Nermin Yıldırım: Unutma Dersleri | 35 Alıntı

Editör:
Deniz Filiz

Yazı İçindekiler [hide]

Nermin Yıldırım, 1980 yılında Bursa’da doğdu. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli yerlerde köşe yazarı, editör ve muhabir olarak çalıştı. Manchester Letters ve Tramline Project gibi uluslararası edebiyat projelerine katıldı. 2011 yılında okurlarıyla buluşan ilk romanı Unutma Beni Apartmanı‘dır. Rüyalar Anlatılmaz adındaki ikinci roman 2012 yılında yayımlandı. Onu da 2013‘te Saklı Bahçeler Haritası, 2015‘te Unutma Dersleri, 2017‘de Dokunmadan, 2018‘de Misafir, 2020′de Ev, 2022‘de Bavula Sığmayan adlı kitapları izledi. Çağdaş Türk edebiyatının en iyi romancılarından Nermin Yıldırım’ın yazdığı Unutma Dersleri‘nden alıntıları sizler için derledik!

1.“Bilim insanları, aşkın bir çeşit hastalık olduğunu söylüyor; obsesif kompulsif bozukluk. Yıllar sonra bile isteye ve bizzat illetin kendisinden şifa umarak, yatak döşek hastalandım. Açıkçası, yatak kısmı başlangıçta eğlenceliydi, fakat çok geçmeden açkın ne feci bir bela olduğunu nedametle hatırladım.” (sf. 10)

2.“Kalp ağrısı, sabah, öğlen akşam ve dahi gece peşinizi bırakmaz. Ama en fecisi sabah vardiyasıdır. Bitmek bilmeyen gecelerin sonunda, uykuya dalabildiğiniz o nadir anlarda, rüyalardan yakanızı kurtarıp da kısacık bir süre için her şeyi unutmayı becerebilmişseniz, sabah şaşkın bir tavuk gibi uyanırsınız. Yanlış giden bir şeyler olduğunu bilir, fakat uykudan uyanıklığa devrildiğiniz ilk birkaç saniye, ne olduğunu kestiremezsiniz. Sonra? Dan! Gerçek, olanca ağırlığıyla tam kalbinizin üzerine oturuverir.” (sf. 14)

3.“Unutmuyorlar demiyorum, en kötü ihtimalle önemsemekten kurtuluyorlar. Unutma ihtiyacının, bir şeyi hayatı zindan edecek kadar önemsemekten kaynaklandığı düşünülürse, bu hiç de yabana atılacak bir sonuç değil.” (sf. 22)

4. “Şarkılar mesela, işimizi epey zorlaştırır. Sanat eserleri, yani iyi olanlar, genellikle bizden uzun yaşarlar. Unutmak istediğimiz bir mesele varsa ve onlarla bağlantılıysa, her kaşılaştığımızda bize hatırlatırlar.” (sf. 26)

5. “Lakin aşk, insanın gözünü sadece sevdiğinin kusurlarına değil, sevebileceklerinin kusurlarına karşı da kör ediyor. Âşık, çevresindeki temaşaya rağmen, ona ait olmayan teferruatı fark etmeyi reddediyor. Zaten kime baksa sadece tek bir kişiyi görüyor, kimden bahsetse aslında sadece ondan dem vurmanın yolunu açmaya çabalıyor.” (sf. 33)

6. “Eskiden çok oynardım bu oyunu. Sokakta, vapurda, her neredeysem orada, çevremdeki yabancılara bakıp hayatlarını tahmin etmeye çalışır, bununla da yetinmeyip kendimce onlara yaşantılar yakıştırırdım. Sinema biletçisinde yönetmen, banka müdüründe vidanjör operatörü istidadı görmüşlüğüm vakiydi. Bazen bir kadının suratına bakıp önnceki gece sevişip sevişmediğini anlar, bazen küçük bir çocuğun yürüyüşünden hayatta en çok kimi sevdiğini çıkarırdım. Sonra sonra, insanlardan ve hayattan usandıkça, oyunun da peşini bıraktım.” (sf. 47)

7. “Güzel şeyler hızla; doğru ve emniyetli olanlarsa zamana yayıp bekleyerek yaşananlardır.” (sf. 54)

8. “Bir kere kırılmış kalbin öcü zinhar alınamıyordu. Çünkü başka bir kalbi kırmak, öbürünü tamire yaramıyordu.” (sf. 59)

