Guillermo del Toro, Nightmare Alley ile, onu orijinal 1947 filminden farklı bir ışıkta filme alarak bir okült kült klasiğine damgasını vuruyor ve canavarları farklı şekilde yeniden keşfetmiş oluyor. Bir film noir olan Nightmare Alley’in yeniden çekimi, yönetmenin en tatmin edici filmlerinden biri oluyor ve 94. Akademi Ödülleri’nde 4 dalda Oscar adayı olmayı başarıyor.
Başarılı Bir Uyarlama
Nightmare Alley‘in hikayesi, William Lindsay Gresham’ın İspanya İç Savaşı sırasında gönüllü doktorluk yaparken arkadaş olduğu eski bir yan gösteri çalışanının anlattığı hikayelerden esinlenen 1946 tarihli romanından geliyor. Bradley Cooper’ı, ailesinin evini ateşe verirken tanıştığımız doğuştan dolandırıcı Stanton Carlisle olarak izliyoruz. Geçmişinden kaçan Stan, seyahat eden bir karnavala dahil oluyor. Alkolik kocası Pete ve gösterisi önceden hazırlanmış ayrıntılı bir şifrelemeye dayanan medyum olan Zeena the Seer ile dostluk kuruyor. Stan, Zeena’dan birkaç numara öğreniyor ve bu sırada Molly ile ilişkisi ilerliyor. Daha sonra Nightmare Alley, bir sonraki perdeye geçiyor.
Nightmare Alley filmi aslında ikiye bölünebilir. İlk yarı boyunca Stan’in yeni hayatına alıştığını görüyoruz. Sonra o ve Molly, Lilith’le tanıştıkları New York’taki iç mekan performanslarına götürülüyorlar. Diğer yarı, aksiyonu sirkten uzaklaştıran ve Mara’yı yaklaşık bir saat boyunca tamamen unutan görkemli bir New York salon dramasına dönüşüyor. Bu noktada Nightmare Alley, bir film noir’a dönüşüyor. Del Toro bunu, ölümcül kadın figürü, yüksek bahisli soygunlar ve gölgeli bir geçmişe sahip bir milyoner kullanarak yapıyor. İki saat sonra film, melodramı daha da hızlandıran cesur bir üçüncü perdeyle başka bir U dönüşü yapıyor.
Del Toro, film boyunca sabırla bir gerilim yaratıyor ve ara sıra ani şiddet ve vahşet nöbetleriyle bunu noktalıyor. Blanchett’in eklenmesi, oyuncunun ışıltısından herhangi bir filmin yararlanabileceği gibi, bu filme de bir gösteriş katıyor ve hikayeye zenginlik getiriyor. Nightmare Alley’in büyük bir kusuru varsa, o da Cooper ve Blanchett’in herhangi bir gerçek kıvılcım oluşturmak için yeterli zamana sahip olmamasıdır. Hikaye sonunda bunu gerektirdiği için birbirlerine çekiliyorlar ancak hiçbir doğal kimya gerçekten gelişmiyor. Bunun nedeni, Del Toro’nun hikayenin karnaval yarısıyla Chicago yarısından çok daha fazla ilgilenmesidir. Del Toro’nun, dışlanmışların tuhaflıklarına ve alışkanlıklarına daldığında daha rahat olduğunu görebiliyoruz.
“Sen insanları kandırmıyorsun, onlar kendilerini kandırıyorlar.”
Canavarlar İçimizdedir
Nightmare Alley’deki canavarlar insan kaynaklıdır. Bu hikayedeki bütün canavarlar, maneviyattan son derece yoksun, hastalıklı bir dünyada suçluluk ve açgözlülüğün yan ürünleridir. Del Toro da bu hikayeyi kasvetli sonucuna kadar takip etmekten korkmuyor, izleyicisini özellikle ıssız bir yerde, basmakalıp kurtarıcı kalıplara başvurmadan bırakıyor.
Stanton ve Blanchette’in Dr Lillith Ritter’ı aynı madalyonun iki yüzüdür. İkisi de hem doğuştan gelen hem de öğrenilmiş yeteneklerini kullanarak, onların derinlerine inmek için insanları okuma becerisini kullanırlar. Lillith’in bir karakter arkı yoktur. Bunun yerine ürkütücülüğü, yalnızca mesleğinden gelir. Bir psikiyatrist olarak, insanların zihinlerinin içini görüyor ve bu durum ise başlı başına bir tehlike arz ediyor. Lillith’in bu kadar kolay ‘iyi’ bir kötü karaktere dönüşmesi ise oldukça normal. Çünkü insan zihnini gerçekten anlayabilme, onu ‘gündelik insanların’ yapamadığı bir şekilde manipüle edebilme yetisine sahip.
Stan, insan başlı örümcekler ve parmaklarından yıldırımlar fırlatan kızlardan oluşan bir karnavala ilk geldiğinde Clem Hoately onu koruması altına alır. Clem ona, ruh şişesine biraz afyon koymanın, zaten çaresiz bir adamdan insanlığı ve bağımsız iradeyi istikrarlı bir şekilde nasıl uzaklaştırabileceğini anlatır. Kalabalıklar aval aval bakarken etrafında emekleyecek birinin nasıl yetiştirileceğini anlatır. Ne umudu ne de yiyecek başka bir şeyi kalan kişi, acı içinde inleyecek ve çıplak dişleriyle tavukların kafalarını koparacaktır. Çünkü yapabileceği başka şey yoktur.
Stan’in, Willem Dafoe’nun oynadığı Clem’in kalabalıklara sunduğu ve daha sonra onun aracılığıyla bu rolün tuzağına düştüğünü öğrendiğimiz, zavallı, tavuk kafası koparan bir adamın oluşturduğu yan gösteri cazibesine bir büyülenme ve tiksinme karışımıyla tepki vermesi tesadüf değil. Karşılaştığı şey yoksulluk, çaresizlik ve bağımlılığın acımasız bir birlikteliği. Asla içki içmeyen ama kendi hayvani doğasından sürekli olarak kaçan bir adamın bu kadar ilkel bir rezonans yakalaması oldukça yerinde.
Del Toro Paleti
Her zaman tuhaf şeylere ve groteske takıntılı olmuş olan Del Toro, Nightmare Alley’in ilk saatini tamamen kendi alışık olduğu temada geçiriyor. Stan’in hikayesi sirkte yavaşça bağlanıyor, yönetmen bizi yavaş yavaş sihir ve romantik korkuyla dolu ayrıntılı bir dünyaya sokuyor.
Guillermo Del Toro, ürkütebilme yeteneğiyle tanınıyor, bu yüzden psikolojik korku Nightmare Alley’in bir uyarlaması, tam da onun çekmek isteyeceği bir film. Nightmare Alley, Del Toro’nun doğaüstü şeylerden tamamen yoksun olan ilk filmi. Burada, sihir ve ruhlar sadece insan hilesinin ürünleridir. Yine de diğer tüm del Toro filmleri gibi, rahatsız edici ve ürkütücü görünmesine rağmen, Nightmare Alley muhteşem bir şekilde şık ve çekici. Meksikalı yönetmen, sizi karnavalın oldukça gerçeküstü ve alçakgönüllü dünyasına çekerek, film daha lüks bir ortama geçtiğinde bile hala nüfuz eden rahatsız edici bir atmosfer yaratıyor. Stan daha kötü hale geldikçe havayı, özellikle de karı incelikli bir şekilde kullanması özellikle etkileyici.





