Norm kelimesi dile getirildiğinde insan zihninde dar, tekdüze bir ifade yaratsa da aslında bu sade kalıp göründüğü kadar yalın değildir. Anlam çerçevesiyle; kural kaide, gelenek görenek, inanç, değer gibi pek çok kavramı içine sığdıran bir yoğunluğu vardır. Ahlâki, kültürel ve toplumsal davranış biçimleri bu dar kalıbın içine öylece yerleştirilmiş kurallar bütününden meydana gelir. Günlük dilde sıkça kullandığımız normal kelimesi de norm kökünün türemiş halinden oluşmaktadır. Norm; kural, ölçüt, standart anlamına gelmekte olup bu bağlamda normal kelimesi; kurala, ölçüye, kalıba uygun olan anlamına gelmektedir.
Hayatımızın kurallarla çevrelendiği, otonom bir yaşam biçimine bağlı olduğumuz günümüzde; sabah uyanma zamanımızı belirleyen, yemek vakitlerimizi düzenleyen, çalışma saatlerimizi planlayan ve gece yatağa girme vaktimizin geldiğini hatırlatan bir sistemin içerisinde yaşıyoruz. Toplumsal normlarla inşa ettiğimiz bu düzene, kuralların hayatımızdaki yerine ve normallerimize değinmeyeceğim elbette. Bahsetmek istediğim, norm olarak adlandırdığımız toplumsal kuralların nerede başladığı ve normlar paradoksunun birey için bir birleştiren mi yoksa bir ayrıştıran mı olduğudur.
Bu hususa, ismi pek duyulmamış olan bir akademisyen/bilim insanı Muzaffer Şerif‘in kendisi gibi dışlanan bireylerin oluşturduğu grupları incelediği ve farklı sosyal gruplar arasındaki dayanışmayı artırmaya yönelik yaptığı sosyal deneylerinden bahsederek içeriden bir bakış atmak istiyorum.
Toplumsal Davranışın Tohumları: Normların Başladığı Yer

Kabul görmüş eylem kalıplarını tanımlayan ve genel bir ölçüt olan normlar, bireyin değer yargılarının toplumsal değer yargılarının ne çok gerisinde ne de çok ilerisinde kalmasını ister. Toplumun uygun gördüğü davranış biçimlerini belirleyen bu kurallar, kişinin hem kendisini ifade etmesini hem de toplum içerisinde var olabilmesini mümkün kılar. Toplumsal düzenin sağlanması ve sosyal uyumun korunması adına bu sistem vazgeçilmezdir.
Bu noktada normların gerçekten başladığı yer, toplumun bireyden geleneksel beklentileri değildir. Asıl başlangıç noktası, bireyin bu normlara ayak uydurma çabasıyla benimseyip içselleştirdiği, kişinin kendi kendine söylediği ‘…böyle yapmalıyım‘ cümlesiyle kurduğu oto-yaptırım mekanizmasıdır. Bireylerin bu içselleştirmeyi yakaladığı, toplumla ortak bir paydada buluşarak bir dayanışma başlattığı yer ise normların başladığı yerdir.
Normlar paradoksu ise içselleştiremeden toplumsal dayatmalarla kabul etmeye çalıştığımız ölçütlere, standartlara uymadığımız durumu ifade eder. Toplumsal normların var olduğu ancak etkin olmadığı bu durumlarda, paradoksun içerisinde körü körüne uyum sağlama yada kimlik yaratarak ayrıştırma gibi durumlarla karşı karşıya kalabiliriz. Muzaffer Şerif de grup normlarının oluşumu ve bireyin uyum davranışı üzerinde durarak çalışmalar yapmış ve literatürde doğrudan normlar paradoksu terimini kullanmasa da çalışmalarıyla bu kavramın temellerini oluşturmuştur.
Bir Türk Psikoloğun Küresel Etkisi: Muzaffer Şerif Kimdir?

Dünyada sosyal psikolojinin kurucu öncülerinden sayılan Muzaffer Şerif Başoğlu, 1906 yılında İzmir’de dünyaya gelmiştir. İzmir Amerikan Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Darülfünun Felsefe bölümünden 1928’de lisans diplomasını almıştır. Osmanlı devletinin son yılları ile Türkiye cumhuriyetinin kuruluş süreçlerine şahit olduktan sonra yüksek lisans eğitimi için Amerika’ya gitmiş ve 1929 Büyük Buhran dönemine tanıklık etmiştir. Bu süreçte Harvard’dan yüksek lisans diploması almış ve Avrupa ziyaretlerine başlamıştır. Berlin’de Nazizm‘in yükselişine tanık olmuş, doktora eğitimi için tekrar Amerika’ya dönerek doktorasını tamamlamış ve doktora tezinde uluslararası bir ün kazanmıştır.
1936 yılında Türkiye’ye dönüş yaparak Ankara Üniversitesi’nde psikoloji doçenti olarak dersler vermiştir. Bu dönemde psikolojiden çok Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarına yönelik denemeler ve makaleler yazmıştır. Yazılarında, özellikle Marksist öğretiden etkilendiği söylenir. Muzaffer Şerif 1945 yılında komünist olduğu gerekçesiyle akademiden atılarak hapse gönderilmiş ve kısa bir süre sonra da yurdu terk etmesi şartıyla serbest bırakılarak ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Böylece, İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı bu dönemlerde Şerif’in ikinci Amerika serüveni başlamıştır. Amerika’da Carolyn Wood’la evlenen Şerif, Türkiye’ye dönmek istediğinde ise eşi yabancı olanların devlet dairesinde çalışmasının yasaklandığını öğrenmiş ve zoraki olarak geldiği Amerika’ya kalıcı olarak yerleşmiştir.
Komünist olduğu gerekçesiyle Türk vatandaşlığından çıkarılan Şerif, ABD’de komünistlik suçlamasıyla sorgulanmıştır. Amerikan vatandaşı olan eşinden dolayı alması gereken Amerikan vatandaşlığını da alamayarak ne Türk vatandaşı ne de ABD vatandaşı olarak yaşamını sürdürmüştür. Böylece Muzaffer Şerif kalan ömrünü kendisi gibi dışlanan bireylerin oluşturduğu grupları incelemeye ve farklı sosyal gruplar arasındaki dayanışmayı artırmaya adayarak çalışmalarını sürdürmüştür.
Otokinetik Etki Deneyinin Sosyal Psikolojideki Yeri

Muzaffer Şerif’in Otokinetik Etki Deneyi; normların toplum tarafından bireye dayatılan kurallar olmadığı, aksine bireyler arası sosyal etkileşim sonucunda ortaya çıktığını iddia etmiştir. Otokinetik adından da anlaşılacağı üzere kendiliğinden hareket eden anlamına gelmekte olup psikolojide otokinetik etki tanımlaması nesnenin hareket ediyormuş gibi algılanması durumu olarak karşımıza çıkar. Muzaffer Şerif, deneyinde bu algı yanılsamasından yararlanmıştır.
Deneyin ilk aşamasında kişiler karanlık bir odaya teker teker alınarak, dış uyaran olarak verilen sabit bir ışık noktasının hareketini konumlandırmaları istenmiştir. Aslında hareket etmeyen bu ışık noktasının konumunu kişiler kendi yanılsamalarına göre cevaplarlar.
Deneyin ikinci aşamasında katılımcılar küçük gruplar halinde odaya alınarak ışığın hareketini konumlandırmaları yeniden istenir. Herkes sırayla ışığın ne kadar hareket ettiğini söyler ve zamanla tahminlerin değişerek ortak/yaklaşık bir değere dönüştüğü görülür.
Deneyin son aşamasında ise katılımcılar tekrar yalnız olarak odaya alınırlar. Verilen sabit ışığı konumlamaları yeniden istendiğinde, ilk tahminlerinde kendi standardını oluşturan bireyin kendi standardından vazgeçerek diğer deneklere göre yeni bir norm oluşturduğu gözlemlemiştir.
Şerif bu deneyiyle, bireyin davranışının içinde bulunduğu toplumun normlarından etkilenerek şekillendiğini gösterir. Bu deney grup normlarının nasıl başladığına bir örnek oluşturur.
Robbers Cave Deneyi: Grup Dinamikleri ve Önyargı

Grup normlarının birey davranışını nasıl yönlendirdiğini gösteren bu deney, adını Amerika’daki Robbers Cave Eyalet Parkı‘ndan almıştır. Bu parka 22 erkek çocuk getirilir ve çocuklar rastgele seçilen iki gruba ayrılır. Gruplar parkın bir tarafında biri diğer tarafında biri olacak şekilde birbirlerinden izole bir biçimde ayrılır ve bu iki küme birbirinden haberdar değildir.
Deneyin ilk aşaması: Çocuklar kendi gruplarının içinde sosyalleşir ve kaynaşırlar. Burada amaç grup aidiyeti oluşturmaktır ve bir süre sonra çocuklar kendilerini topluluğun bir parçası olarak görürler. Sonuçta parkın iki tarafında birbirinden farklı iki sosyal grup gelişmiştir.
Deneyin ikinci aşaması: Grup arasındaki ilk temas gerçekleşir ve iki takım arasında bir dizi yarışma gerçekleşir. Yarışmaların sonunda kazanan topluluk, zafer bayrağını kendi çadırlarının tepesine asar. Böylelikle taraflar arası çatışma ve nefret duygusu yerleşir. Gidişattan emin olmak için çocuklara kendi grubundakileri ve diğer gruptakileri tek tek değerlendirmeleri için bir anket verilir. Değerlendirme sonucunda herkes kendi grubundakileri pozitif diğer gruptakileri negatif olarak değerlendirmiştir.
Deneyin üçüncü aşaması: İki grubun ancak işbirliği yaparak üstesinden geleceği birtakım engeller yaratılır. Gruplar bir süre mücadele etse de daha sonra müzakere yaparak dayanışma içine girerler. Öyle ki bu dayanışmayı zamanla sosyal ilişkilerine de yansıtır hale gelirler. Son gün ise yemekte tüm çocuklar kendi gruplarına ayrılan yere değil, karışık bir şekilde otururlar.
Araştırma sonunda çocuklara daha önce verilen anket tekrar verilerek kamptaki çocukları değerlendirmeleri yeniden istenir. Bu sefer çocuklar hem kendi gruplarındaki hem karşı gruptakileri benzer şekilde değerlendirirler ve birbirlerini düşman olarak görmezler.
Muzaffer Şerif’in Robbers Cave Deneyi, özünde İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı zafiyeti anlatmak için tasarlanmış bir deneydir. Bu deney, gruplar arasındaki çatışmanın kaynağını insanın doğasında değil toplumsal yapıda aramamız gerektiğinin altını çizer. Bu doğrultuda bireyi ayrıştıran kimlikler yerine birleştiren ortak hedef ve normların benimsenmesine dikkat çeker.
Muzaffer Şerif, deneysel yöntemleri kullanarak hem sosyal psikolojiye hem de sosyal hayattaki problemlerin çözümüne katkı sunmuştur. Böylece; sosyal etkileşim ile başlayan normların farklılıkları da kapsayıcı hedefler ile buluşarak, normlar paradoksuyla yaşamayı anlatmaya çalışmıştır.
Peki bugün bizler, yaşamımızın kılavuzuna toplumsal farklılıkları ve kendi benliğimizi ne kadar dahil edebiliyoruz?
______________________________________________________________
Kaynakça:
- Bilinmeyen Muzaffer Şerif. bps.org.uk. Web. Erişim tarihi: 12.10.2025
- Muzaffer Şerif’in Hayatı ve Eserleri. jret.org. Web. Erişim tarihi: 18.10.2025
- Muzaffer Şerif: Psikolojinin Sosyal Arka Planı. ontodergisi. Web. Erişim tarihi: 18.10.2025
- Şirin, Selçuk. Bakışınızı Değiştirecek 10 Deney. İstanbul: Can Sanat Yayınları, 2004.
- Öne çıkarılmış görsel: dergio.com