Normal People, bence on iki bölüm boyunca herkesin kendinden, başından geçen ilişkilerden az ya da çok bir şeyler bulabileceği, gerçek bir dizi. İletişim probleminin yarattığı sonuçları ve bunların, birbirine ait iki insana neler yaşatabileceğini soluksuz izleten, sürükleyici bir senaryoya sahip. Başrolleri Paul Mescal (Connell) ve Daisy Edgar-Jones (Marienne) üstlenirken yönetmen koltuklarında ise Lenny Abrahamson ve Hettie Macdonald karşımıza çıkıyor. BBC Three ve Hulu’nun ortak yapımı olan dizi, 2020 yılından bu yana hikayesinin yanı sıra şarkı seçimlerinin sahnelerle uyumuyla da izleyenleri etkiliyor. Ben de bu şarkıların bölümlerle ilişkisine birlikte daha yakından bakalım istedim.
Dizinin genel yorumu için dergimizden “Normal People Dizisi Birinci Sezonuyla Seyirciye Ne Anlatmak İstedi?” başlıklı yazımızı da okuyabilirsiniz.
Warped Window – Anna Mieke
Warped Window, dizinin ilk bölümünün sonunda çalan ve sözleriyle bize aslında en başından Connell ve Marienne‘in hikayesinin derinliğini anlatan şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle “I have been wandering long / Came across your, oh so delicate, delicate frame” sözleri bence Connell’ın uzun zamandır Marienne’i tanımasına rağmen onu hep bir arkadaş olarak görmesinin değiştiğini bize hissettiriyor. Daha doğrusu arkadaştan öte görmeyişinin değiştiğini. Marienne’in hassas taraflarını görmeye, ona karşı merak duymaya başlıyor. Ona çekiliyor. Şarkıda geçen “Thought of you in the deep of my sleep” ise Marienne’in içinde gizliden gizliye sakladığı duyguları düşündürüyor. Kafasını yastığa koyduğunda kurduğu hayallerin içinde hep Connell var belki de. Her ne kadar Marienne’in Connell’a ne zamandır ilgi duyduğunu bilmesek de derinlerde hep ona karşı bir çekim hissettiğini bakışlarından anlamak zor değil.
“Thought of you in the deep of my sleep
(Uykumun derinliklerinde seni düşündüm)
Thought of you in the depth of my night
(Gecemin en karanlık anında seni düşündüm) Thought of you in the dar… Darkest of days”
(En karanlık günlerde seni düşündüm)
Hide and Seek – Imogen Heap
İkinci bölümün en vurucu şarkısı ise tartışmasız Hide and Seek. Şarkıyı duyduğumuz sahnelerde Marienne ve Connell’ı iki farklı ortamda görüyoruz: Etraflarında başkaları varken ve sadece tek başlarınayken. Okulda birbirlerinin yanından yalnızca gizli bir gülümsemeyle geçiyorlar, hiç konuşmadan hatta selamlaşmadan. Fakat baş başa kaldıklarında da hislerine karşı koyamadıkları bir durumdalar. Aralarındaki gizli anlaşma ve bunun getirdiği belirsiz ilişki, özellikle bu iki farklı ortam geçişlerinde, arkadaplandaki “Where are we? What the hell is going on?” sözleri ile bizlere de hissettiriliyor, hatta belki de sorgulattırılıyor.
“Where are we?
(Neredeyiz?)
What the hell is going on?”
(Neler oluyor böyle?)
Angeles – Elliott Smith
İkinci bölümün sonunda Angeles, Marienne ve Connell’ın birbirlerine karşı duydukları hisleri, çekimi, kabul ettikleri konuşmanın ardından çalmaya başlıyor. Bir an için Connell’ın, Marienne’in aralarındaki belirsizliği bitirmek istediğini düşünmesinin ardından yaptıkları konuşma, onları daha çok birbirlerine yakınlaştırıyor bile denilebilir. Fakat aynı zamanda hiçbir şey değişmiyor da. Connell, bu durum biterse onu özleyeceğini söylerken Marienne çok daha derinden bakıyor. Ondan hoşlandığını açıkça, bir kere daha itiraf ediyor. Şarkı ise Elliott Smith‘in adeta sakinleştirici etkisi olan sesiyle çalmaya başladığında, sanki ortadaki tüm sorunlar çözülmüş gibi hissediyorsunuz.
(Ve sonsuza dek benim zehirli kollarımda olabilirdin)
(Çevremizdeki hiç kimse bizimle alay edemezdi)
Only You – Yazoo
Üçüncü bölümün sonunda duyduğumuz Only You, bence dizinin en vurucu şarkılarından biri. Connell’ın Rachel‘ı the Debs‘e (mezuniyete) gitmeye davet etmesinin ardından Marienne’in hayal kırıklığını sonuna kadar hissettiğimiz bir bölüm üçüncü bölüm. Fakat bölümün son anına kadar Connell’ın pişman olduğunu ya da üzüldüğünü net bir şekilde görmüyoruz. Dışarıya karşı duygularını yansıtmamakta kararlı, hatta yaptığının Marienne’i kırmasını anlamlandıramıyor gibi davranıyor. Marienne’in fazla tepki verdiğini söylüyor, ta ki bölüm sonuna kadar. İşte bu sahnede Connell’ın gerçek duygularını görüyoruz. Etrafındaki hiç kimsenin Marienne gibi olmadığını, onun kadar iyi gelmediğini fark ederek onu arıyor. Çünkü o da farkında ki tek istediği Marienne’in ona verdiği sevgi, tek istediği onunla, yanında olduğu gibi davranabildiği tek kişiyle, bir gün daha geçirmek. Ama artık çok geç.
Tek ihtiyacım senin sevgindi All I needed for another day
Başka bir gün için tek ihtiyacım olan şeydi And all I ever knew
Ve bildiğim tek şey Only you
Sadece sendin
Undertow – Lisa Hannigan
Dördüncü bölümün sonunda Marienne’in dayanamayıp Connell’a mesaj atmasıyla Undertow çalmaya başlıyor. Undertow öyle bir şarkı ki sahneyle de birleştiğinde Marienne’in hissettiklerini, o mesajın ikisinde de oluşturduğu ufak ve tatlı heyecanı izleyiciye geçirebiliyor bence. Özellikle Lisa Hannigan‘ın sesinin sözlerle birleştiğinde oluşturduğu atmosfer, Marienne’in, içindeki gizli tutmaya çalıştığı hislerin akıntısına kapılmak istediğini, pes ettiğini hissettiriyor bize. Oldukça tanıdık bir sahne bence bu, birçoğumuzun başına en azından benzerinin geldiği, tanıdık bir olay. Atılmamasını düşündüğümüz o mesajı dayanamayıp, yenik düşüp attığımız o gece.
Her ne kadar şarkının tamamı çalmasa da özellikle “You never lost me, you never broke (Beni asla kaybetmedin, hiç kırmadın)” sözleri ise Marienne’in mesajı atarken aklından geçenleri yansıtıyor gibi geliyor bana. O mesajı atmayı normalleştiriyor kendi içinde. Lisedeki tüm o kırgınlıklarını görmezden gelip sadece akıntıya bırakmak istiyor kendini, Connell’ın akıntısına.
I want to swim in your current
Akıntında yüzmek istiyorum
Carry me out, up and away
Beni al, götür, yukarılara savur
Make You Feel My Love – Ane Brun
Beşinci bölüm, yıllar sonra Marienne ve Connell’ın ilk defa telefonda konuşmasıyla başlayıp dizinin en önemli anlarına ev sahipliği yaparak devam ediyor. Aralarındaki çekimi telefonla konuşmalarından bile rahatça hissedebildiğimiz ilk sahnede ise ikisinin de birbirleriyle konuşurken zorlandılarını, belki de heyecanlandıklarını görmek, bence yine kendimizi tanıdık bir anda hissetmemizi sağlıyor.
Make You Feel My Love bölümün sonunda, Marienne’in vurucu sözünden sonra çalıyor. Uzun zaman sonra tekrardan birlikte oldukları sahnenin ardından yaptıkları ufak konuşma, ikisinin de birbirlerine karşı olan duygularını kabul ettiklerinin bir göstergesi. Fakat bu yine, açık bir kabullenişten ziyade dolaylı bir itiraf oluyor ve yine, Marienne, sevgisini hissettirmek için ilk adımı atıyor.
“When the rain is blowing in your face
(Yağmur yüzüne vururken) And the whole world is on your case
(Ve tüm dünya üzerine gelmişken) I could offer a warm embrace
(Sana sıkıca sarılabilirim)
To make you feel my love”
(Sevgimi hissettirmek için)
Too Much – Carly Rae Jepsen
Altıncı bölümün açılış sahnesi bize bölümün sonunda hoşumuza gitmeyecek şeylerin olacağını haber verirken Too Much, o sahneden sonra gelen, altı hafta önceki günde çalıyor. Marienne ve Connell’ın hiç olmadıkları kadar gerçek bir ilişkide oldukları bu dönemde, adeta bunun kutlaması gibi bir anlam taşıyor bu şarkı bence dizide. İkisinin birbirleriyle flörtleştikleri ve Connell’ın neredeyse Marienne’le birlikte yaşadığı, nispeten sağlıklı bir iletişimde olduklarını görüyoruz bu süreçte.
