Nermin Yıldırım, roman ve öykülerinde yarım kalmış, eksik bırakılmış aile ilişkilerine sık sık yer veriyor. Toplumun biricik insan öykülerini kendine has nüktedan diliyle yazıya döken Yıldırım, duyguları bir nakış gibi hikâyelerine işlemesiyle edebiyatın eşsiz kalemlerinden biri.

Ev romanı, birçok insanın ev arayışının satırlara dökülmüş hali. Nermin Yıldırım okuyucularını bu kitabında uzun bir yolculuğa eşlik etmeye davet ediyor. Bu yolculuk evini ve kendini bulma yolculuğu. Kitaptaki içsel yolculuğa dair psikolojik çözümlemeler ise dikkat çekici.
- “İnsan yeterince uzun bakarsa, varlığını yutmaya talip olana bile kapılabiliyor. Kendini ona, onu kendine ait hissedip hücumunda teslimiyetçi erinçler bulabiliyor. Tanışıklığın sahtekar konforu bu. Bu budalaca yalanı da, ona inanma ihtiyacını da nerede görsem tanırım. Neyse ki kalmaya değil gitmeye, buğulu camdaki parmak izi gibi silinmeye gelmiştim.” (s.16)
- “Bazen yalnızlık her şeyi öyle seyreltir ki, duru bir bakışla görüp seçiverir insan kendine benzeyeni. Sonra ona sarılır ve bir daha asla bırakmak istemez.” (s.21)
- “Gel gelelim beni daha korunaklı kılacağını sandığım terapiler, umduğumun aksine zırhımı deldi, derimi inceltti. Ağaçların hışırdayan yapraklarından, evlerin çatısındaki kırmızı kiremitlere, sakız beyazı yatak çarşaflarından, balkonlara asılmış rüzgargüllerine kadar hemen her şey incitmeye başladı beni. Yolun ilk günü bile kaç kere gözlerim alev alev yandı. İnsan bir deniz fenerine bakınca ağlamak ister mi? Ne saçmalık!” (s.43)
- “Beni olan biteni yok sayarak atlatmaya çabalamaktan vazgeçirip, hepsini kabullenen ve kabullendiklerine üzülebilen sıhhatli biri haline getirmeye uğraşıyordu.” (s.44)
- “Belkilerden mülhem merhametli bir bahaneler hırkası ördüm anneme. Halini bir kadın olarak ben anlamayacaksam kim anlayacaktı?” (s.83)
- “Bazen beklenmedik bir iyilik, beklenen kötülüklerden daha fazla incitir bizi.” (s.142)
- “Acının varlığı hemen duyuluyor da yokluğu o kadar kolay fark edilmiyor.” (s.148)
- “Oksuz kalanın öksüz kalacağını, kaybolacağını bilmek için bunca yolu yürümem gerekmiyordu aslında. Hayat oklarla, yol gösteren işaretlerle doluydu. Kimini fark ediyor, kimini görmezden geliyorduk. Fark ettiklerimize sıkı sıkı sarılıyor, yaptığımız bir enayilik yüzünden ya da işte sırf talihsizliğimizden yitirirsek, biz de kayboluyor, kahroluyorduk.” (s.302)
- “İnsan olmanın paradoksu. Yaşamaktan korkarız ama yaşamak bizim işimiz. Ölmekten korkarız ama ölmek bizim işimiz.” (s.306)
- “Ne düşündüğünü az çok kestirebiliyordum. İnsanın sevdiği birine bakarken onu artık göremeyeceğini düşünmesinin neye benzediğini biliyordum. O son bakış orada asılı kalır, ömür boyu saklanacağı yerde.” (s.369)
- “Acının üstüne yürüyordum, acının üstünde yürüyordum, acıyla yürüyordum ve sonra geçmiyordu, alışıyordum. Beni korkutamayacak tabii bir parçam haline geliyordu acı. Ona rağmen bile değil, onunla birlikte yürümeye devam ediyordum. Bu yüzden en yorgun anımda bile kendimi garip bir biçimde güçlü ve her şeye hazır hissediyordum.” (s.370)
- “Kızgındım. Kırgındım diyelim ya da. İnsan niye kızsın ki zaten kırılmadığı şeye? Ama işte uzatmanın alemi yok. Özlem öfkeden güçlüyse onun sesini dinlemek lazım.” (s.401)
- “Bütün vedalar zordur. Bütün kopuşlar öyle. Bazen olmayacak şeylere alışırız. Tutunmaya çalışırız. Sonra bir yerde omuzlarımız düşer, beceremeyeceğimizi anlarız. O vakit kesip atmak gerekir. Ya onlar gider ya biz bırakırız. Esasında ikisi de aynı şeydir. Koparsın ve canın yanar, böyledir.” (s.409)
- “Keşke uzun bir uykuya yatsaydım ve gözlerimi açtığımda ferah, doygun, öfkesiz bir bene uyansaydım. Dünyayı çiçek dürbünlerinden görebilen, kalbinde yıllanmış ağırlıklarla, sırtında Cizvit kırbaçlarıyla gezmeyen biri olsaydım. Biri beni benden alsaydı, içime daha hafif bir ben koysaydı.” (s.413)
- “Aceleyle dönen otobüs tekerleklerinin üzerinde yolun hızla tükenişi içime dokunuyordu. Yol bitiyormuş gibi geliyordu da alınıyormuş gibi gelmiyordu. Hayat sürüyormuş gibi geliyordu da yaşanıyormuş gibi gelmiyordu.” (s.416)
- “Bize dikkatle bakmayı öğütleyenler orada kaybolmamayı da öğretseydi ya. Bazı şeylerin üstüne derin derin düşünerek, bazılarınınsa ancak içine gömülmekten vazgeçerek çözülebileceğini.” (s.418)
- “Benim için ağlamadığını biliyordum. O da herkes gibi başkalarına üzüldüğünde bile kendine ağlıyordu.” (s.425)
- “Beterin beteriyle avunmak için yapmıyorum bunu fakat başkalarının derdine azıcık derman olabildiğimi görmek şahsi karanlığımı da seyreltiyor. Çünkü tutmak tutunmaktır aynı zamanda.” (s.445)
- “Huzursuzluk da huzur gibi ruhta köklenen vahşi bir çiçek, baygın rayihasını salıp sivri dikenlerini batırarak içten içe açmaya devam ediyor.” (s.447)
- “Sevildiğimi hissetmek hala incitiyor beni.” (s.450)
Kaynakça:
- Yıldırım, Nermin. Ev. Hep Kitap, İstanbul: Kasım 2020.


