Green Day’in bu zamana kadarki en iddialı albümlerinden birisi olan American Idiot’a geniş açıdan baktığınızda, arkasında bir hikâye gizli ve dinleyenlere de bu hikâyeyi anlatıyor.
American Idiot’a Kuş Bakışı
:max_bytes(150000):strip_icc()/Green-Day-102023-fff713493f084d1a8cd0c6887828e2fb.jpg)
Toplamda dokuz parçasıyla yaklaşık bir saatlik dinleti sunuyor American Idiot. Şarkıları tek tek incelendiğimizde kopuk bir görünüm sergilese de bir araya geldiklerinde, politik odaklı konsept bir albümü oluşturuyor.
11 Eylül saldırılarından sonra Amerika, kültür ve sanat alanında büyük bir değişim sürecine giriş yapmıştı. Uygulanan çeşitli sansürler, gerçekleşen saldırının küresel çaptaki etkisi ve komplo teorileri, halkın iktidardakilere karşı duydukları güvenin sarsılmasına neden oldu. Kültür, sanat ve siyasi yönde sular durulmamışken Green Day, 2004 yılında American Idiot’ı yayımladı. Albümün yayımlanma zamanını oldukça manidar buluyorum, çünkü gerçekleşen siyasi ve toplumsal olaylara karşı bir eleştiri niteliği taşıyor. Halkın yaşadığı karmaşa ve yollarından sapmaları, Green Day’in politik bir konsept albüm yayımlamasının önünü açtı.
American Idiot ile Green Day, müzik dünyasında yepyeni bir dönemin kapılarını araladı. Bu kadar açık ve net bir şekilde toplum ve iktidara meydan okuyan bir albüm, o zamana kadar yapılmamış bir şeydi. Ana akımın ilk ürünü olan American Idiot, kendisinden sonra gelecek nice politik albüm/şarkının öncüsü olmayı başardı.
Elbette ki albüm, sadece politik konsepti ile bu kadar popüler hâle gelmedi. Çünkü popülerliği sadece politikaya bağlı olsaydı, zamanla politikanın değişime uğramasıyla albüm de tarihe karışıp giderdi. Albümün bu kadar sevilmesinde, o zamana kadar konusu fark etmeksizin konsept albümlere rastlanılmaması da bir başka etkendi. Konsept albümlerde şarkılar bir araya geldiğinde, tıpkı büyük resme bakar gibi konsepti bize göstermelidir. Bunun yanında şarkılar arası geçişin göze batmaması ve konseptin kompozisyon şeklinde dinleyiciye aktarılması gerekli. Bu kadar zahmetli, fazladan emek isteyen bir albüm ve teknikler, doğrusu alışılmadık yöntemlerdi. Alışılmışın dışında her şey de her zaman dikkat çeker.
Dönemin iktidarını hedef alarak siyasi durumu korkusuzca eleştiren albüm, bir rock albümle birlikte insanlara daha açık ve net bir şekilde erişilebileceğini gösterdi bizlere.
İsyan ve Protestonun Sesi

Albümle aynı ismi taşıyan ve açılış parçası olan American Idiot, “hoş geldiniz” niteliğinde. Özellikle şarkının giriş cümlesi “And can you hear the sound of hysteria? (Ve histerinin sesini duyabiliyor musun?)”, grubun kurucu ve solisti Billie Joe Armstrong tarafından yazılan, basit ama son derece güçlü bir cümle. Yeni nesil kitle iletişim araçları ile bağlantılı olarak, Amerikan halkının giderek aptallaşmasına karşı oldukça yerinde bir gönderme olduğunu düşünüyorum.
Green Day diskografisine baktığımız zaman American Idiot’a kıyasla daha çok satış yapan, daha fazla dinlenme sayısına sahip başka albüm/albümler mevcut. Fakat çoğu sıkı Green Day dinleyicileri tarafından grubun en iyi albümü olarak nitelendirilmesinin sebebi, tam da yazımızda bahsettiğimiz “konsept”.
2000’lerin başında kapitalizmin boy gösterdiği, savaşa yapılan sonsuz yatırımlar ve Amerika’nın tüm bu karmaşanın tam içinde olması; bahsedilen Amerikan Aptalı betimlemesini daha net açıklıyor. Dünyada boy gösteren karmaşaların neredeyse hepsinde Amerika’nın bulunması fakat Amerika halkının sırtlarını dönüp hiçbir şey yokmuşçasına hayatlarına devam etmesi, yani üç maymunu oynamaları, Amerikan Aptalı sıfatını hak ettiklerini düşündürebilir sizlere.
Jesus of Suburbia
Bu ve bunun gibi diğer faktörleri bir kenara bırakacak olursak, Green Day dinleyicilerine albümdeki en sevdiği şarkının hangisi olduğunu sorsak birçok farklı cevap alabileceğimize eminim. Mesela benim için albümde en çok öne çıkan şarkı Jesus of Suburbia. Gerek ritmi gerekse sözlerin arkasındaki anlamıyla bu şarkının bende uyandırdığı hisler bambaşka.
Aslında Jesus of Suburbia, Billie Joe Armstrong tarafından oluşturulan bir karakter ve tüm albüm, bu karakter etrafında şekilleniyor. Halkın kabul gördüğü değer yargılarından uzak, kahraman yerine anti-kahraman sıfatına daha çok uyan bu karakter; alt ve orta sınıf Amerikalı bir gencin dünyaya olan bakış açısını yansıtıyor.
Jesus of Suburbia, albümün en uzun ikinci şarkısı olmasıyla beraber dinlemeye doyamayanları oldukça tatmin eden bir parça. Albümdeki en uzun parça ise dokuz dakika on sekiz saniye ile Homecoming. Aralarındaki on saniye, sıralamaya girmelerine sebep olsa da dinleyenler olarak ayrım yapmadığımız bir gerçek.
Şarkı, dokuz dakikanın hakkını verircesine tam bir hikâye anlatıcılığına örnek. Kendi içerisinde beşe ayrılıyor Jesus of Suburbia: Birinci bölümde, tıpkı edebiyat veya sinema sektöründe olduğu gibi ana karakter tanıtılıyor. İkinci bölümde ise karakterimiz, yaşadığı yeri lanetli bir şehir olarak tanıtıyor ve içinde bulunduğu kavgalarından, çevresindeki her şeye ilk defa nefret duymaya başladığı zamanları aktarıyor. Üçüncü aşamaya geldiğinde ise şarkı, tıpkı 14-18 yaşlarda çokça rastlanan, birçoğumuzun içinden geçtiği “umurumda değil” dönemine giriş yapıyor. Dördüncü aşama biraz bulanık diyebilirim. Sisli ve üstü kapalı geçilen bu dönemi, ergenlik ve genç yetişkinlik dönemlerinin arasında geçirilen durgunluk dönemine benzetebilirim. Beşinci ve son aşamada ise karakterimiz artık pes ediyor. Bulunduğu yerde daha fazla dayanamıyor ve terk ediyor. Nereye olduğunu ne kendisi ne de biz bilmiyoruz, fakat bildiğimiz şey oldukça uzaklara gitmeye kararlı.
Şarkı sadece hayatın gerçek yönüyle karşılaşmaya başladığı için bocalamaya başlayan bir genci değil; evrensel olarak aynı aşamalardan geçen tüm gençlere sesleniyor. Böyle düşünüyorum çünkü özellikle Jesus of Suburbia’da kendimle bağdaştırabildiğim birçok ortak nokta keşfettim. Zaten bir şarkının en sevdiğiniz şarkı olabilmesi için, o şarkıyı dinlediğinizde kendinizden bir parça bulmanız gerekir. Ne kadar çok dinlerseniz, o kadar fazla kendinizi bulursunuz.
Jesus of Suburbia için iki farklı versiyonda müzik videosu çekildi. İlk versiyonda şarkı sözlerine ek olarak konuşmalar ve tamamlayıcı unsurlar da eklenerek on iki dakikalık, kısa film tadında bir video ortaya çıkarıldı. İkinci versiyon ise sadece şarkının yer aldığı bir video. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.
Bir Albüm, Bin Farklı Anlam

American Idiot, grup üyeleri yaklaşık otuzlu yaşlarının başlarındayken yazılan bir albüm. 20, 30 ve 40’lı yaşlar her zaman kendi içerisinde özel bir dönüm noktasına sahip olmuştur. Her seferinde birey bir üst kademeye geçerek farkındalığını artırır ve yoluna devam eder. Şu anda 24 yaşımda American Idiot’u dinliyorum ve kendimden birer parça bulduğum parçalar, beni albüme bağlıyor. 30’lu yaşlarıma geldiğimdeyse durumun ne olacağı meçhul.
Albümde, Billie Joe Armstrong’un 1982 Eylül’ünde vefat eden babası için yazılan bir şarkı yer alsa da (Wake Me up When September Ends) çoğu dinleyici bu duygusal detaya dikkat etmiyor. Çünkü büyük resimde ilgilerini çeken çok daha önemli bir mesaj var. Fakat unutulan bir detay var: Çoğu zaman bir şeye odaklandığı zaman insan (burada politika ve isyan konsepti), göz önünde olan detayları bile kaçırabilir. Hatta ben de albümü ilk keşfettiğimde değil, daha sonrasında bu ince ve duygusal detayı öğrenmiştim.
“Wake me up when September ends
(Eylül bittiği zaman beni uyandır)
Like my fathers come to pass
(Babamın gelip geçmesi gibi)”
Fakat albümün kapsamı ve yıllar içerisinde yayılan yorumlarla ilgili şöyle bir durum söz konusu: İnsan, dinlediği, okuduğu veya gördüğü her şeyde kendisinden bir parça ekleyerek yorumlamaya meyillidir. Olduğu gibi, tamamen objektif bir şekilde görmek imkânsıza yakındır çünkü insanlığın doğası bu şekilde işler. Bu işleyişi müziğe entegre ettiğimiz zaman albüm hakkında dolanan, bu kadar sert, hırçın ve isyankar havanın grubun asıl istediği atmosfer olup olmadığı merak konusu hâline geliyor. Yıllar geçtikçe albümü her dinleyişinizde daha da derine inerek başka anlamlar çıkarılıyor ve dilden dile dolanarak tıpkı destanlar gibi yayılıyor. Tüm bu dolaşan, albüme dair söylentiler de günün birinde toparlanarak kaleme dökülüyor.
Evet, American Idiot adından da anlaşılacağı üzere eleştiri niteliğinde bir konsept albüm. Daha derinlerde yatan siyasi, politik ve küresel çapta eleştirilen olup olmadığı ise tartışma konusu. Çünkü 2000’lerin başında yayımlanan bir albümü bizler, 2024’te bile hâlen dinlemeye devam ediyoruz. Son yirmi yılda köprünün altından çok su aktığını göz önünde bulundurursak tüm bu gelişmelerden bağımsız olarak, albümü sadece yayımlandığı döneme göre dinlemek ne kadar mümkün dersiniz?
Daha önce dinlemeyenler, uzun zamandır dinlemeyenler ve geriye kalan tüm müzikseverler için işte American Idiot:
Kaynakça
- “Green Day – ‘American Idiot'”. Far Out. Web. 12.08.2024
- “Why ‘American Idiot’ is Green Day’s greatest album – Op-Ed”. Alternative Press. Web. 12.08.2024
- “Between The Grooves: Green Day – ‘American Idiot'”. PopMatters. Web. 12.08.2024