Fakat bu sağlıklı ve mutlu dönem çok uzun süremiyor. Bunun asıl nedeni ise Connell ve Marienne’in hiçbir zaman sahip olamadıkları açık iletişim. Bunun sonucu ise Too Much çalmaya başlamadan hemen önce ve bölümün sonunda Marienne’i ağlarken gördüğümüz sahneyle sonuçlanıyor. Fakat sahnenin ucu açık bırakıldığı için bölümün sonuna kadar tek bildiğimiz şey, birbirlerine olan aşklarının iletişimdeki yetersizlikleri yüzünden zarar görüyor olmasıyla sınırlı kalıyor.
(Bu dokunuşu istiyorsan dikkatli ol) ‘Cause if I love you, then I love you too much
(Çünkü eğer seni seversem, çok fazla severim)
Is this too, is this too
(Bu çok, bu çok) Is this too much?”
(Bu çok fazla mı?)
Metroma – The Sei
Yedinci bölüm benim için her zaman izlemesi en zor bölümlerden biri oldu. İlk gördüğümüz sahne sarhoş Connell’ın gözünden bir önceki bölümün sonundaki ayrılıklarının detaylı hali olurken aralarındaki iletişim sorununun derinliğini de bize tekrar gösteriyor. Bölümün sonunda o gece yaşanan yanlış anlaşılmayı konuştukları sahne ise bence özellikle Marienne’in duygularının bize en iyi şekilde geçtiği sahnelerden biri. Gözlerinden geçen hayal kırıklıklarını ve her şey çok farklı olabilirdi düşüncesini, beden diline yansıyan tereddütlerini, kısacası tüm duygu geçişlerini iliklerimize kadar hissediyoruz. Marienne, Connell’ın söyleyemedikleri yüzünden, belki de asla tercih etmeyeceği bir konumda buluyor kendini, yapayalnız. Connell Marienne’in yanından ayrıldıktan sonra Metroma çalmaya başlıyor, sakince. Tüm bu duruma kendilerinin sebep olduklarını kabul ettikleri bir şarkı gibi Metroma, belki de artık aralarında özel olan her şeyi kaybettiklerini ya da sadece kaybolduklarını anlatıyor.
“We brought this on, resisting
(Bunu biz başlattık, direnerek) Dead or alive, we’re missing
(Ölü ya da diri, kaybolmuşuz) Don’t ask why
(Neden diye sorma) I close my eyes”
(Gözlerimi kapatıyorum)
Love Will Tear Us Apart – Nerina Pallot
Sekizinci bölüm şimdiye kadar izlediğimiz bölümlerden tamamen apayrı bir yerde, Marienne’in İtalya’daki evinde geçiyor. Bu bölümde yine bir önceki bölümlere kıyasla farklı olan bir diğer şey de Marienne ve Connell’ı, her ikisinin de hayatında biri varken iletişim halinde görmemiz. Love Will Tear Us Apart ise bölümün sonunda, yatakta geçirdikleri sahneden sonra kulaklarımıza geliyor. Marienne’in ailesiyle alakalı sorunlarını Connell’la ilk defa konuştuğu, kendini sevilebilir biri olarak görmediğini anlattığı bu sahne, aralarındaki iletişimin derinleştiğini bize gösteriyor. Bu andan sonra Nerina Pallot ise bize, tren sahnesinde ve de birlikte bir tabloyu izledikleri sahnede şarkısını söylerken aralarındaki ilişkinin dengeli, belki de huzurlu bir döneme girdiğini hissediyoruz.
(Ve yollarımızı değiştirdiğimizde) Taking different roads
(Başka yollar seçtiğimizde)
(Aşk, aşk bizi yine ayıracak)
Berlin – RY X
Dokuzuncu bölümün ortalarında, Marienne’ın yılbaşında eve dönmemeye karar verdiğini anladığımız zamanda Berlin çalıyor. Bu bölüm, Marienne’in İsveç’te Erasmus yaptığı dönemi göstermesinin yanı sıra onu en dipte gördüğümüz zamanı da kapsıyor. Sevgiye layık olmadığını iyice içselleştirdiği bu dönemde yanında Connell ve Joanna’nın desteği de olmayınca içinden çıkamadığı dipsiz bir kuyuya yavaş yavaş dalışını izliyoruz adeta. Şarkı ise oraya inmeye başladığını hissettiriyor resmen. Fakat asıl dikkat çeken şey şu ki her şeye rağmen Marienne’i buradan çıkaran, onu telefonun başında bekleyen ve de hep bekleyecek olan, Connell oluyor. Bu bölümü izlerken aklıma gelen şey ise birkaç bölüm önce Marienne’in Connell’a dediği cümle: “Başkalarıyla böyle olmuyor.”
