata gözlerini yumdu ve o zamana kadar çalışmalarına hep yenilerini ekledi. Seneler boyu resimlerinde aradığı ablasının gözlerine ise doksan yaşına geldiğinde kavuştu.
Kaynakça
- Günay, Elif. “Nuri İyem ve Neşet Günal’ın Türk Resim Sanatı’ndaki Yeri”. Yüksek Lisans Tezi. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 2011.
- Karaesmen, Erhan. “Çağının Tanığı Bir Koca Adam”. nuriiyem.com. Web. 13.09.2024
- Başkan, Seyfi. “Türk Resminde Modernite ile İlk Temas: 1940-1960”. İdil Sanat ve Dil Dergisi. 2014: 107-109.
- İyem, Nuri. “Yeniler Üstüne”. nuriiyem.com Web. 16.09.2024
- Karaesmen, Erhan ve Özdemir, Soner. “Dünden Yarına Nuri İyem-1”. İstanbul: Bebek, 2002.
- “Nuri İyem Anlatıyor”. artam.com. Web. 17.09.2024
- Yazı içerisindeki görseller nuriiyem.com sitesinden alınmıştır. Web.