9. “Unutmak için evvela hatırlamak şart! Yola çıkarken neyi unutacağımızdan büsbütün emin olmamız gerekir. Bazen, zihin sahibine türlü oyunlar oynar. Hafıza, yaşanmış gerçekliği parçalara ayırıp değiştirir. Biz bütün kuvvetimizi hilekâr hatırayı unutmaya harcarken; hakikat aklı terk etmek yerine, yeniden ortaya çıkıp hayatımızı altüst edeceği güne kadar bir yerlerde gizlenir. Bu nedenle evvela neyi unutmak istediğimizi hatırlamamız icap eder.” (sf. 61)

10. “Hatırlamak, hele ki anlatmak, anlamaya yarar. Anlamak çözmeye.” (sf. 62)

11. “Güzel olanla ilgilenmezdi. Onu daima, çirkin, karanlık ve cerahatli olanlar cezbederdi. Fakat bu temayülü, başkalarının acısında kaybolmak istemesinin yahut karanlıkta kendini daha aydınlık hissetmesinin değil, şefkat ve merhametten örülmüş geniş kalbini açıp içindekileri akıtacak münasip bir yer aramasının neticesiydi. İyileştirmek için hastaları, sahip çıkmak için kimsesizleri, sarılıp güzelleştirmek için yalnız ve çirkin olanları severdi Filiz.” (sf. 65)

12. “Planladığım hayat bu değildi. Ama hayat zaten genel olarak planların tıkır tıkır işlediği bir şetaret fabrikası sayılmazdı, değil mi? Siz planınızı yaparken o da kendininkini yapar. Nihayetinde kazanan hayat, kaybeden siz olursunuz.” (sf. 71)

13. “Hayat öpücüğü diye bir şey vardı hayatta. Tek bir öpücük, insanı öldürebilir yahut yaşatabilirdi.” (sf. 75)

14. “Söylediğine göre, ayrılıklardan sonra da tıpkı ölümlerin ardından olduğu gibi bir yas dönemi yaşanıyordu. Kulağa garip gelmekle beraber, birinin ölmesiyle bizi terk etmesi arasında pratikte pek fark yoktu. Hayatına o biri olmadan devam etmek zorunda kalan kişi için, ikisi de benzer bir ıstıraba açılıyordu.” (sf. 88)

15. “Duygularını içinde yaşamaya çalışıp, enkazını herkesten sakınırsan, kalbini ferahlatamazsın. Bu da ileride daha büyük sorunlar yaratabilir.” (sf. 89)

16. “Sevgilim, tek başıma seni özlemek çok zor. Hiç değilse sen de beni özleyerek el veremez misin?” (sf. 105)

17. “Elimdeki mektuba, kalbimin olay yeri inceleme raporuna, bir müddet boş gözlerle baktım. Sonra, baştan aşağı okuyup bir posta daha ağladım. İnsanın kendi cümlelerine içlenmesi saçma görünse de neden ağladığımı biliyordum. Ağlıyordum, çünkü anlıyordum.” (sf. 107)

18. “Kalbin de bir hız ve haz sınırı vardı hayatta, bol ikramlı şölenlerin ardından dinlenmesi elzemdi. Ve aşk, geriye saçaklarına sığınabileceğimiz huzurlu hisler bırakmadıktan sonra, yaz yağmurundan bile geçici bir şeydi. Çıkılacak uzun bir yolculukta ona zinhar güvenilmezdi.” (sf. 121)

19. “Dediğine göre, kalbi pare pare eden kaybın yası hakkıyla tutulup, duygular utanmadan, korkmadan ertelenmeden doya doya yaşandıysa, şimdi sırada barışma faslı vardı. Gidenin ardından yapılması gereken, onun hayatımızdaki varlığıyla el sıkışıp medenice ayrılmak, sonra da yokluğuyla barış imzalamaktı.” (sf. 139)

20. “Başlangıçta, öyle görünmese de birinin yokluğuna alışmak, varlığını benimsemekten kolaydı. Kimsenin yokluğu, varlığı kadar yaralamazdı insanı. Yok vardan az acıtırdı.” (sf. 140)

21. “İnsan olanın çünkü, canı yanar. Bu böyledir. Kendimizi elimizden geldiğince korumakla mükellefiz, ama dünya ağrısını geçiremeyiz, Feribe. Senin de yanacak. Engelleyemediğin için kendine kızamazsın.” (sf. 146)