“Tell me I’m not coming home
(Eve gelmeyeceğimi söyle)
And I’ll stop waiting by the phone”
(Ve telefonun başında beklemeyi bırakayım)
Everything I Am Is Yours – Villagers
Onuncu bölümün şarkısı olarak Everything I Am Is Yours karşımıza çıkıyor. Dokuzuncu bölüm nasıl Marienne’in hayatına odaklanmışsa bu bölüm de Connell’ın hayatına, liseden arkadaşı ve de hala görüştüğü Rob‘un intiharından sonraki döneme odaklanıyor. Bölüm boyunca Connell’ın duygusal çöküşünü ve dibe inişini görüyoruz, kendini suçlayışını, her şeyden kopuşunu. Ama benim bu bölümde en sevdiğim şey Marienne ve Connell’ın aralarında kilometreler olsa bile görüntülü konuşarak birbirleriyle iletişimde kalmaları. Bu konuşmaların içtenliği ve Marienne’in her koşulda ve her an Connell’ın yanında olması, tıpkı bir önceki bölümde Connell’ın maillerinin Marienne’e iyi gelmesi gibi Connell’ın da yavaş yavaş iyileşmesinde önemli bir adım oluyor. Bu iyileşme sürecinin başlayacağını bize hissettiren detay ise Everything I Am Is Yours oluyor.
“I am just a man
(Ben yalnızca bir adamım)
To bend all the wires
(Bütün telleri büken)
Tight rope walking fool
(İp üstünde yürüyen bir aptal)
Balanced on desire”
(Arzu üstünde dengede)
Strange Weather – Anna Calvi, David Byrne
Son bölüme yaklaşırken on birinci bölümde aralarındaki bağın daha da güçlendiğini görüyoruz, artık Marienne’in Connell’a ailesiyle alakalı problemlerini anlattığını, birbirlerini dinlediklerini izliyoruz. Fakat aynı zamanda Marienne’in özellikle İsveç’te yaşadıklarının duygusal izlerini ve bu yaraların iyileşmediğini de hissediyoruz. Strange Weather ise Marienne’in, abisi Adam‘ın sözlü ve fiziksel şiddetine maruz kaldıktan sonra, Connell’ın arabasına bindiğinde çalıyor ve son sahnede Connell, belki de on bölümdür yapmasını beklediğimiz o itirafı yapıyor: Marienne’in gözlerinin içine bakarak onu sevdiğini söylüyor. Marienne ise sadece teşekkür ediyor, uzun zamandır beklediğini bir şeyi duymuş gibi. Başından beri gerçek olan sevgisinin belki de sonunda karşılığını bulmuş gibi.
“She’ll take you back, don’t make believe
(Seni geri götürecek, inanma)
You wanna think it through
(İyice düşünmek istiyorsun)
I’ve loved before, I’ll love again
(Daha önce sevdim, yine severim)
I know that yours was true”
(Seninki gerçekti, biliyorum)
Dogwood Blossom – Fionn Regan
Son bölümün ortalarında Dogwood Blossom’ı tekrar duyuyoruz. Dizi boyunca iki defa çalan tek şarkı olarak karşımıza çıkıyor ve bence son bölümün sakinliğini, huzurunu bize çok güzel geçiriyor. Marienne’in yaralarının yavaş yavaş iyileştiğini, Connell’ın ise psikolojisi hala hassas bir durumda olsa da toparladığını görüyoruz. Özellikle yılbaşı için lise arkadaşlarıyla buluştukları gece onların ilk ve son hallerini tek sahnede gösterilmesi, zamanın geçişiyle ne kadar değişip ne kadar yol katettiklerini gösteriyor bize.
“What happens when the passage of time appears?
(Zamanın geçişi görününce ne olur?)
You see yourself as a child and it brings you to tears”
(Kendini bir çocuk olarak görürsün ve bu seni ağlatır)
Sonuç olarak ucu açık bir sonla Marienne ve Connell’ın hayatını, neler yaşanacağını tamamen biz izleyiciye bırakan bu dizinin tüm şarkılarından bahsetmem mümkün olmasa da her birinin, her sahne için özel olarak düşünülüp seçildiğini bilmekse bence özel hissettiriyor.
Kaynakça