Nuovo Olimpo, Ferzan Özpetek‘in ilk platform (Netflix) ve 14. uzun metraj filmi. 18. Roma Film Festivali‘nde ilk gösterimi yapılan film, kısa süre yaşanan, sonradan kaybedilen ama 40 yıla yakın süredir gizlice özlenen bir aşkın öyküsünü anlatıyor.
Yönetmenin diğer birçok filmi gibi otobiyografik özellikler içeren Nuovo Olimpo, yönetmenin en kişisel anısının derinliklerine inerken yedinci sanata saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmiyor. Film, Türk-İtalyan yönetmenin aşık olduğu ve 48 yıl önce evi yapmayı seçtiği İtalya’yı tasvir etmesiyle nostaljik bir etki yaratıyor. Roma’nın kalbindeki eski sinemanın ve bir zamanlar orada yaşayan canlı mikrokozmosun yeniden inşası, tüm filmin etkileyici unsurlarından biri oluyor.
Yazının bundan sonraki kısmı spoiler içermektedir.
Beklenmedik Bir Buluşma

Sinema, ilk görüşte aşk, Roma’nın kartpostalları anımsatan görüntüleri, 1970’ler, protestolar… Film 1978’de Roma’da açılıyor. Enea (Damiano Gavino) ve Pietro‘nun (Andrea Di Luigi) gözleri ilk kez, birinin asistan olarak çalıştığı, diğerinin yoldan geçen meraklı bir kişi olduğu bir film setinde buluşuyor. Hevesli bir sinema öğrencisi olan Enea, daha önce erkeklerle hiçbir deneyimi olmayan çekingen bir tıp öğrencisi olan Pietro ile Roma’nın şehir merkezindeki Nuovo Olimpo adlı sinemada tekrar karşılaşıyor. Sinema klasiklerinin gösterildiği ve gey erkeklerin buluşmak, tuvaletinde seks yapmak için kullandığı Nuovo Olimpo, ikili arasında yoğun ve derin bir bağın oluşmasına zemin hazırlıyor ve film, kimlik, aşk ve kabullenme temalarını araştırıyor.
İki genç adam birbirlerine aşık oluyor ve birlikte birkaç harika gün geçiriyorlar. Ancak bir protesto sırasında ayrılmak zorunda kalıp bir daha buluşamıyorlar. Zaman geçtikçe Enea, eşcinsel olduğunu açıklayan ünlü bir yönetmen olur ve hem arkadaşı hem ortağı olan Antonio (Alvise Rigo) ile bir ilişkiye başlar. Pietro ise bir cerrah olur ve Giulia (Greta Scarano) ile evlenir. Film 1970’lerin sonlarından 2015’e kadar 35 yılı aşkın bir süreyi kapsıyor ve bu sürede filmdeki tüm karakterlerin yolculuklarını nasıl geçirdiklerine şahitlik ediyoruz.
Önemli Kadın Oyuncular

Enea ve Pietro’nun aşkı filmin merkezinde yer alsa da, bu iki karakteri sadece filmin başında ve sonunda yan yana görüyoruz. Bence filmi izlenmeye değer kılan ve kurtaran en önemli özelliklerden biri yardımcı kadın oyuncuların, ana karakterleri gölgede bırakacak daha ilginç hikayeler sunması.
Her şeyden önce Titti rolünü oynayan Luisa Ranieri var. The Hand of God (2021) filmindeki rolüyle Netflix izleyicisine yabancı olmayan oyuncu, en iyi çağdaş İtalyan aktrislerden biri sayılıyor ve bu filmdeki ününü de hak ediyor. Titti ünlü İtalyan şarkıcı Mina‘nın büyük bir hayranıdır ve dolayısıyla Mina’nın moda anlayışına hayran ve onu taklit etmeye çalışıyor. Titti, destekledikleri insanlar onları unutup bağlarını kaybettiğinde bile başkalarını sevmeye ve desteklemeye devam eden arkadaşları temsil ediyor ve bu haliyle filmin anlatısına derinlik katıyor.
Aurora Giovinazzo, Enea’nın ayrılmaz en iyi arkadaşı, işte ve özel hayatında onu sürekli destekleyen Alice rolünü üstleniyor. Hayatta sonsuza dek kaybolan, ne aşkı ne de tatmini bulan, sahte cephelerin arkasına gizlenerek hayatı anlamlandırmaya çalışan insanları temsil ediyor. Kuir filmler çoğunlukla cinsel açıdan tek bir cinsiyete yönelimi olan erkekleri tasvir ettiği için, Enea ve Alice’in cinsel yakınlığı, filmi bu klişeden kurtarıyor ve Enea’nın cinselliği hakkında bize başka şeyler de söylüyor.
Greta Scarano, ilk gerçek aşkını unutamayan bir adam tarafından “mesafeli bir şekilde” sevildiğini bilen, Pietro’nun melankolik eşi Giulia‘yı canlandırıyor. Giulia’nın, Pietro’nun sırlarını açığa vurması, bir aileye ve aşka özlem duyması, Pietro’dan karşılık bulamadığı hislerin acısını yaşıyor olması bize ana hikaye dışında önemli bir şey söylüyor: Ne istediğimiz bazen ne elde edebileceğimizden daha az önemli oluyor. Filmde Enea ve Pietro’nun “gerçek aşk”tan yoksun geçirdikleri uzun yıllar işleniyor ve bir noktada akıllarında farklı insanlar olmasına rağmen farklı partnerler seçmek zorunda kalıyorlar (ya da hayat aslında doğru tek bir kişinin olmadığı, farklı dönemlerde karşımıza çıkan doğru insanlardan oluşuyor). Bu durum aynı zamanda Giulia için de paralel bir hikaye yaratıyor bir bakıma; partnerinin zihninde yeterince yer açamayan bir kadın… Giulia’nın hikayesi benim aklıma başrolde MUHTEŞEM Charlotte Rampling‘in yer aldığı 45 Years (2015) filmini getiriyor. 45 yıllık eşinin aslında unutamadığı bir aşkının olduğunu öğrenen kadının yaşadıklarının ne kadar “gerçek” olduğunu sorgulaması, Giulia’nın hikayesini benim gözümde ana hikayeye dönüştürüyor.
Başarılı ve Başarısız Yönler

Filmi kurtarmaya yaklaşan şeylerden birisi de sonu. İnsanın hayatında eski sevgilisine yer açıp açamayacağı gibi cesur bir soru soruyor ve filmin de buna güçlü bir cevabı var diyebilirim. Film başı ve sonuyla, arada yardımcı oyuncuların ilginç hikayeleriyle heyecan uyandırsa da genel olarak çok boş hissettiriyor. 1970’lerin sonlarından 2015’e kadar ilerleyen film kostüm ve dekorda başarılı olsa da saç ve makyaj için aynı başarıyı sağlayamıyor. Elbette yaşlanmış görünüyorlar ama son sahnede gerçekten 30 küsür yıl geçmiş gibi görünüyorlar mı?
Kalbinde derin bir soru olan bir eşcinsel aşkın olması güzel ama “ilginç” bir filmin olması daha güzel olurdu. Enea yaralandığında onun gözlerini ameliyat eden doktorun Pietro çıkması filmi, Yeşilçam melodramalarının gey versiyonuna dönüştürüyor. Pietro’nun karakteri asla kendini yeterince açıklamıyor, Enea ile bağlantısını kaybettikten sonra bir kadınla evlenmiş ve dolapta yaşamış. Eşcinsel arzularını bastırmayı seçmesine ne sebep oldu bunu asla öğrenemiyoruz.
Ferzan Özpetek’in onlarca yıldır eşcinsel hayatı ve aşkı beyazperdeye taşımasıyla sonuna kadar hak ettiği övgüye rağmen film, doğru kişi- yanlış zamanın klasik bir hikayesi olmaktan kurtulamıyor. Çıplaklık ve seks sahneleri konusunda özgür ve açık olsa da hikaye orijinal ve sürükleyici değil. İki ana karakter birbirinden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra, filmin geri kalanının çoğunu tamamen ayrı iki evrende yeni partnerleriyle birkaç on yıl boyunca geçiriyor. Filmin heyecanını sürdürebilmesi için birbirinden uzaktaki bu iki karakterin diğer ilişkilerinin de ilginç olmasına ihtiyacı vardı (Bu noktada yardımcı oyunculardan daha çok yararlanılabilirdi).
Özpetek’in tüm filmografisine hakim biri olarak İstanbul Kırmızısı (2017) ve Nuovo Olimpo’nun yönetmenin auteur tarzının dışında olduğunu söyleyebilirim. Görmeye alışkın olduğum lezzetli yemekler, pastalar, çarpıcı evler, teraslar ve tartıştıklarını anlayıp anlamadığımız İtalyan sohbetlerinden eksik bir film Nuovo Olimpo. Bu filmi yönetmenin – bence en iyi filmi olan – Karşı Pencere (2003) gibi nefis, zarif ve şiirsel filmiyle kıyaslamaktan kendimi alamıyorum ve bu yüzden film bana yetersiz geliyor. Yine de Nuovo Olimpo, başrollerin protestolarda ayrı düşmediği, Roma’daki restorana gitselerdi hayatlarının nasıl olacağını merak ettirecek bir tat bırakmayı başarıyor ve “yaşanmamış” anıların da olabileceğini düşündürtüyor.
Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz:
Kapak Görseli:
“Review: Nuovo Olimpo”. Cineuropa. Web. 30.11.2024