22. “İnsan kalamayacağı yerlere gelmemeli, tutamayacağı sözler vermemeli. Sahip olmadığı şeyleri, aşkı mesela, onun için her şeyden vazgeçmeye hazır birine vaat etmemeli. Umursamadığı bir kalbin kapısını, sırf meraktan çalmamalı insan.” (sf. 158)

23. “Böyle olurmuş. Beyin bazen ancak belli bir süre içn erteleyebilirmiş acıyı. Sonra gizlendiği yerde bekleyen hatıra, bir yolunu bulunca dışarı çıkarmış yine. Sahibine dünyayı dar, hayatı zindan etmeye.” (sf. 179)

24. “Başkalarına yakıştırdıklarımız, hep bizim fenalıklarımızdı.” (sf. 184)

25. “İşimize gelmeyen gerçeklerden kaçmanın muhtelif yolu vardı. Peki ya rüyalardan, kâbuslardan bizi kim koruyacaktı? (sf. 187)

26. “Hasret garip bir deniz; med-ceziri bol, ne kolay taşıyor.” (sf. 197)

27. “Çünkü vedalaşılamadığında, ayrılık eksik kalıyor. Ayrılmaktan çok koparılmaya benziyor. Yırtılmaya. Sancılı ve huzursuz bir şeye. Galiba insan sadece eşiyle dostuyla değil, indiği otobüsün şoförüyle bile vedalaşmalı. Huzurlu ayrılıkların yolu, ılık vedalardan geçiyor.” (sf. 212)

28. “Her şeyin en sonunda geçeceğini bilmek, bir yandan şefkatli bir sığınak, bir yandan da karanlık bir mezardı. Boşluğa anlam katan ve bütün anlamların içini boşaltan bir bilgiydi. Bugünü var yarını yok kılan, ömrü kısa bir misafirlikle eş tutan, insana kardaki ayak izinden fazlası olamayacağını hatırlatan kadim ve kederli bir bilgi.” (sf. 215)

29. “Dünya yıkılırken kendi derdinden başka şey görememek bencillikti, evet. Ama hayat böyleydi, gezegenin yarıçapı kalbinkiyle eşitti. İnsan, gözü, içine bakmaktan kamaşınca dışını göremiyordu. Yüzlerce kişi sele kapılıp giderken mesela, ıslak terliğe değen çoraplarına canı sıkılıyordu. Fenaydı insan, çok fena…” (sf. 221)

30. “Uzun süre aynı kişinin avucunda atmaktan yorgun düşmüş bir kalp, yine o kişi için bir tur daha hızlanır mıydı?” (s. 236)

31. “İnsanlar nadiren sandığımız kişilere benziyordu.” (sf. 258)

32. “Mühim olan, gezegenin ve vicdanın kendi adalaeti. Bu, birbirimizi cezalandırmamız için değilse bile anlamamız için gerekli. Onlara ne hissettirdiğimizi anlayabilmemiz için, başkalarına yaşattıklarımız belki bizim de başımıza gelmeli. Ve anlamamız şart. Hakikaten şart.” (sf. 268)

33. “İnsan tek ömürde, aynı bedende, birden fazla kişi olarak yaşıyor. Her kayıp, her acı tecrübe, her günbatımı ve gözyaşıyla biraz değişiyor. Her kazanım, tatlı deneyim, gündoğumu ve tebessümle değiştiği gibi… İnsan tek kişi olarak doğup çok kişi olarak ölüyor. Kimileri buna çoklu kişilik bozukluğu diyor, ben insanlık hali demeyi tercih ederim.” (sf. 302)

34. “Benim bildiğim şu, vazgeçmek bazen sahip olduğumuz şeylerin en iyisidir. ‘Elimden tut yoksa düşeceğim.’ demiş ya Attilâ İlhan. Galiba kimi durumlarda o, ‘Elimi bırak yoksa düşeceğim’ diye okunabilir. Aşk kaç kişilik bilmem ama vazgeçmek tek kişiliktir.” (sf. 307)

35. “Kızgın değilim. Kendimi de dahil ederek, biz insanların birbirimizi incitme konusundaki cömertliğine üzülüyorum sadece. Her öpücüğün ve hatta sözcüğün, emanet ettiklerimizde bir ağırlığı olduğunu unutmasak, basit meraklar uğruna başkalarının hayatlarında yangınlar çıkarmasak keşke.” (sf. 308)


Kaynakça:

Yıldırım, Nermin. Unutma Dersleri. İstanbul: Hep Kitap Yayınları, 2023.

“Nermin Yıldırım.” hepkitap.com. Web. 07.05.2024.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks