Fransız edebiyatının önemli yazarlarından Victor Hugo’nun kült eserlerinden biri olan Notre Dame’ın Kamburu kitabını daha önce okumuş muydunuz? Özgün adı “Notre Dame De Parıs” olan Türkçeye ise “Notre Dame’ın Kamburu” olarak çevrilen bu eser dünya klasikleri arasına girmiştir. Notre Dame’ın Kamburu sadece kitap olarak değil film, tiyatro ve zaman zaman müzikal olarak da karşımıza çıkmıştır. Aslında bir trajedinin romanı olan bu eseri daha önce okumadıysanız ve esere dair fikir almak isterseniz sitemizde yer alan “Notre Dame’ın Kamburu ve Quasimodo Sendromu” başlıklı yazımızı okumanızı mutlaka öneririz!
Diğer yandan Victor Hugo’nun bu önemli eserinden yaklaşık 52 farklı alıntıyı içeren bir alıntı dosyası hazırladık. Şimdiden keyifli okumalar!
- “Üniversitemizin saygın şahsiyetleri, böyle bir günde ayrıcalıklarımıza saygı göstermediniz! Kentte bahar ağacı dikiliyor, şenlik ateşi yakılıyor; Cite’de dini temsil, deliler papasının seçimi ve Flaman heyeti var; ya Üniversite’de, hiçbir şey!”
(sf.13)
- “Herkes, “Temsil başlasın, tüm Flamanların canı cehenneme!” diye tekrarladı. Temsilin hemen başlamasını istiyoruz, diye ekledi bir öğrenci; aksi takdirde komedi ve dini temsil niyetine Adalet Sarayının başyargıcını asmamız gerekecek.”
(sf.17)
- “Aniden Madam Ticaret ile Madam Soyluluk arasında bir tartışma yaşandığı ve Üstat Tarım’ın şu olağanüstü mısrayı dile getirdiği sırada,
Ormanlarda daha güçlü bir hayvana rastlanılmaz;
Kerevetin o ana dek gereksiz yere kapalı duran kapısı gereksiz yere açıldı ve bir teşrifatçı yankılanan sesiyle şu açıklamayı yaptı: Bourbon Kardinali Hazretleri!”
(sf.28)
- “Kuşkusuz onu az önce huzursuzluğu had safhasına varan ve deliler papasının seçileceği bir günde ona saygı göstermeye niyetli görünmeyen kalabalığın her türlü tepkisinden koruyan da haklı olarak elde ettiği bu itibardı.”
(sf.32)
- “Yine de zavallı kardinal için henüz her şey bitmemişti ve böylesi bir ortamda yer almanın acı şarap dolu kadehini son damlasına kadar içecekti.”
(sf.37)
- “Hiçbir şey izleyiciler üzerindeki büyüyü bozamıyordu; tüm gözler kerevete sabitlenmişti, herkes salona yeni girenlerle, lanetli isimleriyle, yüzleriyle, kostümleriyle ilgileniyordu. Bu çok can sıkıcı bir durumdu.”
(sf.43)
- “Büyük bir öfkeyle çırpınıp duruyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu ama çığlıkları tüm salonu kaplayan uğultudan dolayı değil, algılanabilir seslerin Savart’ın on iki bin ya da Biot’nun sekiz bin titreşiminden oluşan sınırına ulaştığı için duyulamıyordu.”
(sf.47)
- “Ama asıl sürpriz o zaman yaşandı ve hayranlık doruk noktasına ulaştı; bu kişinin yüzünü buruşturmasına gerek yoktu, yüzü zaten böyleydi.
Ya da daha doğrusu yüzünün çirkinliği tüm bedenine yayılmıştı.”
(sf.49)
- “Bu göz kamaştırıcı görüntüyle büyülenen Gringorie, kuşkucu bir filozof, ironik bir şair olmasına rağmen, ilk başta bu genç kızın bir insan mı, bir peri mi, yoksa bir melek mi olduğuna karar veremedi.”
(sf.63)
- “Bu melankolik düşlere giderek daha fazla dalmaya başladığı sırada, hoş ama biraz garip bir şarkıyla aniden gerçek yaşama döndü.”
(sf.67)
- “Zaten delilerin yeni papasının yaşadığı ve yaşattığı duyguların farkında olup olmadığını bilebilmek kolay değildi. Bu eksikli vücudun içindeki ruhun da eksikli olduğunu söylemek mümkündü. Bu yüzden şu an hissettikleri onun adına belirsiz ve karmaşıktı. Yine de yüreğinin derinliklerini mutluluğun ve gururun kapladığı anlaşılıyor, karamsar ve bahtsız yüzden ışıltılar yayılıyordu.”
(sf.71)
- “Ve zihninde açıklamasını yapamadığı bu soru işaretini izleyen üç noktada kim bilir ne olumlu düşünceler yatıyordu.”
(sf.74)
- “Burası karıncalar gibi kaynayan, yerlerde sürünen insanlarla dolu, ilginç, garip, olağanüstü bir dünyaydı.”
(sf.86)
- “Tamam, dedi yazar. Kabul ediyorum, ben bir serseriyim çapulcuyum, yoksul bir kentliyim, yaneskiciyim, istediğiniz neyse oyum; cepçiler kralı hazretleri, zaten ben eskiden de böyleydim, çünkü ben bir filozofum ve bildiğiniz gibi omnia in philosophia, omnes in philosopho continentur.”
(sf.93)
- “Bazen de gerçeklikten kopmamak, ayaklarının yerden kesilmesine izin vermemek için bakışlarını paltosunun deliklerine sabitliyordu. Hayal alemlerinde gezinen aklı sadece paltosunun görünümüyle gerçekliğe dönüyordu.”
(sf.101)
- “Kanatlarının titreşiminin ortasında belli belirsiz seçilebilen, dokunulması ve net bir şekilde görülebilmesi mümkün olmayan bu hayali yaratık size nasıl da büyülü, sihirli görünür!”
(sf.101)
- ” – Dostluk nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
– Evet diye yanıtladı Çingene kızı; kız kardeş gibi olmaktır, tıpkı elin iki parmağı gibi iç içe geçmeden birbirlerine dokunan iki ruh gibi.”
(sf.105)
- ” – Ya aşk?
– Ah aşk! dedi Esmeralda, sesi titriyor, gözleri ışıldıyordu. İki sevgilinin bir bedende bir araya gelmesi. Bir melekte bütünleşen bir erkek ve bir kadın. Cennetin ta kendisi!”
(sf.106)
- “Özellikle Notre-Dame de Paris bu türün ilginç bir örneğidir. Bu ulu yapının her cephesi, her taşı sadece ülke tarihinin değil, sanat tarihinin de önemli bir sayfasını oluşturur. Burada bazı önemli ayrıntıları belirtmek için, küçük kırmızı kapının on beşinci yüzyıl gotik mimarisinin zarafet sınırlarına ulaştığı, nefin sütunlarının, hacimleri ve ağırlıklarıyla Saint Germain-des-Pres’nin karolenj tarzı manastırının yapıldığı döneme kadar uzandıklarını söylememiz gerekir.”
(sf.119)
- “Paris’i çevreleyen duvar onu mırıltılara boğar.”
(sf.124)
- “Modern şehrin size yaşatmayacağı bir duyguyu eski şehirden isterseniz, büyük bir bayram sabahında Paskalya ya da Hamsin yortusunun gün doğumunda tüm başkenti tepeden izleyebileceğiniz yüksek bir noktaya çıkın ve çan seslerinin uyanışına eşlik edin. Gökyüzünden, güneşten gelen bir sinyalle binlerce kilisenin hep birden titreşmeye başlamasını izleyin.”
(sf.146)
- “Ah Tanrım! diye haykırdı Agnes. Ya bu küçük canavarı emzirtmek için nehirden aşağı inen sokağın altındaki, sayın piskoposun evinin hemen yanındaki terk edilmiş çocuklar yurdunun bahtsız sütannelerine götürürlerse! Bir canavarı emzirmeyi tercih ederdim!”
(sf.151)
- “Sadece bedeni değil zihni de katedrale göre şekillenmişti. Ruhu ne haldeydi? Hangi sıkıntılarının gerginliğini yaşamış, bu boğucu kılıfın altında, bu vahşi yaşamın ortasında nasıl bir şekle bürünmüştü.”
(sf.160)
- “Gerçekten de çirkin olduğu için vahşi, vahşi olduğu için kötü bir insandı. Onun kişiliğinde de bizimki gibi bir mantık örgüsü vardı. Olağanüstü gücü kötülüğünün bir başka sebebiydi. Hobbes’un dediği gibi, Güçlü çocuk yaramaz olur.”
(sf.161)
- “Bu muhteşem yaratığın varlığı tüm katedrale tasvir edilemez bir yaşam soluğu yayıyordu. En azından halkın giderek artan batıl inançlarına göre, ondan Notre- Dame’ın tüm taşlarını yerinden oynatan ve yaşlı kilisenin derinliklerini titreştiren gizemli bir dalga yayılıyordu.”
(sf. 164)
- “Kuşkusuz bunun altında bir evladın fedakarlığı, bir uşağın bağlılığı, ayrıca bir zihnin bir başka zihin tarafından büyülenmesi yatıyordu.”
(sf.167)
- “Her türden insan şairlerin peşinden gider. Tıpkı baykuşların ardından çığlık atarak giden ötleğenler gibi.”
(sf.174)
- ” – Yanılıyorsunuz Üstat Jacques! Formüllerinizin hiçbiri gerçekliğe ulaşmadı; oysa simyanın keşifleri var. Şu tür sonuçlara karşı çıkabilir misiniz? Toprağın altında bin yıl boyunca gömülü kalan buz, kaya kristaline dönüşür. Kurşun metallerin atasıdır.”
(sf.182)
- “Ve hücrenin penceresini açarak parmağıyla yıldızlı gökyüzünde iki kulesinin, taştan kaburgasının, canavarı andıran sağrısının siyah siluetiyle şehrin ortasına çökmüş iki başlı devasa bir sfenks gibi görünen heybetli Notre-Dame Kilisesini gösterdi.”
(sf. 185)
- “Gerçekten de insanlığın varoluşundan XV. yüzyıl da dahil olmak üzere geçen süreç içinde mimari insanlığın büyük kitabı, insanın güç ve zekâ anlamında gelişim evrelerinin temel ifadesiydi.”
(sf. 187)
- “Her uygarlık teokrasiyle başlayıp demokrasiye ulaşır. Teklik düşüncesini izleyen bu özgürlük yasası mimarlıkta yazılıdır.”
(sf. 189)
- “On beşinci yüzyılda her şey değişir.
İnsan düşüncesi varlığını sürdürmek için mimariden sadece daha kalıcı ve dayanıklı değil, aynı zamanda daha sade ve kolay bir yöntem keşfeder. Mimari tahtından inmiş, Orpheus’un taştan harflerinin yerini Gutenberg’in kurşundan harfleri almıştır; “Kitap yapıyı öldürecek” “
(sf.194)
- “Bu batan güneşiyse seher sanırız”
(sf.196)
- “Bir sağırla konuşan bir sağırın sözlerine ara vermesine gerek yoktur.”
(sf. 212)
- “Ölümüyle birlikte başka bir mezara geçerken, bu hücreyi sonsuza dek kendileri ve başkaları için dua etmek, büyük bir keder ve tövbeyle canlı canlı gömülmek isteyen hüzünlü kadınlara, annelere, dullara ya da kızlara miras bırakmıştı.”
(sf.216)
- “Aşka düşkün bu kadınların yüreğini doldurmak için bir aşık ya da bir çocuk gerekir. Aksi takdirde de mutluluğu asla bulamazlar. Sevgili bulamadığından içini çocuk sahibi olmak arzusuna kapılmıştı ve dindarlığını hala koruduğu için yüce Tanrı’ya sürekli dua etti.”
(sf.226)
- “Ne bakışlarını ne de gözyaşlarını farkında olan münzevi ellerini kenetlemişti; dudakları sessiz, bakışları sabitti ve hiç durmadan baktığı bu küçük patik öyküsünü bilenlerin yüreğini sızlatıyordu.”
(sf. 237)
- “Alçak sesle bile konuşmaya cesaret edemeyen üç kadın henüz tek bir söz bile etmemişlerdi. Tek bir şeyin dışında her şeyin ortadan kaybolduğu bu büyük sessizlik, bu büyük keder, bu büyük unutuluş üzerlerinde Paskalya ya da Noel sırasında bir kilisenin ana sunağı etkisi yaratıyordu. Susuyor, düşüncelere dalıyor, diz çökmeye hazır gibi görünüyorlardı.”
(sf.237)
- “Cahilliği, ahlaki ve entelektüel geriliği nedeniyle buna çocukluk çağı denebilir ve: Bu çağ acımasızdır.”
(sf.245)
- “Bu güzel körpe, saf çekici ve aynı zamanda güçsüz kızın, böyle bir sefaletin, şekilsizliğin, kötülüğün yardımına merhametle koşması dünyanın neresinde olursa olsun oldukça dokunaklı bir sahne olarak yorumlanırdı. Bir teşhir direğinde yaşanan bu görüntü muhteşemdi.”
(sf.250)
- “Katedral şimdiden karanlık ve ıssızdı; ana nefi çevreleyen yan nefler karanlığa gömülmüştü ve tonozlar karardıkça şapellerin fenerleri yıldız gibi parlamaya başlamıştı.”
(sf.272)
- “Tüm bakır ağızlarla şarkılar söyleyen bu gürültü ve coşku ruhunun varlığı hiç durmadan hissedilirdi. Şimdi bu ruh ortadan kaybolmuşa benziyor, hüzne boğulmuş katedral adeta kendi isteğiyle sessizliğini bozmuyordu.”
(sf.279)
- “Gözlerini kapayıp içindeki tüm ruh dağılırken, dudaklarında ateşten bir dokunuşu, celladın kızıl demirinden daha kızgın bir öpücüğü hissetti.”
(sf.326)
- “Tüm gözler açılan küçük kapıya yöneldiğinde ayakları ve boynuzları yaldızlı güzel bir keçi Gringoire’ı hayretler içinde bırakarak salona girdi. Zarif hayvan, bir an için eşikte durup sanki önünde uçsuz bucaksız bir ufkun bulunduğunu bir kayanın zirvesindeymişçesine boynunu öne uzattı.”
(sf. 334)
- “Zaten, hiçbir yaşam emaresi göstermiyor, Djali’nin şirin numaraları, yargıçlar kurulunun tehditleri, izleyicilerin boğuk lanetleri zihnine ulaşmıyordu.”
(sf. 336)
- “Tanrı ve insanlar tarafından tamamen terk edildiğini hisseden bahtsız kızın başı, hiç gücü kalmamış hareketsiz bir nesne gibi göğsünün üzerine düştü.”
(sf. 339)
- “İşkenceyi göze alırken dayanma gücünü hesaba katmamıştı. Şimdiye kadar hoş neşeli dingin bir yaşam sürdüren zavallı çocuk ilk acıya yenilmişti.”
(sf. 341)
- “Kuşkusuz Tanrı ve toplum aynı ölçüde adaletsiz davranmışlardı, böylesine güçsüz bir yaratığa bunca bahtsızlığı ve işkenceyi yaşatmanın hiç gereği yoktu.”
(sf.347)
- “Adeta karşı karşıya duran iki heykel gibiydiler. Zindanda canlılığını sürdürmüş gibi görünen iki şey vardı: fenerin ortamın rutubetinden dolayı çıtırdayan fitili ve tek düze şıpırtısıyla bu düzensiz çıtırtıyı bastıran ve fenerin yağlı su birikintisindeki ışığını eş merkezli hareler halinde titreten su damlası.”
(sf.349)
- “Kötü büyünün içime yerleştiğini hissediyordum. Ruhumda uyanık durması gereken her şey uykuya dalıyordu ve karın içinde donarak ölenler gibi bu tatlı uykunun bastırmasını keyifle bekliyordum.”
(sf.354)
- “Kendime hâkim olamadığım, kafamın içinde hep aynı şarkının uğuldadığını duyduğum, dua kitabımın üzerinde hep senin ayaklarını gördüğüm, gece düşlerimde bedeninin üzerime süzüldüğünü hissettiğim için seni yeniden görmek, sana dokunmak, kim olduğunu öğrenmek, seni zihnimde canlanan aynı imgeyle yeniden bulabilmek, belki de düşlerimi gerçekle yok etmek istedim.”
(sf.355)
- “Onun ruhunun tüm coşkularıyla sevmek, en ufak bir gülümsemesi için kanını, canını, namını, ahiret mutluluğunu, ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu, bu dünyayı ve öbür dünyayı feda edebileceğini hissetmek, ayaklarının altına daha ulvi bir köle olarak serilmek için kral, dahi, imparator, başmelek, Tanrı olamadığına üzülmek, onu gece gündüz rüyalarında ve düşüncelerinde kucaklayıp sarmak ve onun bir subay üniformasına âşık olduğunu görmek!”
(sf. 358)
Kaynakça
Notre Dame’ın Kamburu, Victor Hugo, çevr. Volkan Yalçıntoklu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İkinci Basım, Aralık, 2020, İstanbul.